GÖRÜŞ

KKTC’nin tanınması için neler yapmalı?

Yayınlanma

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ziyareti, KKTC’nin tanınması doğrultusunda oradan verdiği mesajlar ve Mutlu Barış Harekatı’nın (20 Temmuz 1974) yıl dönümünde tekrar adada olacağını açıklaması birçok açıdan önemlidir. Öncelikle göreve gelen her başbakan/cumhurbaşkanının ilk yurt dışı gezisini KKTC’ye yapması (ikincisi de Azerbaycan) geleneğinin sürdürülmesi açısından tamamen doğru ve isabetli. Ayrıca 2020 yılının sonlarında Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanı seçilmesinden itibaren benimsenen ve Türkiye’nin de özellikle Erdoğan’ın açıklamalarıyla ete kemiğe büründürdüğü iki devletli çözümü tekrar dile getirmesi seçimler sonrasında Kıbrıs konusunda nasıl bir politika izleneceğini de ortaya koymuş oldu. Erdoğan’ın 20 Temmuz 2021 tarihinde adada ve ertesi yılki BM Genel Kurulu’nda (20 Eylül 2022) yaptığı konuşmalarda bütün dünya ülkelerini KKTC’yi tanımaya çağırması ve Türk Devletleri Teşkilatı’na KKTC’nin gözlemci üye olarak alınmasını (Macaristan da TDT’de aynı statüde) sağlaması izlenen Kıbrıs politikasının ana eksenini oluşturmaktaydı. Seçim kampanyası sırasında muhalefetin dış politika sözcüleri bu politikayı tadil edecekleri intibaını vermiş olsalar da seçimleri kaybettikleri için bu ihtimaller tamamen ortadan kalkmış görünüyor. Erdoğan’ın açıklamaları bunu pekiştirmiş oldu.

Sömürgeciliğin tasfiyesi sonrasında bir ülkede/bölgede yaşayan milletlerden birisinin diğerinin egemenliğini kabul etmemesi veya İsrail-Filistin örneğinde olduğu gibi, bir toprak parçası üzerinde farklı egemenlik iddialarının bulunması halinde genel olarak iki devletli çözümler kabul edilirken Batı dünyası Kıbrıs’ta bunun gerçekleşmemesi için onlarca yıldır olağanüstü bir çaba sergiliyor. Amerika ve İngiltere’nin başını çektiği ve Türkiye’nin de hataları sonucu Avrupa Birliği’nin de müdahil olduğu Kıbrıs meselesinin özü Türkiye’yi adadan çıkartma çabasıdır ve bunu pek çok yol ve yöntemle bugüne kadar yapmaya çalışan Kolektif Batı’dır. Fakat hızla etkisini gösteren çok kutupluluk Batı dünyasının gücünün kademeli/göreceli olarak azalmasına yol açarken Türkiye gibi orta büyüklükteki bir ülkenin önemini katlamalı bir şekilde artırmakta ve dolayısıyla Kıbrıs sorunu başta olmak üzere birçok konuda Ankara’nın politikalarının sonuç almasına imkân verecek görünmektedir.

KKTC’NİN TANINMASI İÇİN RUSYA AÇILIMI

Kıbrıs sorununun çözümünde Kolektif Batı’nın anlayışlı olmasını beklemek beyhudedir. Batı dünyası ancak etki edemeyeceği bir vaziyetin ortaya çıkmış olmasıyla yeni durumları ve gelişmeleri kabullenir veya kendisi de yeni duruma ayak uydurur. Dolayısıyla Türkiye’nin ve/veya KKTC yetkililerinin ‘egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm’ açıklamaları yapmış olmaları Batılı devletleri imana getirmeyecektir; sadece onları yeni gerçeklerle yüzleşmeye zorlayacaktır.

