DÜNYA BASINI

Kapitalist ülkelerde ‘sanayiye dönüş’ heyecanı gerçekçi mi?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale New Left Review’da yayınlanmıştır. Yazar, gelişmiş kapitalist ülkelerde artık yaygınlaştığını kabul edebileceğimiz bir eğilimden bahsediyor: yeni-sanayileşme, iktisadi korumacılık ve devlet müdahalesi. Eksen kaymıştır ve bunlar, kapitalizmin yeni makro düzenlemelerinin bir parçasıdır. Devlet müdahalesinin tek başına ele alındığında güzel bir gelişme olduğunu belirten yazar, bununla birlikte üç sorun görüyor: Birincisi, özellikle Avrupa’da gözlemlenmesi muhtemel, ulusal eşitsizliklerin birlik düzeyindeki ‘sektörel’ kararlar nedeniyle derinleşmesi ve Almanya gibi mali yönden kuvvetli ülkelerin lehine işlemesi; ikincisi, devlet güdümündeki finansman ve üretimin yeniden örgütlenmesi, halihazırda güçlü şirketlerin kendi mallarını ‘yeşillendirmekten’ ibaret olacaktır ve bu kamudan özele yeni bir kaynak aktarımı anlamına gelmektedir, tüm dünyada askeri harcamaların yükselmesi, ABD’nin Çin ile yeni bir ‘Soğuk Savaş’a girmesi, bazı şirketlerin bundan zarar görmesine neden olsa da, özellikle Silikon Vadisi ve Pentagon bağlantılı sektörlerin ihyasını beraberinde getirmektedir, dolayısıyla bunların ‘devlet müdahalesi’nden çıkarları bulunmaktadır; ve üçüncüsü, sınıfsal dengesizliklerdir. Son kırk yılda sürekli halk aleyhine işleyen modelden sonra, şimdi iddialı bir sanayi politikası gündeme getiren devletin meşruiyeti sorgulanacaktır. Şirketler ve rantiye sınıflar, yeni politikalardan faydalanmak için pusuda beklemektedir.


İçi Boş Devletler

Cédric Durand
New Left Review
15 Mayıs 2023

Covid-19 ve Ukrayna’daki savaşın yarattığı kümülatif şokların yanı sıra ekolojik kriz, verimliliğin düşmesi ve Batılı devletlerin Çin’in üretim aygıtına olan bağımlılığından duyulan endişe gibi daha uzun vadeli yapısal meselelerin katalize ettiği sanayi politikasının geri dönüşü göz ardı edilemez. Bu faktörler birlikte, devletlerin özel teşebbüsün iktisadi kalkınmayı sağlama kabiliyetine olan güvenini sürekli olarak zayıflatmıştır.

Elbette, özellikle ABD’de ‘girişimci devlet’ hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Savunma Gelişmiş Araştırma Projeleri Ajansı ve Ulusal Sağlık Enstitüleri’nin derin cepleri, son birkaç on yıldır araştırma ve ürün geliştirmeyi finanse ederek ülkenin teknolojik avantajını korumada çok önemli olmuştur. Yine de önemli bir değişimin gerçekleşmekte olduğu açıktır. Bir grup OECD iktisatçısının da belirttiği gibi, ‘yatay politikalar olarak adlandırılan, yani tüm firmalar için geçerli olan ve vergiler, ürün veya işgücü piyasası düzenlemeleri gibi iş çerçevesi koşullarını içeren müdahaleler giderek daha fazla sorgulanmaktadır.’ Bu arada, ‘hükümetlerin ticari sektörün yapısını daha aktif bir şekilde yönlendirmesi yönündeki görüşler giderek güç kazanıyor.’ Atlantik’in her iki yakasında da askeri, yüksek teknoloji ve yeşil sektörlerdeki işletmelere yüz milyarlarca fon akmaktadır.

Bu eksen kayması, kapitalizmin daha geniş bir makro-kurumsal yeniden yapılandırılmasının bir parçasıdır; yüksek gerilimli pandemi sonrası ekonomi işgücü piyasalarını sıkılaştırırken, finansın merkeziliği azalmaya devam etmektedir. Bu olgular birbirini tamamlayıcı niteliktedir: kamu finansmanı ekonomiyi canlandırır ve istihdam yaratımını artırabilirken, idari kredi tahsisi, finansal piyasaların büyük konjonktürel zorlukların üstesinden gelmek için gerekli yatırımı çekemediğinin bir itirafı niteliğindedir. Çok genel bir düzeyde, bu neo-endüstriyel dönüş memnuniyetle karşılanmalıdır, çünkü siyasi müzakerenin yatırım kararlarında biraz daha büyük bir rol oynayabileceği anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, daha somut olarak, endişelenecek çok şey var. Bu aşamada en az üç sorunlu boyut tespit edebiliriz.

