GÖRÜŞ

İsrail’in tırmandırma politikası bölgesel savaşa yol açar mı?

Yayınlanma

İsrail veya daha doğru bir ifadeyle Netanyahu hükümetinin kışkırtıcı girişimleri bir bölgesel savaşa dönüşür mü? Farklı bir açıdan bu soruyu sormak gerekirse, İran’ın Heniye suikastına vereceği cevap bölgesel bir savaş başlatır mı? Daha önce Şam’daki konsolosluk binasına yapılan saldırı ve üst düzey askerlerinin öldürülmesi üzerine Tahran Nisan ayında ilk defa doğrudan İsrail topraklarını hedef alan bir misilleme yapmıştı ama bu karşılık bölgesel bir savaşa sebep olmamıştı. Acaba bu defa vereceği cevap bölgesel bir savaşa neden olur mu? Olursa bu, nasıl bir bölgesel savaş olabilir. Öte yandan savaşın küresel bir yangını başlatması neden oldukça zayıf gibi soruları analiz etmeye çalışalım.

İRAN VE DİRENİŞ EKSENİ ZAMANA OYNUYOR ÇÜNKÜ…

İran ve kendisini Direniş Ekseni olarak tanımlayan güçler (başta Hizbullah olmak üzere, Irak ve Suriye’de oldukça faal olan gruplar ve Yemen yönetimini elinde bulunduran Husiler ya da Ensarullah hareketi ve Hamas) Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonraki yıllarda güçlenerek büyüdü. Özellikle Hizbullah bugüne kadar girdiği her çatışmada İsrail’le alanda boyun eğmediği gibi 2006 savaşında İsrail’in bugünkü Gazze saldırılarını hatırlatan ağır hava bombardımanıyla başlattığı savaşta olağanüstü bir başarı göstererek Tel Aviv’in adeta süklüm püklüm geri çekilmesini sağlamıştı. Koca koca Arap devletlerinin birkaçıyla birden (1948, 1967) baş edebilen İsrail tam olarak ne bir gerilla örgütü ne de düzenli orduya benzeyen ama çatışmanın koşullarına göre her iki şekilde de savaşabilen bu Arap örgütü karşısında tabir yerindeyse tir tir titriyor.

Irak işgalinden itibaren Amerika ve Batı’nın politikası İran üzerine yüklenmekti. Vaşington’daki hayal satan kuruluşlar (Bunlar kendilerine think tank diyorlar. Türkçe’de de düşünce kuruluşları olarak anılıyorlar) Irak’ta kısa sürede barış ve istikrarın sağlanacağını, Irak petrolünün halkın faydasına sunulmasıyla toplumun Amerikan demokrasisine (!) tam destek vereceğini, Irak’taki bu mutluluğun (!) İran’a da yansıyacağını, orada hem içerden bir halk hareketi başlayacağını hem de dışarıdan müdahale ile rejimin devrileceğini hayal tacirleri borsasında pazarlıyorlardı. Neticede Amerika Afganistan’dan Irak’a ve kâğıt üzerinde Körfez’den Türkiye’ye kadar geniş bir coğrafyada İran’ı tam bir kuşatma altına almıştı. Bu fanteziler, yakıp yıkma, yağma ve kitlesel katliamlar konusunda dünya şampiyonu olan Amerika’nın Irak’ta peş peşe yaptığı hatalar ve Ebu Gureyb gibi hapishanelerden fışkıran rezalet görüntüler sonucunda patlak veren Irak direnişi ve direnişi bastırma yöntemlerinde insafsızlık ve Irak’ın kaynaklarını çalma girişimleriyle Körfez’in kanlı tarihinin parçası olup gitti.

