DÜNYA BASINI

John Mearsheimer yazdı: Gazze’de soykırım

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçları, hacim açısından korkunç boyutlarda oldu. İşgal rejiminin soykırım suçu işlediğine dair bariz kanıtlar olsa da durum Batı nezdinde, evvel zamanda olduğu gibi sükunetle karşılanıyor. Washington yönetiminin dış politika tercihlerine son derece eleştirel bakan, saldırgan realizm teorisinin sahibi Chicago Üniversitesi Profesörü John Mearsheimer, Güney Afrika’nın Gazze savaşıyla ilgili Uluslararası Adalet Divanı’na yaptığı müracaatı değerlendiriyor.


Gazze’de soykırım

John Mearsheimer

4 Ocak 2023

Devam etmekte olan Gazze savaşı ile ilgilenen herkes tarafından dikkatle okunması ve geniş çapta yayılması gereken hakikaten önemli bir belgeyi işaret etmek amacıyla yazıyorum.

Bilhassa, Güney Afrika’nın 29 Aralık 2023 tarihinde Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) yaptığı ve İsrail’i Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırım işlemekle suçlayan 84 sayfalık “müracaattan” söz ediyorum. Müracaat, İsrail’in 7 Ekim 2023’te savaşın başlamasından bu yana gerçekleştirdiği eylemlerin “Gazze Şeridi’ndeki Filistinli ulusal, ırksal ve etnik grubun kayda değer bir kısmının yok edilmesini amaçladığını” iddia ediyor (1). Bu suçlama, İsrail’in de taraf olduğu Cenevre Sözleşmesindeki soykırım tanımına açıkça uyuyor.

Müracaat, İsrail’in Gazze’de yaptıklarını mükemmel bir şekilde anlatıyor. Kapsamlı, iyi yazılmış, iyi savunulmuş ve detaylı bir şekilde belgelenmiş. Müracaatın üç ana bileşeni bulunuyor.

İlk olarak, İsrail Savunma Kuvvetlerinin 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistinlilere yaşattığı dehşeti detaylı bir şekilde anlatıyor ve onları neden daha fazla ölüm ve yıkımın beklediğini izah ediyor.

İkincisi, başvuru İsrailli liderlerin Filistinlilere karşı soykırım niyetinde olduğunu gösteren önemli bir kanıtlar bütünü sunuoyor (59-69). Sahiden de, İsrailli liderlerin —hepsi titizlikle belgelenmiş— yorumları şok edici. “En yüksek sorumluluk mevkilerindeki” İsraillilerin Filistinlilere karşı tutumlarını okurken Nazilerin Yahudilere karşı tutumlarını hatırlamakta fayda var (59). Belge özünde, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin, liderlerinin niyet beyanlarıyla birleştiğinde, İsrail politikasının “Gazze’deki Filistinlilerin fiziksel olarak yok edilmesini sağlamak üzere hesaplandığını” açıkça ortaya koyduğunu savunuyor (39).

Üçüncüsü, belge Gazze savaşını daha geniş bir tarihsel bağlama oturtma konusunda büyük çaba sarf ediyor ve İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere uzun yıllar boyunca kafesteki hayvanlar gibi davrandığını açıkça ortaya koyuyor. İsrail’in Filistinlilere yönelik zalimce muamelesini detaylandıran çok sayıda BM raporundan alıntılar yapıyor. Kısacası müracaat, İsraillilerin 7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaptıklarının, 7 Ekim’den çok önce yaptıklarının daha aşırı bir versiyonu olduğunu açıkça belirtiyor.

Güney Afrika’nın belgesinde anlatılan hakikatlerin pek çoğunun daha önce medyada yer aldığına şüphe yok. Ancak müracaatı bu kadar önemli kılan şey, tüm bu hakikatleri tek bir yerde bir araya getirmesi ve İsrail soykırımının kapsamlı ve kapsamlı bir şekilde desteklenmiş bir tanımını sunması. Başka bir deyişle, detayları ihmal etmeden büyük resmi ortaya koyuyor.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, İsrail hükümeti bu suçlamaları “gerçeklere dayanmayan ve hukuki temeli olmayan intikam maksatlı iftira” olarak nitelendirdi. Dahası İsrail, “Güney Afrika’nın İsrail devletinin yıkılması çağrısında bulunan bir terör örgütüyle işbirliği yaptığını” iddia ediyor. Fakat belgenin yakından okunması, bu iddiaların hiçbir dayanağı olmadığını bariz biçimde gösteriyor. Esasında yargılama başladığında İsrail’in kendisini rasyonel-hukuki bir şekilde nasıl savunabileceğini görmek zor. Ne de olsa, kaba gerçeklere itiraz etmek zordur.

Güney Afrika’daki suçlamalarla ilgili birkaç ek gözlemde bulunmama izin verin.

