Aşağıda çevirisini okuyacağını makale, Gazze savaşının Ukrayna savaşıyla kendisi yineleyen Batı ittifakını nasıl parçalama potansiyeli taşıdığına odaklanıyor. Londra Queen Mary Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü Christopher Phillips imzalı makalede Batı’nın Gazze savaşında İsrail’e verdiği desteğin ‘batı sonrası dünya’ya doğru gidişi daha da hızlandıracağına dikkat çekiliyor.
***
Gazze savaşında çıkar siyaseti
Gazze’deki ölümler, çok kutuplu dünya ve Rusya faktörü
Christopher Phillips
Gazze savaşı ikinci ayına girerken, Batılı devletler İsrail’e verdikleri kararlı desteği azaltma yönünde pek işaret gösteriyor.
Bazı müttefikler İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya sivil kayıpları en aza indirmesi için sessizce baskı yaparken, Fransa gibi diğerleri de kamuoyu önünde ‘insani duraklama’ çağrısında bulunuyor ancak hiçbir büyük Batılı güç henüz kalıcı bir ateşkes ya da çatışmanın sona erdirilmesi çağrısında bulunmadı. Batı’nın böylesine topyekûn desteği alışılmadık bir durum.
İsrail’in yakın geçmişteki çatışmalarında, 2006’da Lübnan’a karşı, ardından 2008-9, 2012 ve 2014’teki üç Gazze savaşında, Batı’nın desteği genellikle daha belirsizdi ve savaşın patlak vermesinden haftalar, bazen günler sonra ateşkes çağrıları geldi.
Bir yandan pek çok Batılı lider, desteğin sağlamlığının Hamas’ın bin 200 İsraillinin ölümüne ve yaklaşık 249’unun rehin alınmasına neden olan saldırıları karşısında yaşanan şok ve dehşeti yansıttığını iddia edebilir.
Durum böyle olsa da daha geniş jeopolitik faktörler de söz konusu olabilir. Ukrayna çatışması, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki yıllarda yıpranmış gibi görünen ‘batı ittifakında’ bir rönesansa yol açtı.
Bağlam farklı olsa da 7 Ekim’den sonra Batı’nın İsrail’e verdiği destek, Rusya’nın işgalinden sonra birçok yönden Kiev’in aldığı desteğe benziyor. Bu destek sadece ateş altındaki müttefike güven vermeyi değil, aynı zamanda Batı ittifakının güçlü kaldığını dünyaya yansıtmayı da amaçlıyor.
Ancak Gazze’deki Hamas-İsrail savaşı Ukrayna savaşından çok daha karmaşık ve İsrail-Filistin çatışmasının tarihi geçmişi ve küresel duygusal ağırlığı göz önüne alındığında daha geniş kapsamlı. Sonuç olarak, Batı’nın İsrail’e verdiği kararlı destek öngörülemeyen zorluklarla karşılaşabilir.
Kısa vadede Batı ittifakı Gazze savaşıyla güçlenmiş gibi görünse de uzun vadede Batı’nın küresel konumunu zayıflatma potansiyeli taşıyor.
Batı ittifakı ve Gazze savaşı
Eleştirmenler genellikle Batılı devletlerin İsrail’i bölgesel savaşlarında sorgusuz sualsiz desteklediğini düşünse de son yıllardaki gerçek daha çetrefilli.
ABD, Almanya, İngiltere ve Kanada genellikle İsrail’in yanında yer alırken diğer Batılı hükümetler ve kurumlar daha isteksizdi ve her zaman birleşik bir Batı cephesi oluşmadı.
Örneğin İsrail’in 2006 yılında Hizbullah’la yaptığı savaşta ABD ve İngiltere İsrail’in meşru müdafaa hakkını savunup BM’de önerilen ateşkesin ertelenmesi için lobi yaparken, Avrupa Birliği savaşın başlamasından birkaç gün sonra “İsrail’in Lübnan’da orantısız güç kullanmasını” kınadı.
