DÜNYA BASINI

Kriz ve devrim arasında uluslararası sistem

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen makale, Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) Akademik Direktörü ve tarih doktoru Andrey Kortunov’un imzasıyla yayımlandı. Ukrayna ihtilafının ardından Batılı ülkelerin Rusya’ya uyguladığı ağır ambargolar, ülkeyi Çin ile halihazırda var olan yakın ilişkilerini derinleştirmeye sevk etti. Dünyanın en büyük emtia tedarikçisi olan Rusya ile üretim devi Çin’in yakınlaşması ve gelişmekte olan bir dizi ülkeyle ortaklığa giderek yeni platformlar oluşturması ya da var olan platformları daha işler kılmaya başlaması kuşkusuz son bir yılın en ciddi sonuçlarından biriydi. Kortunov, bu daimî kriz sarmalının devrimci bir dönüşümü beraberinde getirmesinin güçlü bir ihtimal olduğuna dikkat çekiyor.


Kriz ve devrim arasında uluslararası sistem

Andrey Kortunov

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC)

29 Aralık 2023

“Kriz, tam da eskinin ölmekte olduğu ve yeninin doğamadığı gerçeğinden oluşur; bu ara dönemde çok çeşitli hastalık belirtileri ortaya çıkar.” Antonio Gramsci’nin iki dünya savaşı arasındaki çalkantılı dönemi anlattığı Hapishane Defterleri’nden yapılan bu meşhur alıntı, uluslararası sistemin son birkaç on yıldaki durumunu tasvir etmek için epey uygun.

Dünyanın devrimci bir dönüşüm dönemine girdiğini söylemek artık sıradanlaştı. Oysa küresel ilişkilerde yaklaşmakta olan devrim, SSCB’nin çöküşünden başlayarak geçmişte pek çok kez öngörülmüştü. Bu devrimin habercisi olarak 11 Eylül 2001’de ABD’de yaşanan terör saldırıları, ardından 2007-2008 küresel mali krizi, Arap Baharı’nın dramatik hadiseleri ve son olarak da yayılan Kovid-19 salgını gösterildi. Bazıları Donald Trump’ın Kasım 2016’daki başkanlık seçimlerini kazanmasını yeni bir dönemin başlangıç noktası olarak görürken, diğerleri Britanya’daki Brexit referandumunun birkaç ay önce bu referans noktası olduğunu düşünüyordu. Yine de tarihin tüm akışı tarafından programlanmış gibi görünen ve uzun zamandır beklenen devrim ertelenmeye devam ederken, küresel ancien régime yeni koşullara karşı olağanüstü bir direnç ve uyum kabiliyetini tekrar tekrar gösteriyordu.

Eski düzendeki bozulmanın artışı

Kriz her zaman bir şekilde devrimden önce gelse de her krizin eski sistemin radikal bir devrimle yıkılmasıyla sonuçlanması gerekmez. Krizin doğrudan sonucu, sistemdeki gerilimi azaltan gerekli reformların uygulanması, kriz öncesi statükonun yeniden tesis edilmesi veya hatta sistemin gelenekçi ya da arkaik pratikler doğrultusunda geriye doğru kaymaya başladığı gerici bir dönemin başlaması olabilir.

Bugün, önceki dönemlerde olduğu gibi uluslararası sistemin daha ileri evrimi için, aralarında devrimci çöküş alternatifinin en tercih edilebilir görünmediği bir dizi yörünge mevcut. Devrim, artan risklerle, kayda değer maliyetlerle ilişkilidir ve genelde öngörülemeyen sonuçlara yol açar. Dünyadaki mevcut durumdan hoşnut olmamak için iyi gerekçeleri olan pek çok devlet ve toplum, devrimci dönüşümler yerine evrimsel bir yolu tercih edecektir.

Bununla birlikte, 30 yıl boyunca çeşitli güç testlerine dayanmış olan sistemin, değiştirilmiş bir biçimde de olsa sürdürülebileceğini ve muhafaza edilebileceğini varsaymak makul olur mu? Ne de olsa mevcut durum, beşeriyetin Soğuk Savaş’tan bu yana yaşadığı diğer krizlerden ciddi ölçüde farklı. Bu farklılıkların en belirgin olanlarını sıralayalım.

Her şeyden evvel, önceki krizler ağırlıklı olarak gezegenin epey önemli de olsa tek bir bölgesinde ya da uluslararası ilişkilerin tek bir boyutunda ortaya çıkıyordu. Dünya, 1991’de SSCB’nin çöküşü ve 20 yıl sonra Arap Baharı da dahil bazı bölgelerinde ciddi devlet krizleri yaşadı. Yüzyılın başında New York ve Washington DC’deki terör saldırılarıyla doruğa ulaşan güvenlik krizi son derece özel bir nitelik taşıyordu. Aynı şey yüzyılın ilk on yılının sonlarında uluslararası mali düzenlemelerde ve ikinci ve üçüncü on yılların başında küresel sağlıkta yaşanan çalkantılar için de söylenebilir.

Mevcut küresel rahatsızlık, krizlerin pek çok farklı bölgede, küresel ilişkilerin ve küresel ekonominin farklı boyutlarında eşzamanlı olarak kendini göstermesiyle eşi benzeri görülmemiş bir karmaşıklıkla karakterize ediliyor. Neredeyse paralel bir şekilde, dünya ticareti ve yatırımının en önemli alanlarında bir düşüş görüyoruz; finans ve emtia piyasaları daha değişken hale geliyor, uluslararası çatışmalar ve iç savaşların sayısı ve kapsamı artıyor, iklim sorunları ve kaynak kıtlığı şiddetleniyor ve uluslararası hukuk uygulamalarının etkinliği kötüleşiyor. Başka bir deyişle, eski dünya düzeninin iyice aşınmış yapısı artık pek çok farklı yerde çatırdıyor.

