Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen makale, Washington yönetiminin dış politika tercihlerine son derece eleştirel bakan, “saldırgan realizm” teorisinin sahibi Chicago Üniversitesi Profesörü John Mearsheimer’in imzasıyla Haziran 2009’da yayımlandı. Son aylarda Ukrayna savaşı konusundaki sağduyu davetleriyle öne çıkan Mearsheimer, 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısından sonra başlayan Gazze savaşı için de geçerli sayılabilecek değerlendirmelerde bulunmuş. Hatırlamak fena olmayabilir.
Yeni bir savaş, yeni bir yenilgi
John J. Mearsheimer
The American Conservative
26 Haziran 2009
Gazze saldırısı Filistinlileri cezalandırmayı başardı ama İsrail’i daha güvenli hale getirmedi.
İsrailliler ve onların Amerikalı destekçileri, İsrail’in 2006’daki felaket Lübnan savaşından iyi dersler çıkardığını ve Hamas’a karşı yürüttüğü bu savaş için bir kazanma stratejisi geliştirdiğini iddia ediyor. Elbette ateşkes sağlandığında İsrail zafer ilan edecek. Buna inanmayın. İsrail aptalca bir şekilde, kazanamayacağı bir savaş daha başlattı.
Gazze’deki harekatın iki hedefi olduğu söyleniyor: 1) İsrail’in Ağustos 2005’te Gazze’den çekilmesinden bu yana Filistinlilerin İsrail’in güneyine yönelik roket ve havan topu saldırılarına son vermek; 2) İsrail’in Lübnan fiyaskosu, Gazze’den çekilmesi ve İran’ın nükleer programını durduramaması nedeniyle azaldığı söylenen caydırıcılığını yeniden tesis etmek.
Ancak Dökme Kurşun Harekatı’nın asıl amaçları bunlar değil. Asıl amaç, İsrail’in uzun vadede milyonlarca Filistinliyle birlikte nasıl yaşayacağına dair vizyonuyla ilgili. Bu daha geniş bir stratejik hedefin — “Büyük İsrail’in” kurulması — parçası. Özellikle de İsrail liderleri, Gazze ve Batı Şeria’yı da kapsayan ve eskiden Filistin Mandası olarak bilinen bölgenin tamamını kontrol etmeye kararlı. Filistinliler, biri Gazze olmak üzere, birbirinden kopuk ve iktisadi açıdan çökmüş avuç kadar bölgede sınırlı bir özerkliğe sahip olacaklar. İsrail bu bölgelerin etrafındaki sınırları, aralarındaki hareketleri, üstlerindeki havayı ve altlarındaki suyu kontrol edecektir.
Bunu başarmanın anahtarı Filistinlilere büyük acılar çektirerek yenilmiş bir halk olduklarını ve geleceklerini kontrol etmekten büyük ölçüde İsrail’in sorumlu olacağını kabul etmelerini sağlamak. İlk kez 1920’lerde Ziv Jabotinskiy tarafından dile getirilen ve 1948’den bu yana İsrail politikasını büyük ölçüde etkileyen bu strateji genellikle “Demir Duvar” olarak anılır.
Gazze’de yaşananlar bu stratejiyle tamamen uyumlu.
İsrail’in 2005 yılında Gazze’den çekilme kararı ile başlayalım. Genel kanı İsrail’in Filistinlilerle barış yapma konusunda ciddi olduğu ve liderlerinin Gazze’den çıkışın yaşayabilir bir Filistin devleti kurma yolunda önemli bir adım olacağını umdukları yönündeydi. New York Times’tan Thomas L. Friedman’a göre İsrail, Filistinlilere “Akdeniz’de Dubai kadar iyi bir mini devlet kurma” fırsatı veriyordu ve bunu yaparlarsa “İsrail’de, Batı Şeria’nın çoğunun Filistinlilere verilip verilemeyeceği konusundaki tartışma temelden yeniden şekillenecekti.”
Bu tamamen hayal ürünü. Hamas iktidara gelmeden önce bile İsrailliler Gazze’deki Filistinliler için bir açık hava hapishanesi yaratmayı ve İsrail’in isteklerine uyana kadar onlara büyük acılar çektirmeyi planlıyordu. Ariel Şaron’un o dönemdeki en yakın danışmanı olan Dov Weisglass, Gazze’den ayrılmanın barış sürecini teşvik etmeyi değil, durdurmayı amaçladığını açıkça ifade etmişti. Ayrılmayı, “Filistinlilerle siyasi bir süreç olmaması için gerekli olan formalite” olarak tanımlamıştı. Dahası, çekilmenin “Filistinlileri muazzam bir baskı altına soktuğunu” vurgulamıştı: “Onları olmak istemedikleri bir köşeye itiyorlar.”