2008-9, 2012 ve 2014 yıllarında Gazze’de gerçekleştirdiği müteakip savaşlarda da Batı’nın İsrail’e verdiği destek benzer şekilde ılımlıydı. 2008-09’daki Dökme Kurşun Operasyonu’nda da Avrupa Birliği, IDF’nin kara saldırıları başladıktan günler sonra ateşkes çağrısında bulundu. Fransa ve İspanya gibi büyük Avrupalı güçlerin İsrail’e yönelik eleştirileri ABD, Almanya ve Kanada’nın İsrail’in meşru müdafaa hakkı konusundaki ısrarını bir nebze dengeledi.
Bu durum 2012’de de tekrarlandı; Washington, Berlin ve Londra İsrail’e desteklerini dile getirirken, diğer Batılı devletlerin yansıra Fransa ve AB Netanyahu’ya ‘itidal’ çağrısında bulundu.
2014 yılında ABD bile İsrail’e koşullu destek sinyali verdi. Başkan Barack Obama, belki de Netanyahu ile olan gergin ilişkilerini yansıtacak şekilde, İsrail’in kendini savunma hakkı konusunda ısrar etti ancak itidal çağrısında bulundu. Buna karşılık Kongre İsrail’e desteğinin altını çizen bir kararı kabul etti.
Ancak 2023 Gazze savaşı şu ana kadar farklı bir seyir izledi. Çok az Batılı devlet, özellikle de G7 üyeleri, Netanyahu’yu ya da Gazze saldırısını kamuoyu önünde eleştirdi. Daha önceki savaşlarda ateşkes için bastırılmış ve bu noktada anlaşmaya varılmış olsa da henüz hiçbir G7 lideri çatışmaların sona ermesi için çağrıda bulunmadı. Batılı liderler arasında en yüksek sesle eleştiren muhtemelen Fransa oldu; Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Netanyahu’ya “çok fazla sivil kayıp” olduğunu söyledi ve insani bir duraklama çağrısında bulundu, ancak bu geçmişteki Fransız liderlerin sert tutumundan çok uzakta.
İsrail’in ilk kayıplarının boyutu ve 7 Ekim saldırısının yarattığı şok, bu alışılmadık derecede yakın duruşun bir gerekçesi olabilir. Ancak bu aynı zamanda Ukrayna savaşından sonra Batılı liderler arasında oluşan yeni birliği de yansıtıyor. Gerçekten de İsrail’in arkasındaki birlik, birçok yönden Rusya’nın 2022’deki işgalinden sonra batı başkentlerinde alınan tutuma benziyor.
Özellikle Gazze’deki kayıplar arttıkça bu durum uzun sürmeyebilir ancak şimdilik Batılı liderler dünyaya Kiev’in arkasında olduğu gibi İsrail’in arkasında da birleştiklerini göstermeye hevesli görünüyorlar.
Orta Doğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki tarihi müttefiklerinden Rusya yaptırımları konusunda destek alamayan bu yeni Batı ittifakı, Soğuk Savaş dönemindeki selefinden daha küçük olabilir ama liderleri hâlâ aynı şekilde, hatta daha fazla birlik içinde olduklarını göstermek istiyorlar.
Rusya faktörü
Acil güvenlik zorunluluğu kapsamında ihtiyaç duyduğu anda İsrail’i desteklemenin ötesinde Batı’nın Gazze savaşı sırasındaki güçlü desteğinin daha geniş bir jeopolitik mantığı var: 2022’de beri Rusya ile yüzleşme durumu. Batı’nın uzun süredir sunduğu desteğe rağmen İsrail, Ukrayna’nın işgalinden sonra Rusya’ya karşı yaptırım rejimine katılmamayı tercih ederek kendisini etkin bir şekilde bir araya gelen Batı ittifakının dışında tuttu. Bunun birkaç nedeni vardı. Türkiye gibi İsrail’in de Ukrayna ve Rusya ile güçlü ilişkileri vardı ve her ikisi de önemli oranda Yahudi topluluklarına ev sahipliği yapıyordu ve daha tarafsız bir yol izlemeye çalıştı. Netanyahu ve Vladimir Putin son yıllarda, özellikle de Rusya’nın 2015’te komşu Suriye’ye müdahalesinden sonra dostane ilişkiler kurdular. Rusya’nın Suriye’deki varlığı, IDF’nin İran ve Hizbullah mevzilerine yönelik düzenli saldırılarını kolaylaştırarak İsrail’e riske atmak istemediği önemli bir güvenlik avantajı sağladı.