İlk olarak, belge soykırımın diğer savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan farklı olduğunu, ancak “bu tür eylemler arasında genellikle yakın bir ilişki bulunduğunu” vurguluyor (1). Örneğin, Britanya ve ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ve Japon kentlerini bombalamasında olduğu gibi, bir savaşın kazanılmasına yardımcı olmak için sivil bir nüfusu hedef almak bir savaş suçudur ama soykırım değildir. Britanya ve ABD, hedef alınan ülkelerdeki insanların “önemli bir kısmını” ya da tamamını yok etmeye çalışmıyordu. İsrail doğumlu Holokost uzmanı Omer Bartov’un “tüm suçların anası” olarak adlandırdığı, seçici şiddetle desteklenen etnik temizlik de soykırım olmasa da bir savaş suçudur.

Kayıtlara geçmesi açısından, Bartov’un İsrailli liderlerin “soykırım niyeti” olarak adlandırdığı şeye dair artan kanıtlar olmasına rağmen, savaşın ilk iki ayında İsrail’in ciddi savaş suçlarından —ancak soykırımdan değil— mesul olduğuna inanıyordum. Fakat 24-30 Kasım 2023 ateşkesi sona erdikten ve İsrail tekrar saldırıya geçtikten sonra, İsrailli liderlerin aslında Gazze’nin Filistinli nüfusunun kayda değer bir kısmını fiziksel olarak yok etmeye çalıştıkları benim için bariz hale geldi.

İkincisi, Güney Afrika’nın müracaatı İsrail’e odaklansa da ABD, özellikle de Başkan Biden ve başlıca yardımcıları için çok büyük etkileri var. Neden mi? Zira Biden yönetiminin, Soykırım Sözleşmesine göre de cezalandırılabilir bir eylem olan İsrail’in soykırımında suç ortağı olduğuna dair çok az şüphe var. İsrail’in “ayrım gözetmeksizin bombalama” yaptığını kabul etmesine rağmen Başkan Biden ayrıca “İsrail’i korumak dışında hiçbir şey yapmayacağız. Tek bir şey bile,” sözüne sadık kalarak, İsrail’e hızla ek silahlar tedarik etmek için Kongre’yi iki kez baypas edecek kadar ileri gitti. Tutumunun hukuki sonuçlarını bir kenara bırakırsak, Biden’ın adı —ve Amerika’nın adı— soykırım teşebbüsünün ders kitaplarından biri haline gelmesi muhtemel bir hadiseyle sonsuza kadar anılacaktır.

Üçüncüsü, Holokost’tan kurtulanlarla ve onların torunlarıyla dolu bir ülke olan İsrail’in ciddi bir soykırım suçlamasıyla karşı karşıya kalacağı günü göreceğimi hiç düşünmemiştim. Bu dava UAD’de nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın —ve burada ABD ve İsrail’in adil bir yargılamadan kaçınmak için kullanacağı manevraların tamamen farkındayı— gelecekte İsrail, kanonik soykırım vakalarından birinin başlıca sorumlusu olarak kabul edilecektir.

Dördüncüsü, Güney Afrika’nın belgesi, UAD başarılı bir müdahalede bulunmadığı sürece bu soykırımın yakın zamanda sona ereceğini düşünmek için hiçbir neden olmadığını vurguluyor. Bu noktayı vurgulamak adına İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 25 Aralık 2023 tarihli sözlerini iki kez alıntılıyor: “Durmuyoruz, savaşmaya devam ediyoruz ve önümüzdeki günlerde savaşı derinleştiriyoruz ve bu uzun bir savaş olacak ve bitmeye yakın değil.” Güney Afrika ve UAD’nin çatışmaları durdurmasını umalım, ancak son tahlilde uluslararası mahkemelerin İsrail ve ABD gibi ülkeleri zorlama gücü son derece sınırlı.

Son olarak ABD, dünya çapında insan haklarını korumaya olan derin bağlılıklarını rutin olarak ilan eden entelektüeller, gazete editörleri, karar alıclar, uzmanlar ve akademisyenlerle dolu liberal bir demokrasi. Ülkeler savaş suçu işlediğinde, özellikle de ABD ya da müttefiklerinden herhangi biri söz konusu olduğunda, seslerini yükseltme eğilimindedirler. Fakat İsrail’in soykırımı söz konusu olduğunda, liberal ana akımdaki insan hakları uzmanlarının çoğu İsrail’in Gazze’deki vahşi eylemleri ya da liderlerinin soykırımcı söylemleri hakkında çok az şey söyledi. Umarım bu rahatsız edici sessizliklerini bir noktada açıklarlar. Ne olursa olsun, ülkeleri herkesin gözü önünde işlenen korkunç bir suça ortak olurken neredeyse tek kelime etmedikleri için tarih onlara karşı nazik olmayacaktır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version