Şaron’a da danışmanlık yapmış olan önde gelen İsrailli nüfus bilimci Arnon Soffer, bu baskının nasıl bir şey olacağını şöyle detaylandırdı: “2,5 milyon insan kapalı bir Gazze’de yaşadığında, bu bir insanlık felaketi olacak. Bu insanlar çılgın bir köktendinci İslam’ın da yardımıyla bugün olduklarından çok daha azgın birer hayvana dönüşecekler. Sınırdaki baskı korkunç olacak. Korkunç bir savaş olacak. Eğer hayatta kalmak istiyorsak öldürmek zorunda kalacağız. Tüm gün, her gün.”
Ocak 2006’da İsraillilerin yerleşimcilerini Gazze’den çekmesinden beş ay sonra Hamas, Filistin yasama seçimlerinde El Fetih’e karşı mutlak bir zafer kazandı. Bu İsrail’in stratejisi açısından sorun anlamına geliyordu, zira Hamas demokratik olarak seçilmişti, iyi örgütlenmişti, El Fetih gibi usulsüzlük yapmamıştı ve İsrail’in varlığını kabul etmek istemiyordu. İsrail buna Filistinliler üzerindeki iktisadi baskıyı artırarak karşılık verdi ama bu işe yaramadı. Esasında durum Mart 2007’de El Fetih ve Hamas’ın bir araya gelerek bir ulusal birlik hükümeti kurmasıyla daha da kötüye gitti. Hamas’ın itibarı ve siyasi gücü artarken, İsrail’in böl ve yönet stratejisi dağılıyordu.
Daha da kötüsü, ulusal birlik hükümeti uzun vadeli ateşkes konusunda baskı yapmaya başladı. Filistinliler, İsraillilerin Filistinlileri tutuklamayı ve öldürmeyi bırakması ve Gazze’ye sınır kapılarını açarak iktisadi kıskaca son vermesi halinde İsrail’e yönelik tüm füze saldırılarına son verecekti.
İsrail bu teklifi reddetti ve Amerika’nın desteğiyle El Fetih ile Hamas arasında bir iç savaş çıkararak ulusal birlik hükümetini yıkmak ve El Fetih’i başa geçirmek için harekete geçti. Hamas’ın El Fetih’i Gazze’den defetmesiyle plan geri tepti ve Hamas, Gazze’de, daha uysal olan El Fetih de Batı Şeria’da kontrolü ele geçirdi. İsrail daha sonra Gazze’nin etrafındaki ablukanın vidalarını sıkarak orada yaşayan Filistinliler arasında daha da büyük zorluklara ve acılara neden oldu.
Hamas buna İsrail’e roket ve havan topu atmaya devam ederek karşılık verdi ve bir yandan da belki de on yıl ya da daha uzun sürecek uzun vadeli bir ateşkes istediklerini vurguladı. Bu Hamas açısından asil bir jest değildi; ateşkes istediler zira güç dengesi büyük ölçüde İsrail’in lehineydi. İsraillilerin ateşkese ilgisi yoktu ve yaptıkları tek şey Gazze üzerindeki iktisadi baskıyı artırmak oldu. Ancak 2008 ilkbaharının sonlarında, roket saldırıları altında yaşayan İsraillilerin baskısıyla hükümet 19 Haziran’da başlayan altı aylık bir ateşkesi kabul etti. Resmi olarak 19 Aralık’ta sona eren bu anlaşma, 27 Aralık’ta başlayan mevcut savaşın hemen öncesinde geldi.
İsrail’in resmi tavrı, ateşkesin altını oyduğu gerekçesiyle Hamas’ı suçluyor. Bu görüş ABD’de yaygın olarak kabul görse de doğru değil. İsrailli liderler ateşkesi başından beri istemiyordu ve Savunma Bakanı Ehud Barak, Haziran 2008’de ateşkes görüşülürken İsrail Savunma Kuvvetlerine mevcut savaş için hazırlanmaya başlaması talimatını vermişti. Dahası, İsrail’in eski BM Daimî Temsilcisi Dan Gillerman, Kudüs’ün mevcut savaşı satmak için propaganda kampanyasını çatışmalar başlamadan aylar önce hazırlamaya başladığını bildiriyor. Hamas ise ateşkesin ilk beş ayında füze saldırılarının sayısını büyük ölçüde azalttı. Eylül ve ekim aylarında İsrail’e toplam iki roket atılırken, bunların hiçbiri Hamas tarafından atılmadı.