Bununla birlikte, Batı devletleri, Gazze Savaşı’nın sonucunda İsrail’in Putin’e karşı tavır alabileceğini umabilir ve bu da Netanyahu’ya olan güçlü desteklerini daha da motive edebilir. 7 Ekim’den önce bile, İsrail’in Moskova ile olan ilişkileri gerilmeye başlamıştı.
Netanyahu’nun göreve dönmesi, Putin’le kişisel bağları nedeniyle bazı gerilimleri hafifletmeye yardımcı oldu, ancak Rusya’nın İran’la yakınlığının kısmen Moskova’nın 2022 sonrası diplomatik izolasyonu nedeniyle artması İsrail’i endişelendiriyordu.
Ancak 7 Ekim’den beri Rusya, İsrail’in Gazze’ye saldırısına karşı pozisyon aldı. Putin, çatışmayı Ukrayna’daki savaşıyla bağdaştırarak İsrail’in saldırılarını, tıpkı Batı’nın Rusya’ya karşı yürüttüğü şekilde, Batı’nın tümü tarafından yürütülen bir savaş olarak niteledi.
Gazze’ye yönelik artan sempati ve batıya yönelik öfke dalgasından faydalanmayı uman Putin, Moskova’yı batı dışı küresel güneyde yükselen hayal kırıklığı dalgasıyla uyumlu hale getirmeye çalıştı. Bunu yaparken de Rusya-İsrail ilişkileri gerildi.
Rusya BM’de İsrail’e “işgalci güç” demekle kalmadı, aynı zamanda Moskova’da bir Hamas heyetini ağırladı. Bunun da ötesinde, Dağıstan havaalanında Yahudi yolcuları hedef alan antisemit bir güruhun son video görüntüleri Netanyahu’yu daha da kızdırdı.
Ancak bu gerilimlere rağmen Batı’nın, Gazze savaşının tozu dumanı yatıştıktan sonra İsrail’in Rusya’ya yönelik yaptırım rejimine katılabileceği yönündeki umutları suya düşebilir.
Rusya, Suriye sınırında Hizbullah ve İran ile gayrı resmi arabuluculuk yaparak İsrail’in kaybetmek istemeyeceği değerli bir güvenlik rolü oynamaya devam ediyor. Benzer şekilde, iki ülke arasında kapsamlı kişisel ve ticari bağlar var; İsrail’in birçoğu Netanyahu’nun önemli destekçileri olan bir milyondan fazla Rusça konuşan vatandaşı var.
Her ne kadar İsrail Gazze’yle savaşında Batı’nın desteğine minnettar olsa da bu desteğin karşılığı olarak Rusya’ya yaptırım uygulamak zorunda hissetmeyecek ve böylesine değerli güvenlik ve ekonomik bir ilişkiyi bir kenara atmakta acele etmeyecek.
Batı’nın riskleri
Batı’nın Gazze’deki mevcut birliğine rağmen, çatışma orta vadede Batı ittifakını zayıflatma riski taşıyor. İlk risk, birliğin alenen parçalanmasıdır. İsrail’in önceki çatışmalarında olduğu gibi, tarihsel olarak Fransa ve İspanya başta olmak üzere bazı Batılı devletler ABD, Almanya ve İngiltere gibi sadık müttefiklerden daha eleştirel bir tutum sergiliyor.
Savaş uzadıkça ve Gazze’deki kayıplar arttıkça, bir ya da daha fazla Batılı devletin safları bozması ve açıkça acil ateşkes çağrısında bulunması ihtimali de artıyor. Herhangi bir anlaşmazlığın ne kadar süreceğine bağlı olarak, bu durum Ukrayna’nın teşvik ettiği Batı birliği ruhunu baltalayabilir.