Birincisi, bu dönüşün kendi kapsamıdır. Bu meblağlar önemli olsa da, karşı karşıya olduğumuz uygarlık zorluklarıyla eşleşmiyor ve iklim değişikliğinin gerektirdiği ekonominin tamamen yeniden yapılandırılmasının çok gerisinde kalıyor. Bu durum özellikle, kendi kendine uygulanan kemer sıkma önlemleri şu anda ‘mali uyum yolları’ olarak yeniden adlandırılıyor ve merkez ile çevre arasında derinleşen bölünmeler nedeniyle kronik yapısal kırılganlıktan etkilenen Avrupa için geçerlidir. Sanayi politikasının jeopolitiği, AB ortak pazarı bağlamında özellikle endişe vericidir. Hayek tam da bu tür bir birliğin devlet müdahalesi önünde ciddi engeller yaratacağını bildiği için federalizmin güçlü bir destekçisiydi. Belirli bir sektörü desteklemek için federal düzeyde bir anlaşmaya varmak, üretken uzmanlaşma ve eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak farklılaşan ulusal çıkarlar nedeniyle son derece zordur. Ulusal düzeyde ise devlet yardımı hükümlerinin gevşetilmesi, başta Almanya olmak üzere daha geniş mali alana sahip ülkelerin rekabet güçlerini artırarak Birliğin üretken kutuplaşmasını daha da kötüleştirebileceğinden korkan daha zayıf üye devletlerin direncine yol açma eğilimindedir.

Tüm Avrupa mimarisi, rekabetin iktisadi verimliliği garanti altına almak için yeterli olduğu önermesi üzerine inşa edildiğinden, sanayi politikasını uygulamak için neredeyse sıfır teknik-idari kapasite bulunmaktadır. Bu arada Atlantik ötesinde kemer sıkma politikalarının da devlet kapasitesi üzerinde benzer zarar verici etkileri olmuştur. Ulusal Ekonomi Konseyi’nin eski direktörü Brian Deese, Biden’ın programının uygulanabilirliği sorulduğunda temkinli konuştu: “Bunun büyük bir kısmı federal düzeyde ve eyalet ve yerel düzeydeki kamu hizmetinin profesyonelliğine bağlı bunların çoğunun içi boşaltıldı.”

İkinci olarak, neo-endüstriyalizmin özü rahatsız edicidir. Finansmanın yönlendirilmesi konusunda şu anda yapılmakta olan seçimler, önümüzdeki on yıllar boyunca üretim yapısını şekillendirecektir. Ekolojik cephede asıl sorun, bunların ekonomiyi sürdürülebilirlik temelinde yeniden yönlendirmek yerine, neredeyse sadece mevcut kurum ve malların yeşillendirilmesine yönelik sübvansiyonlar olarak tasarlanmasıdır. Otomobil endüstrisi buna bir örnektir. İdeal olarak, yeşil politikalar küçük, elektrikli araçlar için sınırlı bir rol ile çok yönlü ulaşım çözümleri geliştirecektir. Oysa bu, otomotiv sektöründe ciddi bir küçülme anlamına gelecektir ki bu da, tamamen elektrikli yüksek marjlı SUV’lar için bastıran kâr odaklı otomobil üreticileri için düşünülemez bir şeydir.

Artan verimliliği çevresel zorunluluklarla uzlaştırmak için sanayi politikasının sadece yapısal değişimi destekleyecek kaynaklara değil, aynı zamanda devlet planlamacılarının kapitalistleri disipline etmesini sağlayacak araçlara da ihtiyacı olacaktır. Vivek Chibber’in İkinci Dünya Savaşı sonrası kalkınmacılıktan çıkardığı dersler geçerliliğini korumaktadır: işletmeler sanayi politikasını ‘kârın özel mülkiyete geçirilmesine dokunulmadan riskin toplumsallaştırılması’ olarak anlamaktadır. Bu nedenle ‘planlamacılara yatırım kararları üzerinde gerçek bir güç sağlayacak önlemlere’ şiddetle direnmektedirler.

