GÖRÜŞ

İsrail’in Gazze “stratejisini” siyasi açmaz belirliyor

Yayınlanma

Ameer Makhoul*

Kendimize yalan söylemeyi bırakmalı, cesur olmalı ve kaçırılan insanları geri getirmek için büyük bir anlaşmaya öncülük etmeliyiz. Zaman yok ve geçen her gün onların hayatlarını tehlikeye atıyor. Kaçırılan insanlar oradayken (Gazze’de) kör bir şekilde işlere devam etmemiz mümkün değil. Son derece kritik bir zamandayız. Bu da şunu gerektiriyor. Cesur kararlar alın, aksi takdirde burada aradığımızı bulamayacağız.” Bu ifadeler, 13 Ocak’taki savaş kabinesi toplantısında Bakan Gadi Eisenkot tarafından dile getirildi.

Çoğu İsrailliye göre, ordunun harekatları durdu, sözde hedef bagajındaki hiçbir hedef başarılamadığı için İsrail ordusu sivilleri hedef aldı, nüfus ve kente kapsamlı yıkım getirdi, yaşamın gerekliliklerini ortadan kaldırdı, ancak hedeflerine ulaşmaya yaklaşmadı. Aksine, ordu sözcüsünün açıklamalarının kendisi tükendi ve basın onun günlük basın toplantılarını sadece kısmen haber yapmaya başladı, öyle ki bu toplantıları artık günlük olarak değil, ihtiyaca göre düzenleyeceğini açıkladı. İsrailliler de hakikati anlamak için bununla yetinmeyip, psikolojik savaşın bir parçası olduğunu düşünseler bile Kassam Tugayları tarafından yayımlanan Gazze’deki tutuklu ailelerinin ses kayıtlarının çoğunu dinlemeye başladılar.

Gazze’deki savaşın 100. gününü farklı kılan neydi?

İsrail’deki siyasi ayrışma arttı ve birlik gösterisi, birlik iddiası ve iç uyum havası dağıldı. Savaş kabinesi ve hükümet içinde derin anlaşmazlıklar baş gösterdi. Tüm bunlar bir araya geldiğinde gelecek vizyonu konusunda kapsamlı bir başarısızlık ihtimali ortaya çıkıyor. Gazze’de tutulan rehinelerin akıbeti, siyasi çatışmadaki çıkmazı körükleyen en önemli odak noktasını oluşturuyor. Ve 7 Ekim’deki başarısızlığa dayalı olarak kader belirleyici kararlar alınması ve rehinelerin iadesinin bedeli ne olursa olsun ödenmesi talebi, tartışmayı siyasi arenanın dışına taşırıyor: Rehinelerin ailelerinin sesi, güney ve kuzeyde yerlerinden edilmiş İsraillilerin “devletle (Yahudi) vatandaşları arasındaki Siyonist sözleşmeyi ihlal ettiği” yönündeki sesler… Tüm bunlar İsrail’in Siyonist doğasının en derin krizine tanıklık ediyor.

Savaş kabinesinde yaşanan tartışmalar ve çatışmalar, Gazze’de tutulan rehinelerin aileleri ve genel kamuoyu arasında, İsrail hapishanelerindeki mahkumların serbest bırakılması karşılığında “ne pahasına olursa olsun” kapsamlı bir takas anlaşması olasılığı konusunda umutsuzluk yaratıyor. Üst düzey generallerin İsrail’in “7 Ekim’den bu yana savaşı kaybettiği” ve takasın şartları üzerinde tartışmanın bir anlamı olmadığı yönündeki argümanları da bu durumu pekiştiriyor.

İsrailliler, savaşın çözümsüz olduğuna ve askeri eylemler ile siyasi algılar arasındaki mesafenin “giderek arttığına ve ordunun başarılarına ve ödediği bedele yönelik tehdit oluşturduğuna” ikna oldular.

Diğer bir kanaat ise Netanyahu hükümetinin Gazze’deki rehinelerin geri dönüşüne öncülük etmeyeceğidir; Ne inanç ne irade ne de Genelkurmay Başkanı Halevi’nin “Hamas’ın şantajlarına boyun eğmemek” olarak nitelendirdiği Gazze’deki savaşı devam ettirmekteki sertliğini haklı çıkaran şey, Netanyahu ve Galant’ın pozisyonudur. Hamas’ın kararını ve İsrail’in koşullarına göre bir takası ya da “Hamas liderlerini kurtarmak karşılığında kaçırılan şahısları hayatta tutmayı” tercih etmesini belirleyen şey bu askeri baskı.

Öte yandan Herzi Halevi ve Gallant, “savaşın ertesi gününe” ilişkin bir karar alınmamasının ordunun kazanımlarını tehlikeye attığına inanıyor ve siyasi ilgisizliğin bu şekilde devam etmesi halinde güvenlik uzmanlarından gelen yenilgi uyarıları artıyor. Savunma Bakanı Gallant’ın 15 Ocak akşamı yaptığı basın toplantısında “savaşın askeri olarak sona ermesinin siyasi eyleme dayanması gerektiğini” vurgulaması, Savaş Bakanı’nın ordunun ulaşmaya çalıştığı belirli bir siyasi hedef olmadığını üstü kapalı bir şekilde itiraf etmesi anlamına geliyor. Bu, Başbakan Netanyahu’ya dönük temel bir eleştiri ve Netanyahu’nun politikasından ve Likud Partisinden kopma eğiliminin arttığına işaret ediyor.