İşte bu dönemde hem İran hem de Direniş Ekseni güçleri olağanüstü kuvvetlendiler. Hizbullah’ın 2006 yılında İsrail’e karşı gösterdiği başarı da muhtemelen büyük motivasyon sağlamış oldu. Öte yandan Amerika’nın İran’ı nükleer silah yapmaya çalıştığı gerekçesiyle bombalama senaryosu Hizbullah’ın ve İran’ın verebileceği karşılıklar nedeniyle ikinci plana düştü. Ve bütün bu sebeplerle Suriye’yi istikrarsızlaştırdılar. Türkiye’nin de maalesef büyük destek verdiği Amerika-İsrail’in Suriye savaşı İran ile Hizbullah arasındaki bağlantıyı koparmak için de yapılmıştı. Bütün bunların sonucunda İsrail daha güvenli hale getirilecekti ama olmadı. İran ve Direniş Ekseni güçleri sadece bu bölgede kuvvetlenmekle kalmadılar Yemen’de de yönetimi ellerine geçirip ciddi bir füze, iha, siha stoku oluşturdular.

İran’ın liderliğinde oluşan bu Eksen zamanın kendi lehlerine sonuçlar vereceğini hesap ediyor. Kuzeyden Hizbullah ve güneyden de özellikle son yıllarda Hamas vasıtasıyla İsrail’i aşırı derecede meşgul ederek yıpratma siyaseti sürdürüyorlar. Bu mücadelede sadece Gazze halkının değil İsrail’in arsızca uygulamaya koyduğu yerleşimciler politikasından dolayı zamanla Batı Şeria’daki Filistinlilerin de bu mücadeleye katılacaklarını bekliyorlar ki, Gazze’de devam etmekte olan soykırım bunu özellikle sağlamış gibi görünüyor. Ayrıca geçtiğimiz haftalarda Çin’in başkent Beijing’de Filistin direnişinin iki ana ekseni olan El Fetih Hareketi ve Hamas’ı toplam on dört Filistin direniş örgütüyle bir araya getirerek uzlaştırmasının da altını çizmek gerekir ki, Heniye suikastının sebeplerinden biri de bu uzlaşmanın hayata geçmesine mâni olmak olabilir.

Direniş Ekseni lehindeki bir diğer faktör ise nüfus meselesi. Filistin’e organize Yahudi göçünün (aliyah) başladığı İngiltere Manda Yönetimi (1919-1948) döneminin ortalarında (1931) Yahudilerin toplam nüfusa oranı yüzde 19 iken bu rakam İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda başlayan hızlı göçlere rağmen ancak yüzde 31’e yükselebilmişti. Savaşlar ve etnik temizliğe rağmen İsrail’in, nüfusunu karşısındaki Arap devletleriyle dengelemesi mümkün olmadığı gibi, sadece Filistinlilerle bile eşit bir noktaya gelemedi. Bugünlerde eşit hale gelmeleri (İsrail ve Filistinlilerin her ikisi de yedi ila sekiz milyon civarında) dağılan Sovyetler Birliği’ndeki Yahudilerin 1990’ların başlarından itibaren kitlesel olarak İsrail’e getirilmesi sayesinde oldu ki, İsrail’deki aşırılıkçı grupların Oslo Barış Sürecini bozarak yerleşimciler politikasına hız vermelerinin insan kaynağı da biraz böyle sağlanmış oldu. Fakat artık böyle bir kaynak ufukta görünmüyor.

Onlarca yıldır Filistin’den sürülen ve sayıları milyonlarla anılan insanları hesaba katmadan İsrail’in kendi toprakları içindeki Araplar (iki milyondan fazla, %21 civarı) ile Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilerin toplam nüfusunu ele aldığımızda bunun Yahudi nüfusundan daha az olmadığını görüyoruz. Bu insanlar topluca buharlaştırılamayacağına veya bütün toprakları İsrail tarafından ilhak da edilmeyeceğine göre buradaki uzun soluklu mücadeledeki en önemli faktörlerden birisi olan insan kaynağı konusu genel olarak Araplar ve özel olarak da Filistinliler lehinde ilerleyecektir.

