Lübnan’ın çeşitli bölgelerinde hatta Suriye’de Hizbullah mensuplarına ait çağrı cihazları ertesi gün ise telsizler eş zamanlı olarak patlatıldı. Daha önce rastlamadığımız çapta organize edilen bu yeni nesil saldırılar sadece Lübnan’da değil tüm dünyada şaşkınlık ve dehşet uyandırdı. İsrail bu konuda herhangi bir açıklama yapmasa da Hizbullah bu saldırılardan İsrail’i sorumlu tuttu ve misilleme yapacaklarını açıkladı.
İstihbarat örgütleri tarafından daha önce benzer yöntemlerle suikastlar düzenleniyordu ama hiçbiri Hizbullah mensuplarına karşı yapılan saldırılar kadar büyük çaplı değildi.
Uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayan ve birçok sivilin yaralanmasına ve hatta ölümüne yol açan bu saldırının yarattığı psikolojik tahribat da düşünüldüğünde bu saldırılar bir terör eylemi olarak nitelendirilebilir. Öyle ki, bu eylemler, ülkemiz dahil dünyanın dört bir yanında ciddi bir dehşet hissi uyandırdı.
Artık sadece Lübnanlılar değil dünyanın her yerindeki insanlar hayatlarının ayrılmaz bir parçası olan cep telefonu, tablet, bilgisayar hatta bebek monitörlerini bile kullanırken çekinir hale geldiler.
İsrail bu saldırıları özellikle üstlenmiyor. Öncelikle, sivil ya da savaşçı ayrımı yapmadan insanları hedefleyen bu eylem İsrail gibi hukuk tanımaz bir ülke için bile sorun teşkil edebilecek bir saldırı. Her ne kadar olağan şüpheli olsa da kanıtlar ile İsrail’i bu saldırılarla ilişkilendirilmek mümkün olmayabilir.
Hizbullah, 8 Ekim’de Gazze’ye destek için Lübnan’ın güneyinden İsrail’in kuzeyine yeni bir cephe açmıştı. Neredeyse bir yıldır devam eden karşılıklı saldırılarda her iki tarafta da can ve mal kaybı giderek artıyor. Şimdiye kadar İsrail’in tüm kışkırtmalarına rağmen Hizbullah çok dikkatli ve özenli davranarak direnişini sert bir şekilde sürdürürken büyük çaplı bir savaştan kaçındı.
Peki 8 Ekim tarihinden bu yana günlük konvansiyonel saldırı ve suikastlardan imtina etmeyen İsrail, yeni nesil saldırılarla neyin peşinde?
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, iç ve dış politikada baskı altında. Netanyahu içeride, hükümet üzerindeki kontrolünü artırmayı hedefleyen yargı reformları nedeniyle kitlesel protestolarla karşı karşıya. İsrail’deki birçok kesim, Netanyahu’nun yargının bağımsızlığını zayıflatma çabalarını otoriter bir eğilim olarak görüyor. Bu süreçte geniş çaplı protestolarla karşılaştığı için dış politikadaki başarılar, özellikle Hizbullah ile başa çıkma kabiliyeti, onun içerideki popülaritesini artırmak için kullanabileceği bir koz haline geliyor. Netanyahu, İsrail’in İran ve Hizbullah karşısında zayıf görünmesini istemiyor. Hizbullah ve İran tehdidine karşı güçlü bir lider imajı ile İsraillilere somut bir başarı göstermek istiyor. Tam da 7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu ile aldığı ağır darbe ve önleyici bilgi toplama zaafının yıldönümü yaklaşırken ihtiyacı olan gövde gösterisini gerçekleştirmiş oldu.
Hizbullah’a karşı düzenlenen yeni nesil saldırılar, Netanyahu’nun hem istihbarat kapasitesini göstermek hem de içerideki eleştirileri savuşturmak için kullandığı stratejik bir hamle. Bu operasyonlar ile Netanyahu, İsrail halkına, hükümetin bölgesel tehditlere karşı caydırıcı ve etkili bir politika izlediğini göstermeye çalışıyor. Netanyahu, içerideki siyasi baskıları hafifletmek ve dışarıda güçlü bir lider olarak kalabilmek için bu tür saldırıları stratejik bir araç olarak kullanıyor. Ancak, bölgedeki durum daha da tırmanırsa, İsrail’in Lübnan’a kara harekâtıyla girmesi de bir seçenek olarak masada kalmaya devam edecek.
Bu saldırıların belki de en önemli nedenlerinden biri Lübnan toplumunu hedef alarak Hizbullah’a olan desteği eritip karşı grupların elini güçlendirmek. Çok mezhepli yapısı ve bildiğimiz anlamda milletleşemeyen Lübnan toplumunun dış tehditler karşısında birlik olmak yerine kaosa sürüklenme olasılığı ciddi. Kuşkusuz, böyle bir senaryoda ise Hizbullah’ın İsrail ile daha yoğun veya uzun bir mücadeleye girmesi zorlaşır ve direnci kırılabilir.
İsrail’in yüksek teknoloji kullanarak Hizbullah’ı hedef alması, çatışmanın yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Bu tür operasyonlar, daha büyük bir savaşın ön adımı mı yoksa çatışmayı geniş çaplı bir savaşa dönüştürmeden kontrol altına alma çabası mı, henüz belli değil. Netanyahu’nun stratejisi hem iç hem de dış tehditlerle başa çıkmaya odaklanmış durumda, ancak bu gerilimlerin daha geniş çaplı bir bölgesel savaşa evrilme riski de hala masada.
İsrail bu saldırılarından sonra Hizbullah’ın sert bir misilleme yapmasını bekliyor olabilir. Çünkü Hizbullah’ın aynı şekilde yeni nesil saldırı ile cevap vermesi güç olduğu için daha ağır konvansiyonel bir tepki vermek isteyebilir. Böyle bir durumda, özellikle sivil kayıpların olacağı bir Hizbullah saldırısında, İsrail kolaylıkla Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında yaptığı gibi kendini kurban olarak lanse edebilir. İsrail, böyle bir kurguya çoktan teşne olan ABD ve Avrupa ülkelerine ‘kendini müdafaa hakkını’ kullandığını söyleyerek Lübnan’a yapacağı daha büyük bir saldırının ya da kara harekâtının taşlarını döşeyebilir.