Kıbrıs sorununu batılı reçeteler ile çözmek imkansızdır; çünkü sonuçta meseleyi çetrefil hale getiren Kolektif Batı’dır. Rum tarafının Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla bütün adayı temsilen AB’ye alınmış olması sorunun Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının egemen iradesi doğrultusunda çözülmesi ihtimalini tamamen ortadan kaldırmıştır; çünkü ABD ve AB ve onların desteğiyle hareket eden Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı açısından herhangi bir çözüm Rumların KKTC toprakları da dahil olmak üzere kendilerine ait olarak gördükleri adanın tümünde Rum devletinin egemenliğinin etkili bir şekilde tesis edilmesi demektir. Böylece Kıbrıs adasının tamamı AB toprağı olmuş olacak ve NATO üyesi olmak için fırsat kollanacaktır. Buna karşılık Türkiye ve KKTC ‘iki egemen devlet’ tezinde ısrar ettiğine göre sorunun masa başında müzakere ile çözülmesi mümkün görünmemektedir. Şartlar mecbur etmedikçe savaş da olmayacağına göre, tarafların mevcut pozisyonlarında direnme ve kendi şartlarını karşı tarafa kabul ettirme mücadelesinin çok kutupluluğa evrilen dünyada devam edeceğine hiç şüphe yok.

Çok kutuplu dünyada Kolektif Batı Türkiye ve KKTC’nin ‘iki bağımsız-egemen devlet temelinde çözüm’ tezine diplomatik olarak karşı çıkmakla birlikte Ankara üzerinde baskı kabiliyetlerinin epeyce azaldığının da farkında. Çok kutuplu dünyada belirleyici güç ve imkânlara sahip olacak süper güçlerin yanında dengeleri oynatma hatta değişmesine katkıda bulunma konularında önemli roller oynayacak olan orta büyüklükteki devletlerden birisi olan Türkiye’nin Kolektif Batı tarafından baskı altına alınması mümkün olmadığı gibi, örneğin KKTC’nin tanınmasını engelleme konusunda onlarca yıldır bütün devletler üzerinde sıkı markaj yapan Batılı devletlerin baskılarına boyun eğmeyecek devlet sayısında da ciddi artışlar olacağı açıktır ki, bunun örneklerini birçok vesile ile görmeye başladık bile. Ukrayna savaşının ilk günlerinden itibaren Batılı propaganda makinesinin Rusya’nın yaptırımlar ve Ukrayna’ya yapılan silah yardımlarıyla kısa sürede dizleri üzerine çökeltileceği ve Çin’in hizaya getirileceğine dair varsayımlarının tümüyle çökmesi dünyanın her kıtasındaki çok sayıda devleti Kolektif Batı’ya karşı daha cesur davranabilme noktasına getirdi. Fakat bütün bunlar KKTC’nin tanınmasını kendiliğinden getirecek değildir. Soğuk Savaş döneminde ve tek kutuplu dünya düzeninde hayal bile edilemeyecek birçok gelişmenin mümkün olduğu bu çok kutuplu dünyada KKTC’nin tanıtılması amacına yönelik olarak her devlet özelinde ayrı ayrı resmi, yarı resmi ve gayri resmi politikalar üretmek ve bunları sürekli güncelleyerek sürdürmek gerekir.

KKTC’nin tanıtılması konusunda yoğun çaba sarf edilmesi gereken devletlerden birisi de Rusya’dır; çünkü Moskova’nın Kıbrıs’ta çözümün tek devlet esasında olmasına yönelik eski tezlerinin kendi çıkarına olan hiçbir tarafı kalmamıştır. Örneğin Annan Planı veya başka bir modelle tek devlet çatışı altında Kıbrıs sorununun çözümü adayı otomatikman AB toprağı yapar. Böyle bir çözüm ancak ve ancak Türkiye’nin ABD, İngiltere ve AB ile el sıkışması sayesinde/sonucunda elde edilebileceğine göre, hem Kıbrıs sorununun çözümü Moskova’nın ulusal çıkarlarına aykırı olur hem de Türkiye’nin Kolektif Batı’ya daha fazla yanaşması sonucunu doğuracağı için Rusya’nın genel stratejik duruşuna zarar verir. Kıbrıs özelinde konuyu ele alacak olursak, Rusya, eski Doğu Avrupa’da ve şimdilerde Ukrayna ve Gürcistan’da NATO’nun genişlemesini engellemek için nükleer silah kullanılması riskini de göze alacak şekilde bir savaşa girişirken Doğu Akdeniz gibi dünyanın çok önemli bir bölgesini kontrol edebilme kapasitesine sahip çok önemli bir adanın AB ve NATO toprağı olmasına göz yummuş hatta destek vermiş olacaktır. Öte yandan Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği ve sonrasında Rusya Federasyonu NATO içerisindeki Türk-Yunan çatlağının derinleşerek devam etmesini isterken, şimdilerde Kıbrıs’ta tek devletli çözüme destek veren bir Rusya kendi stratejik çıkarlarına zarar vermiş olur; çünkü böyle bir politika ve ulaşılacak sonuç NATO içerisindeki dayanışmaya da doğrudan ve önemli ölçüde katkıda bulunacaktır. Kısacası tek devletli çözüm modeli Moskova’nın hiçbir çıkarlarına hizmet etmez.