Aynı dönemde İsrail nasıl davrandı? Batı Şeria’daki Filistinlileri tutuklamaya ve öldürmeye devam etti ve Gazze’yi yavaş yavaş boğan ölümcül ablukayı sürdürdü. Ardından 4 Kasım’da Amerikalılar yeni başkan için oy kullanırken İsrail Gazze’deki bir tünele saldırdı ve altı Filistinliyi öldürdü. Bu, ateşkesin ilk büyük ihlaliydi ve İsrail İstihbarat ve Terör Enformasyon Merkezine göre “ateşkesi muhafaza etmeye özen gösteren” Filistinliler, buna roket saldırılarına yeniden başlayarak karşılık verdi. Haziran ayından bu yana hüküm süren sükûnet, İsrail’in ablukayı, Gazze’ye dönük saldırılarını artırması ve Filistinlilerin İsrail’e daha fazla roket fırlatmasıyla ortadan kalktı. Şunu belirtmek gerekir ki 4 Kasım’dan savaşın başladığı 27 Aralık’a kadar Filistinlilerin attığı füzelerle tek bir İsrailli bile ölmedi.
Şiddet arttıkça Hamas, ateşkesi 19 Aralık’tan sonraya uzatmaya niyeti olmadığını açıkça ortaya koydu ki bu pek de şaşırtıcı değil zira ateşkes amaçlandığı gibi işlememişti. Fakat aralık ortasında Hamas İsrail’e, tutuklamaların ve suikastların sona ermesi ve ablukanın kaldırılması şartıyla uzun vadeli bir ateşkesi müzakere etmeye hala istekli olduğunu bildirdi. Ancak ateşkesi Hamas’a karşı savaşa hazırlanmak için kullanan İsrailliler bu teklifi reddetti. Başarısız ateşkesin resmen sona ermesinden sekiz gün sonra Gazze’nin bombalanmasına başlandı.
Eğer İsrail Gazze’den gelen füze saldırılarını durdurmak isteseydi, bunu Hamas ile uzun vadeli bir ateşkes sağlayarak yapabilirdi. Ve eğer İsrail hakikaten yaşayabilir bir Filistin devleti kurmakla ilgileniyor olsaydı, anlamlı bir ateşkes uygulamak ve Hamas’ın iki devletli çözüm konusundaki fikirlerini değiştirmek için ulusal birlik hükümetiyle birlikte çalışabilirdi. Fakat İsrail’in farklı bir ajandası var, o da Gazze’deki Filistinlilerin Büyük İsrail’in talihsiz tebaaları olarak kaderlerine razı olmalarını sağlamak için Demir Duvar stratejisini uygulamaya kararlı.
Bu acımasız politika İsrail’in Gazze savaşındaki tutumuna da açıkça yansıdı. İsrail ve destekçileri, İsrail Savunma Kuvvetlerinin sivil kayıpları önlemek için büyük çaba sarf ettiğini, bazı durumlarda İsrail askerlerini tehlikeye atacak riskler aldığını iddia ediyor. Hiç de öyle değil. Bu iddialardan kuşku duymak için bir neden de İsrail’in gazetecilerin savaş bölgesine girmesine izin vermemesi: İsrail, dünyanın askerlerinin ve bombalarının Gazze’yi ne hale getirdiğini görmesini istemiyor. Aynı zamanda İsrail, ortaya çıkan dehşet hikayelerine olumlu bir hava katmak için büyük bir propaganda kampanyası başlattı.
Ancak İsrail’in Gazze’deki büyük nüfusu kasıtlı olarak cezalandırmaya çalıştığının en iyi kanıtı, İsrail Savunma Kuvvetlerinin bu küçük toprak parçasında yol açtığı ölüm ve yıkım. İsrail binden fazla Filistinliyi öldürdü ve 4 binden fazlasını yaraladı. Kayıpların yarısından fazlası sivil ve pek çoğu da çocuk. İsrail Savunma Kuvvetlerinin 27 Aralık’taki açılış salvosu çocuklar okuldan çıkarken gerçekleşti ve o günkü başlıca hedeflerinden biri, terörist olarak nitelendirilmesi zor olan, mezun olan polis öğrencilerinden oluşan büyük bir gruptu. Ehud Barak’ın “Hamas’a karşı topyekûn savaş” olarak adlandırdığı bu süreçte İsrail bir üniversiteyi, okulları, camileri, evleri, apartmanları, devlet dairelerini ve hatta ambulansları hedef aldı. İsminin açıklanmaması kaydıyla konuşan üst düzey bir İsrailli askeri yetkili, İsrail’in bu kadar geniş kapsamlı hedefler belirlemesinin ardındaki mantığı açıkladı: “Hamas’ın pek çok yönü var ve biz tüm yelpazeyi vurmaya çalışıyoruz, zira her şey birbiriyle bağlantılı ve her şey İsrail’e karşı terörü destekliyor.” Başka bir deyişle, herkes terörist ve her şey meşru birer hedef.
