Trump’ın mavi yakalı seçmenler ve milyarderler ile ittifakı
Trump, JD Vance’ı başkan yardımcısı adayı olarak seçerek, net bir şekilde küreselleşme karşıtı, düzen karşıtı, güçlü dolar karşıtı, demokrasi karşıtı, kürtaj karşıtı ve Wall Street yanlısı tavrını ortaya koydu.
Pek çok insanın anlam veremediği şey ise, Trump’ın “mavi yakalı” senatör JD Vance’ı başkan yardımcısı olarak seçmesinin, finansal küreselleşmeden büyük oranda fayda sağlayan libertaryen milyarderler Peter Thiel ve Elon Musk tarafından böylesine coşkuyla desteklenmesi.
Bu ilişkinin görünürdeki çelişkili tabiatı hakkında Financial Times’tan Edward Luce şunları yazıyor:“Demokratların, Vance’in gerçek olan mavi yakalı kökenleri ile zengin sponsorları arasındaki gerilimi kullanmayacak bir kampanyası ihmalkâr olur.”
Luce’un müesses nizama dönük analizindeki sorun genel manada şu: Vance’in mavi yakalı kökenleri ile milyarderler arasında hiçbir gerilim yok.
Zengin elitlerin her zaman totalitarizmi desteklemesi gibi, oligarkların Trump’a destek vermesinin arkasındaki mantık da tamamen rasyonel.
Plütokratlar, düzenleyici demokrasinin erişemeyeceği küresel alanda iş yapmayı tercih ederler ve seçilmiş hükümetlerin yollarından sonsuza dek çekilmesini isterler.
Bu hedefe ulaşmak için bir faşist gerekiyorsa da sorun yoktur.
Trump’ı destekleyen işçi sınıfı, ücretlerini düşüren ve yaşam standartlarını düşüren küresel piyasaların etkisinden korunmak istiyor.
Bu korumayı Trump sağlayacaksa, öyle olsun.
Her iki grup da Biden yönetiminden hüsrana uğradı.
Milyarderler, Biden’ın demokratik baskıya yanıt vermesinden ve Lina Khan’ı Federal Ticaret Komisyonuna (FTC) avukat olarak atamasından rahatsız oldular. Khan, burada Amazon’a karşı kamuoyunda ses getiren bir dava açmış ve sağlık şirketlerinin rekabete aykırı davranışlarını sorgulamıştı.
Mavi yakalı işçiler ve orta sınıfa gelince: Başkan Biden, 2020-2024 yılları arasında gıda, enerji ve emlak fiyatlarını artıran küresel emtia piyasalarını yeniden düzenlemeyerek, yaşam standartlarını baltalama sürecini sürdürmüştü [Başkan Clinton, Larry Summers’ın da yardımıyla bu piyasaları 2000 yılında serbestleştirmişti].
Trump fenomenine ilişkin bu perspektif, Financial Times ve diğer ana akım medya organlarındaki küreselleşme yanlısı yorumcuların kavrayışının ötesinde kalıyor.
Aşırı sağ dünya genelinde öne geçiyor
Uzun zamandır, finansal küreselleşmeye karşı ilerici sol direnç olmadığı sürece küreselleşmeye doğrudan karşı çıkışın ve tepkinin aşırı sağ tarafından devşirileceğini savunuyorum.
Çoğu ülkede bu direniş artık ihmalkâr, kendine dönük ve çoğu zaman mezhepçi sol —Fransa’nın yeni, kapsayıcı sol partileri bu konuda istisna olabilir— tarafından değil, otoriter, antidemokratik partiler tarafından yönetiliyor.
Ayrıca direniş, Cumhurbaşkanı Macron, Tony Blair ve onların yandaşları gibi yerleşik “merkez” figürlerinden de gelmiyor. Onlar küresel finansın —Wall Street ve diğer finans merkezleri— demokratik ulus devletler üzerindeki muazzam tahakkümünü destekleyerek demokrasinin zayıflamasına aktif olarak göz yumuyorlar.
Merkezdekiler, seçilmiş, demokratik hükümetlerin ekonominin —piyasaların— yolundan çekilmesini istiyorlar. Küreselleşmeye ve iklim felaketine karşı örgütlü direnişin altını oyuyorlar. Ekosistem umurlarında bile değil. Britanya’da küreselleşmiş fosil yakıt lobisinin muazzam gücüne karşı savaşan genç ve yaşlı aktivistlerin hapsedilmesine karşı çıkmıyorlar.
Bu elitler için dünya sadece bir kül tablası. Artan sera gazı emisyonlarının tehlikelerine karşı ne kadar umursamaz oldukları ve ülkelerinde siyasi görüşlere ne kadar kayıtsız kaldıkları ortada. Birçoğu, geçtiğimiz hafta sonu milyarder Hint varis Anant Ambani’nin grotesk düğününe katılmak için özel jetlerle geldi. Düğünü, küreselleşmiş servet ile otoriterlik arasındaki bağı kutladı; zira düğün, milliyetçi ve Hindu aşırılıkçı Başbakan Narendra Modi tarafından kutsandı.
Bu umursamazlık karşısında bile Londra ve Washington elitleri, demokrasinin altını oyma görevini isimsiz ve hesap vermeyen “piyasalara” bırakmayı tercih ediyor.
Trump kampanyasının kadın düşmanı, acımasız ve kaba otoriterliğini biraz itici bulsalar da onun önüne geçmeyecekler. Bunu yapabilmek için, fiilen piyasa yönetimi haline gelen duruma son vermeleri ve demokrasiyi savunmak için mücadele etmeleri gerekecek.
Bundan böyle bu rol halka —demos’a— ve özellikle örgütlü işçi sınıfına düşüyor.