Buna karşılık iki devletli çözüm adanın tümünün AB ve NATO toprağı olması ihtimaline son verirken NATO içerisindeki Türkiye-Yunanistan çatlağının derinleşerek devamına yol açacak ve Moskova’nın stratejik çıkarlarına hizmet edecektir. Ayrıca böyle bir çözüm Türkiye’nin Kolektif Batı’nın Rusya’ya karşı uzak karakolu olmasına da engel olacak ve NATO’da kalmaya devam eden Türkiye şimdilerde olduğu gibi hem Batı’nın Rusya karşıtı politikalarını eleştiren tarafta yer almaya devam edecek hem de Moskova ile ekonomik/ticari, siyasi ve hatta askeri ilişkilerini sürdürecektir. Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının Ukrayna savaşı ile birlikte Rusya’ya karşı Kolektif Batı’nın mızrağı gibi hareket etmeleri de bu süreci kolaylaştıran faktörler olmuştur.

Peki bu sonuç nasıl elde edilebilir? Ankara’nın Kıbrıs’ta iki devletli çözüm açıklamaları tek başına bu sonuca ulaşmak için yeterli olmayabilir. Bir yandan Azerbaycan’ın Ermenistan ile barış anlaşması yaptıktan sonra KKTC’yi tanıyacağını beklerken (önce de olabilir) Rusya ile de bu konunun en üst düzeylerde ele alınması gerekecektir. Örneğin Rusya ile aramızdaki en sıkıntılı sorunlardan birisi olan Suriye konusunun büyük ölçüde Moskova’nın arabuluculuğunda çözülme aşamasına girmiş olması Ankara-Moskova arasında bu konunun ele alınmasını kolaylaştırabilir. Zaten Suriye ile varılacak bir uzlaşmanın parçası olarak Türkiye kendi kontrolünde tuttuğu toprakları Şam yönetiminin egemenliğine devrederken ve diğer konularda tam bir uzlaşma sağlanırken Suriye’den KKTC’yi tanıması da istenmelidir.

Moskova ile varılacak KKTC anlaşması/uzlaşması karşılığında Ankara’nın Suriye’de üstelik de kendi çıkarına olan bir barış ve uzlaşmaya varması Rusya’nın askeri alanda elde ettiği başarıları diplomatik zaferle taçlandırmasıyla sonuçlanacak ve Ankara-Moskova ilişkilerine ivme kazandırırken Yunanistan ve Rumların mücadele etme azmini büyük ölçüde kıracaktır. Batılı dünya ‘kabul etmiyoruz’ içerikli birkaç açıklamadan fazla bir şey yapamayacak ve Türkiye bir yandan Azerbaycan, Türk Dünyası devletleri (ilk anda Özbekistan hariç), Pakistan, ilişkilerimizi normalleştirdiğimiz Arap Dünyası ülkelerinin pek çoğu ve insani yardım yaptığımız/iyi ilişkiler içinde bulunduğumuz çok sayıda devletin de KKTC’yi tanımasını sağlayarak Yunanistan ve Rumları çok kutupluluğun gerçekleriyle yüzleşmeye zorlayacaktır. Unutmayalım ki, çok kutupluluğun fay hatları bu coğrafyadan geçmektedir. Binayı sağlam yaparsak yani oyunu çok kutupluluğun ruhuna uygun bir şekilde biz kurarsak, sonuç alacağımız gibi Yunan-Rum tarafının başkalarının gücü üzerine inşa ettikleri hayalet binalar göçüverir. Neden olmasın?

Çok Okunanlar

Exit mobile version