İsrailliler açık sözlü olma eğiliminde ve zaman zaman gerçekte ne yaptıklarını söylerler. İsrail Savunma Kuvvetlerinin 6 Ocak’ta bir BM okulunda 40 Filistinli sivili öldürmesinin ardından Haaretz, “üst düzey subayların İsrail Savuma Kuvvetlerinin muazzam bir ateş gücü kullandığını itiraf ettiğini” bildirdi. Bir subay şöyle diyor: “Bizim açımızdan temkinli olmak saldırgan olmak anlamına geliyor. Girdiğimiz andan itibaren savaştaymışız gibi davrandık. Bu da sahada muazzam bir hasar yaratıyor… Umarım Gazze’de harekât yürüttüğümüz bölgeden kaçanlar yaşadıkları şoku anlatırlar.”
Haaretz’in başyazısında belirttiği üzere, İsrail’in “1,5 milyon Filistinli sivile karşı acımasız, topyekûn bir savaş” yürüttüğünü kabul edebilir ama eninde sonunda savaş hedeflerine ulaşacağını ve dünyanın geri kalanının Gazze halkına yaşatılan dehşeti çabucak unutacağını iddia edebilir.
Bu temenni dolu bir düşünce. Öncelikle İsrail’in Gazze’nin sınırlarını açmayı ve Filistinlileri tutuklayıp öldürmeyi durdurmayı kabul etmediği sürece roket ateşini kayda değer bir süre için durdurması pek mümkün değil. İsrailliler Gazze’ye roket ve havan topu girişini kesmekten bahsediyor ama silahlar gizli tüneller ve İsrail’in deniz ablukasından sızan gemiler aracılığıyla gelmeye devam edecek. Ayrıca Gazze’ye meşru kanallardan gönderilen tüm malları denetlemek de imkânsız olacaktır.
İsrail Gazze’nin tamamını ele geçirmeyi deneyebilir ve her yeri kilitleyebilir. İsrail yeterince büyük bir güç konuşlandırırsa bu muhtemelen roket saldırılarını durduracaktır. Fakat o zaman da İsrail Savunma Kuvvetleri, son derece düşmanca bir halka karşı maliyetli bir işgale girişmiş olur. Eninde sonunda ayrılmak zorunda kalacaklar ve roket ateşi yeniden başlayacaktır. Ve eğer İsrail roket ateşini durduramaz ve durdurmaya devam edemezse, ki öyle görünüyor, caydırıcılığı güçlenmeyecek, azalacaktır.
Daha da önemlisi, İsraillilerin Hamas’a boyun eğdirebileceğini ve Filistinlilerin Büyük İsrail içindeki bir avuç Bantustan’da sessizce yaşamalarını sağlayabileceğini düşünmek için çok az neden var. İsrail 1967’den beri işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlileri aşağılıyor, işkence ediyor ve öldürüyor ve onlar daha sinmediler. Aslında Hamas’ın İsrail’in vahşetine verdiği tepki, Nietzsche’nin “öldürmeyen şey güçlendirir” sözünü doğrular nitelikte.
Fakat beklenmedik bir şey olsa ve Filistinliler pes etse bile İsrail yine kaybedecektir, zira bir apartheid devleti haline gelecektir. Başbakan Ehud Olmert’in kısa süre önce söylediği gibi, Filistinliler kendilerine ait yaşayabilir bir devlete sahip olamazlarsa İsrail, “Güney Afrika tarzı bir mücadeleyle karşı karşıya kalacak”. Olmert, “Bu gerçekleştiği zaman İsrail devletinin işi biter,” diyor. Ancak Olmert yerleşimlerin genişlemesini durdurmak ve yaşayabilir bir Filistin devleti kurmak adına hiçbir şey yapmadı, bunun yerine Filistinlilerle başa çıkmak için Demir Duvar stratejisine bel bağladı.
Dünyanın dört bir yanında İsrail-Filistin ihtilafını izleyen insanların İsrail’in Gazze’de uyguladığı korkunç cezalandırmayı kısa sürede unutması da pek mümkün değil. Yıkım gözden kaçmayacak kadar açık ve özellikle Arap ve İslam dünyasında çok sayıda insan Filistinlilerin kaderini önemsiyor. Dahası, uzun süredir devam eden bu çatışma hakkındaki söylem son yıllarda Batı’da bir deniz değişimine uğradı ve bir zamanlar İsrail’e tamamen sempati duyan pek çoğumuz artık İsraillilerin mağdur, Filistinlilerin ise kurban olduğunu düşünüyor. Gazze’de yaşananlar, çatışmanın bu değişen resmini hızlandıracak ve uzun süre İsrail’in itibarı üzerinde kara bir leke olarak görülecektir.
Sonuç olarak, savaş alanında yaşanırsa yaşansın İsrail Gazze’deki savaşı kazanamaz. Aslında İsrail, diasporadaki sözde dostlarının da yardımıyla, uzun vadeli geleceğini riske atan bir strateji izliyor.