Bir diğer niteliksel mesele de askeri harcamalardaki küresel artıştır. Adam Tooze’un deyişiyle ‘Çin’in tarihi yükselişini kabullenmeye dayalı yeni bir güvenlik düzeninin’ yokluğunda, Ukrayna sahasının ötesine yayılma potansiyeli taşıyan korkutucu bir Yeni Soğuk Savaş’a girmiş bulunuyoruz. Bazı işletmelerin Çin ile bir çatışmadan kaybedecekleri çok şey olsa da, diğerleri bundan fayda sağlayabilir. Sanayi-askeri kompleksin yanı sıra, Silikon Vadisi şirketleri, faaliyetleri için kamu desteğini güvence altına almak ve yabancı müttefik pazarlara erişimi kilitlemek umuduyla Çin’in yapay zeka yetenekleri hakkındaki korkuları kasıtlı olarak körüklüyor. Bu durum, geleneksel emperyalist tarzda, özel kâr arayışı ile devlet gücü arasında karşılıklı olarak birbirini güçlendiren bir ilişki yaratmıştır.

Üçüncü sorun ise sınıflar arasındaki denge ile ilgilidir. Yakın zamanda yayınlanan L’Etat droit dans le mur [Devlet duvara tosladı] adlı kitabında Anne-Laure Delatte, azalan devlet meşruiyetinin iktisadi kökenlerini sorguluyor. Başka yerlerde olduğu gibi Fransa’da da hane halkından alınan ve çoğu regresif vergilerdeki artışa, şirketler yararına yapılan kamu harcamalarındaki artışın eşlik ettiğini savunuyor. Bu durum, büyük ölçüde finans sektörüne yönelmiş bir devlet ve kamu politikalarına karşı giderek daha güvensiz hale gelen bir genel nüfus yaratmıştır. Bugün, iddialı bir sanayi politikasının bu tür şirket yanlısı önyargıları nasıl şiddetlendirebileceğini görmek kolaydır. Varlık yöneticileri özellikle devlet destekli altyapı yatırımlarından doğan yeni rantiye fırsatlarından faydalanmaya heveslidir. Kurumlar ve sermaye gelirleri üzerindeki vergileri artırmadan ya da endüstrileri doğrudan kamu mülkiyetine almadan, devlet sübvansiyonları, kaynakların emek ve kamu sektöründen sermayeye aktarılması anlamına gelir ve eşitsizlikleri ve kızgınlıkları şiddetlendirir.

Batı’nın sanayi politikasını benimsemesi açıkça Çin’in üretim becerisinden kaynaklanmaktadır. Yine de Çin’in benzersizliği abartılamaz. Burada devlet sermayesi, ekonominin stratejik, öncü sektörlerindeki kamu mülkiyeti sayesinde baskındır Leninist terimlerle ‘hâkim tepeler’. Kilit varlıklar üzerinde resmi mülkiyet haklarına sahip olmanın yanı sıra, son derece özel bir devlet sınıfı örgütlenme biçimi ÇKP’nin ülkenin genel kalkınma yolu üzerinde bir miktar kontrol uygulamasına izin vermektedir. İç disiplin kültürü, politikacılara sermayenin efendileri ve parti devletinin hizmetkarları olarak ikili kimlikler atamada çok önemlidir. Bu durum kamu planlaması için sağlam bir temel oluşturmakta ve özel birikimin kredi ve tedarik politikaları gibi piyasayı şekillendiren güçlerle bir arada var olmasına olanak sağlamaktadır. ÇKP’nin kamu-özel ağı da son derece uyarlanabilirdir ve hükümetin büyük politika değişikliklerini nispeten hızlı bir şekilde uygulamasını sağlar. 2008 mali krizinin ardından, devasa devlet teşvik paketi beklentisiyle siyasi talimatlar derhal parti üyelerine iletilmiş, bu da ABD veya AB’dekinden çok daha hızlı ve etkili bir mali tepki ile sonuçlanmıştır.

Buna karşılık demokratik toplumlarda şirketler üzerinde etkili bir disiplin ancak dışarıdan gelecek halk baskısıyla sağlanabilir. Dolayısıyla, kampanya yürüten örgütler ve sol partiler için neo-endüstriyel dönüş, ancak eski kaygılara yeni bir ivme kazandırdığı ölçüde iyi bir haberdir: Paranın nereye gideceğine kim karar veriyor? Hedefleri nelerdir? Nasıl kullanılıyor ve kötüye kullanılıyor? Belki de neo-endüstriyalizm bu tür soruları formüle etmemize yardımcı olarak kendi cevaplarının yetersizliğini ortaya çıkaracaktır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version