İkinci risk ise doğrudan Ukrayna savaşıyla ilgili. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Batılı devletleri, Gazze’deki çatışma nedeniyle dikkatlerin Doğu Avrupa’dan uzaklaşmaması konusunda defalarca uyardı. Ukrayna’nın Dnipro Nehri’ni geçme konusundaki son başarılarına rağmen, yaz taarruzu umulan ilerlemeyi sağlamadı ve savaş giderek çıkmaza girmiş görünüyor.
Putin uzun zamandır Batı’nın savaşa olan ilgisinin azalacağını ve Rusya’nın toprak kazanımlarını koruyacağını umuyordu. Gazze savaşının şu anda Batı politikasının büyük bir bölümünü kapladığı bir ortamda Zelenski, Orta Doğu’nun kısa süre içinde yeniden istikrara kavuşarak çatışmasının politika gündeminin üst sıralarına geri dönmesini ve bu dikkat dağınıklığının kalıcı olmamasını umacaktır.
Yeni Küresel Düzen
Üçüncü risk ise tartışmasız en büyüğü: Batı’nın Gazze savaşında İsrail’e verdiği desteğin ‘batı sonrası dünya’ya doğru gidişi daha da hızlandırması. Son birkaç yıldır yorumcular ve politika yapıcılar ABD egemenliği döneminin sona erdiği ve küresel düzenin çok kutupluluğa kaydığı konusunda büyük ölçüde hemfikir.
Ukrayna savaşı, Batılı olmayan devletlerin Rusya karşıtı yaptırım rejimine katılmayı reddetmesiyle bu durumun altını çizdi ki bu Soğuk Savaş sonrası ABD’nin hâkim olduğu ‘tek kutuplu’ dönemde düşünülemezdi.
Eylül ayında BRICS ülkelerinin genişlemesi de bu değişimin bir başka göstergesiydi; batılı olmayan ekonomi kulübü yeni üyeleriyle birlikte küresel GSYH’nin yaklaşık %30’una ulaştı.
Bu bağlamda, Batı’nın Gazze konusunda İsrail’e verdiği destek ister Rus, ister Çinli, ister Arap olsun, Batılı olmayan birçok medya tarafından geçmişteki Batılı sömürgeci baskının uzantısı olarak nitelendirildi. Bu hem Pekin hem de Moskova’nın Batı’nın aleyhine kendi konumlarını güçlendirdiği için desteklemekten mutluluk duydukları bir mesaj olsa da küresel güneyde on yıllardır kendilerini dışlanmış hisseden pek çok kişi için hâlâ etkili bir mesaj.
Nitekim Londra Queen Mary Üniversitesi’nden Dr. Musab Younis’in Guardian’da yazdığı gibi, “Mevcut kriz İsrail ve G7’yi birbirine daha da yakınlaştırdıysa, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun, dünyayı yönetme gücünü kendinde gören küçük elite karşı hissettiği yabancılaşma duygusunu da artırdı.”
Batılı liderler henüz farkına varmamış olabilirler ancak Batı sonrası çok kutuplu dünyada güçlü devletler küresel güneyin desteğini hafife alamazlar. Gerçekten de Rusya, Çin, Hindistan ve diğerlerinin kendi çıkarlarını etkileyen bir dizi konuda Batılı olmayan hükümetlerin desteği kazanmaya çalışırken gayrı resmi bir şekilde gayri resmi bir şekilde sevgi ve güven kazanmaya dönük küresel bir mücadele yaşanıyor.
Doğru ya da yanlış, birçok güneyli halk ve onların hükümetleri Gazze konusunda İsrail’e verilen koşulsuz Batı desteğini, Batının Batı dışı toplumları baskı altına alma eğiliminin bir parçası olarak olumsuz bir şekilde görüyor.
Bu tür gelişmeler, Pekin, Moskova ve diğerleri tarafından ‘Batıya karşı geri kalanlar’ şeklinde sunulan Gazze gibi çatışmalarla Batı egemenliğinden uzaklaşma ve küresel kaymaları daha da sertleştirip pekiştirecek. Batılı liderlerin bu düşüncenin İsrail’e olan kararlı desteğini etkilemesine izin vermeleri pek olası değil, ancak bu duruş gelecekte başka yerlerdeki daha geniş batı politikası gündemlerini etkileyebilir.