Aşırılıkçı İsrail politikacılarının hedefi bütün bu Filistinlileri bezdirip bir tür etnik temizlik yoluyla zamana yayılmış bir şekilde bazen hızlı bazen de yavaş tempolarla bu topraklardan kovalamak gibiydi. Fakat Direniş Ekseni İsrail’in bu planını akamete uğratmış görünüyor; çünkü onlar da özellikle Hizbullah kuzeyden ve Hamas ise güneyden olmak üzere İsrail’i oldukça maliyetli ve nüfusunu İsrail’de tutmayı riskli hale getirecek derecede bir yıpratma savaşı içerisinde tutuyorlar. İran açısından da zamana oynamak oldukça mantıklı; çünkü zaman İsrail’in temel zayıflıklarını ortaya çıkarırken çok kutuplu dünyada Amerika ve Kolektif Batı’nın gücünün dengelenmesi İsrail’in bu ülkeler tarafından göreceli olarak daha az kollanması ve desteklenmesi anlamına gelebilir.

İRAN CEVAP VERMEK ZORUNDA MI?

İran ne yapacak? Nisan ayında İsrail’in Şam’daki konsolosluk binasını bombalanmasına cevap vermişti; ama verdiği karşılığı özellikle Amerika ile koordine ettiği için savaş çıkması engellenebilmişti.  Yani İsrail ve Amerika ile kapsamlı bir savaş istememek bu tahrikleri tümden sineye çekmek anlamına gelmiyor. Bu defa da muhtemelen karşılık verecek. Bu arada Amerika’nın elinde İran’ın kendi gerekçeleriyle savaş istememesinin dışında İran’a uzatacağı bir havuç da yok gibi.

Örneğin İran’ın daha evvel BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) ve Almanya ile imzaladığı Nükleer Anlaşma’ya geri döneceklerini vaat etseler seçimlere giden süreçte Tahran açısından bunun garantisi yok. Çünkü Amerika’yı antlaşmadan Trump çekmişti ve Biden yönetimi ise bunu düzelteceğini söylemesine rağmen yaklaşık dört yıldır fazla bir şey yapamadı. Ayrıca İran Amerika’nın antlaşmadan çekilmesi ve Avrupa ülkelerinin hemen hemen hiçbir şey yapamamasına karşılık nükleer silah yapacak kapasitede uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız vermişti. Dolayısıyla Amerika’nın bu konudaki vaatleri nükleer silah yapmaya ramak kalmış – belki de yapmış- bir İran açısından fazlaca çekici gelmeyebilir.

Öte yandan İsrail ile Netanyahu’nun açıkça suçlu ve sorumlu olduğu bir senaryoda bile savaşa tutuşursanız tam kadro İsrail’i desteklemek zorunda kalırız tehdidi Tahran açısından önemli olmakla birlikte, tümüyle caydırıcı olmayabilir. Bu durumda İran çok kapsamlı bir karşılık vermek yerine Nisan ayındaki misillemesinin üzerine çıkıp savaşa karar vermeyi karşı taraflara yani Amerika ve İsrail’e bırakabilir; ama böyle bir eylemin ne olabileceği ve nasıl icra edilebileceği de ayrı bir tartışma konusu.

İran ile İsrail tam olarak nasıl savaşabilirler? Sınırları olmayan, birbirlerinden binlerce kilometre uzaklıktaki bu iki devlet kara ve deniz kuvvetlerini hemen hemen hiç kullanamadan ve hava kuvvetlerini ise sınırlı bir şekilde devreye sokarak nasıl savaşabilirler? Amerika devreye girdiği takdirde, İran özellikle Irak’taki ve Körfez’deki ABD kuvvetlerine ciddi zararlar verebilir; ancak Katar ve diğer Arap ülkelerinde konuşlu olan Amerikan kuvvetlerine saldırıp saldırmayacağı ayrı bir soru işareti. Kısacası buradan bir küresel savaş çıkması ihtimali neredeyse sıfırken bölgenin tümünü içine alacak bir savaş çıkması ihtimali ise sınırlı görünüyor. Fakat vereceği cevap(lar)la İran bundan korkmadığını göstermiş olur ki, İsrail’i yıpratma savaşıyla epeyce zorlayan Direniş Ekseni güçlerine epeyce motivasyon olabilir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version