Bakan Gallant’ın 15 Ocak 2024 tarihinde tek başına yaptığı basın toplantısından da anlaşılacağı üzere, kendisini Gazze savaşına paralel bir siyasi hayatta kalma savaşının içine attı. Savunma Bakanı olarak kalmasının savaş kabinesinin ayakta kalmasına bağlı olduğunun ve resmi koalisyon partisinin kabineden çekilmesi halinde Netanyahu’nun Gallant’ı değiştirerek istediği adımı atabileceğinin farkında. Bu nedenle anketlere göre Benny Gantz, kendisini Başbakan Netanyahu ile potansiyel başbakan arasında ulusal bir figür olarak konumlandırmaya çalıştı. Bu aynı zamanda savaşı yönetme konusundaki inançlarıyla da tutarlı. Savaşı ve aşırıcılığı yönetme konusunda Netanyahu ile hemfikir ve bu konudaki askeri harekatların çoğu başarısız olmuş ve sadece rehinelerin öldürülmesine yol açmış olsa da İsrailli rehinelerin geri dönmesi için tek yol olarak savaşı tırmandırmanın önceliğini vurguluyor.

Bunun yanı sıra Gallant, ordunun ve Şin Bet’in Batı Şeria’ya ilişkin değerlendirmelerine atıfta bulunarak Netanyahu ve aşırı sağcı hükümetten farkını ve tutumunu ortaya koyuyor, Gantz’a daha yakın ve Gazze konusunda Netanyahu’dan farklı olarak savaş sonrası döneme ilişkin siyasi projesinde ısrar ediyor, zira Gazze merkezli bir tür Filistin yerel hükümeti ve İsrail’e düşman olmayan ve Hamas’a sadık olmayan bir Gazze istiyor. İsrail’in güney kasabalarına yönelik tehdidi önlemek amacıyla, Gallant, İsrail askeri varlığı aracılığıyla Hamas’ın yönetim olasılığını veya kasabalara tehdit oluşturma olasılığını ortadan kaldırmaktan bahsetti. Aynı zamanda soykırım retoriğinden ve varlığını ortadan kaldırma söyleminden geri adım attı.

Böylece Gallant, Gazze savaşının yerinde saydığı ve İsrail için siyasi bir çıkış yolu olmadığı yönündeki ABD’nin görüşüne daha da yakınlaşırken, bu açıklamada yeni olan şey, kısmi de olsa geleceğe dönük siyasi bir plan olmadan, ordunun elde ettiği her şeyle birlikte riskin de büyük olduğudır. Ya da ordudaki “epey kıdemli” bir kaynağın endişesini dile getirdiği ve Genelkurmay Başkanı’nın da buna atıfta bulunuyor gibi göründüğü gibi, “Dördüncü aşamada nereye gittiğimizi anlamadan savaşın üçüncü aşamasında ilerlemek bizi üçüncü aşamada durduracak ve belki de ikinci aşamaya geri götürecektir.” Tüm bunlar olurken ordu ve bakanı tarafından yapılan açıklamalara göre “savaş Gazze Şeridi’nin güneyinde henüz başlamadı.” Bu da D aşaması anlamına geliyor: İktidarın Hamas’a değil, yerli ya da yabancı diğer yeni partilere devredilmesi ve Gazze’yi yöneten bir parti olmadan Hamas’ın sahip olduğu etki ölçüsünde sivil yaşamı yönetmeye devam etmesi. Askeri açıdan ise bu, İsrail ordusunun en tehlikeli savaş türlerinden biri olarak gördüğü uzun vadeli bir yıpratma savaşına girdiği anlamına geliyor.

Görüyoruz ki:

İç siyasi kriz ile Gazze’ye yönelik savaşın hedeflerine ulaşamaması arasındaki derin etkileşim, ülkeyi eşi benzeri görülmemiş bir çıkmazla karşı karşıya bırakıyor. İsrail’in tahminlerine göre, Netanyahu hükümetinden kurtulmak için Knesset’te yeni ve acil seçimlere gidilmesi yönündeki baskılar başarılı olmazsa, savaşı Netanyahu’nun yönetmesi İsrail’i, tarihinin en derin felaketine sürükleyebilir.

Gazze’ye dönük savaşın başlamasından bu yana son aylarda derinleşen siyasi çatışmalar Netanyahu hükümeti için belirleyici konumda ve savaşa, hızına ve hedeflerine ilişkin tüm önceliklere yön veriyor.

Savaşın bundan sonraki aşamaları, Gazze’de, Batı Şeria’da ve hatta Yeşil Hat’taki Filistinliler açısından en ölümcül aşamalar olabilir; zira siyasi çıkmaz, savaşın yerinde saymasına ve tıkanmasına yol açıyor; dolayısıyla çıkış arayışları siyasi değil, askeri tırmanış ve hatta yerinden etme yoluyla gerçekleşiyor.

İsrail siyaseti henüz Filistin halkıyla barışçıl bir çözüme yönelik siyasi alternatifler üretmedi.

***

*İsrail vatandaşı Hristiyan bir Filistinli olan Ameer Makhoul, 1948 Filistinlilerinin önde gelen aktivistlerinden. Hayfa merkezli bir STK olan Ittijah’ın yöneticiliğini yaptı. 2010 yılında Şin Bet tarafından casusluk suçlamasıyla tutuklandı ve on yıl hapis yattı.

Çok Okunanlar

Exit mobile version