Dahası, son krizler uzun vadeli ve hatta kronik hale geldi. Yüzyılın başındaki mali kriz, Arap Baharı, koronavirüs pandemisi; ki bu felaketlerin her birinin akut aşaması ortalama bir buçuk ila iki yıl sürdü. Bugün dünya, Rusya ile Batı arasındaki çatışmanın akut aşamaya geçişinin ikinci yıldönümüne yaklaşıyor ve tünelin ucunda görünen bir ışık yok. Dahası, gerilimin daha da tırmanacağına inanmak için pek çok neden var. Aynı uğursuz sonuçlar, şu anda yaşadığımız tarihsel dönemin diğer pek çok sistemsel çatışması için de geçerli olabilir.

Mevcut karışıklıklar başka bir açıdan da dikkat çekici. SSCB’nin çöküşünden bu yana ilk kez, başlıca uluslararası aktörlerin karşılaştığı ortak zorluklardan [terör, pandemi, iklim değişikliği, vb.] veya tehditlerden değil, daha ziyade bu aktörler arasındaki çelişkilerden kaynaklanıyor. Bu nedenle bir süre önce, zorlukların fıtratı gereği dışsal olduğu durumlarda, büyük güçlerin bu zorluklara ortaklaşa karşı koymak için çabalarını ve kaynaklarını bir araya getirme ihtimali en azından teorik olarak mevcutken, şimdi bu ihtimal esasen dışlanmış durumda ve dünya politikası “sıfır toplamlı bir oyuna” kaymaya devam ediyor.

Üst sınıflar işin içinden çıkamadığında ve alt sınıflar artık eskiyle yaşamak istemediğinde

Kuşkusuz, mazide yaşanan tüm krizler ve sistemsel başarısızlıklar mevcut devrimci duruma katkıda bulundu. Önde gelen aktörler genelde reform yapmak yerine statükoyu restore etme yolunu izledikleri için —ki bunun sonucunda ortaya çıkan pek çok sorun çözülmek yerine her yıl geri plana atıldı— ertelenen sorunların genel kümülatif olumsuz etkisi kaçınılmaz olarak birikiyor ve sistemin istikrarı giderek azalıyor. Mecazi anlamda konuşmak gerekirse, her yıl pek çok tehlikeli virüse yakalanan insanlık, tedavi için gerekli güçlü antibiyotikler yerine bildik aspirinleri kullanıyor; bu yüksek ateşi düşürebilir ama tam bir iyileşme asla gerçekleşmez. Uluslararası istikrarsızlığın her yeni nüksedişinde, sistemin düzenli ve kademeli bir şekilde dönüştürülmesini, yani kilit aktörler tarafından üzerinde mutabık kalınan reform mekanizması yoluyla yeniden inşa edilmesini sağlayacak imkanlar daha da daralıyor.

“Üst kademelerden” koordineli reformlar için ne kadar az fırsat olursa bir devrim sırasında her zaman meydana gelen “tabandaki” eski düzenin kendiliğinden ve şiddetli bir şekilde yıkılma ihtimali de o kadar artar. Eski tarih kitaplarından iyi bilinen bir durum ortaya çıkar; “üst sınıflar” [kozmopolit, siyasi ve iktisadi seçkinler] artık eski tarzda yönetemezken “alt sınıflar” [ulusal topluluklar] artık kendilerine dayatılan eski kurallarla yaşamak istemezler. Mevcut durum ile geçmiş on yıllardaki sayısız krizler arasındaki temel fark bu gibi görünüyor ve bu da eski sistemin devrimci bir şekilde çöküşünü sadece birkaç yıl öncesine göre çok daha olası kılıyor.

Tarih, bölgesel ve hatta küresel uluslararası ilişkiler sistemlerinin devrim niteliğindeki dönüşümlerinin pek çok emsalini barındırıyor.

Fakat bugünkü durumun pek çok açıdan tarihsel bir emsali bulunmuyor. Geçmişte, sistemsel bir krizi çözmenin doğal algoritması büyük bir savaşı içeriyordu. Askeri bir çatışma yeni bir güç dengesini dayatır ve savaş sırasında statülerini teyit eden baş aktörlerin uluslararası ilişkilerde oyunun yeni kurallarını tanımlamalarına imkân sağlardı. Vestfalya sisteminin (1648), Avrupa Konseyinin Viyana sisteminin (1815), Versay sisteminin (1919) ve Yalta-Potsdam sisteminin (1945) açılışında durum böyleydi.

Bugün, küresel ilişkilerde dengenin nispeten hızlı bir şekilde yeniden kurulması ihtimali pratikte çözülemez görünüyor; ana aktörler artık birbirleriyle doğrudan askeri çatışma lüksüne sahip değilken dolaylı çatışmalar [NATO-Rusya, ABD-Çin, Kolektif Batı-Küresel Güney] nihai kazanan ortaya çıkmadan epey uzun sürebilir. Bu tür çatışmalarda her iki taraf için de riskler çok yüksektir ve cezasızlıkla tırmanma seçenekleri çoktur. Oyunun güncellenmiş kurallarını düzeltmek de zordur, zira şu anda dünyada yaygın bir kurumsal yorgunluk ve yeni küresel veya bölgesel yönetişim kurumları kurmak için önemli kaynaklar ve siyasi sermaye yatırımı yapma konusunda isteklilik eksikliği mevcut.

Sürekli devrimin özellikleri

Tüm bunlar, uluslararası sistemin uzun vadeli ve sonu gelmeyen bir devrim dönemine girdiği anlamına geliyor. Ne 2024’te ne de önümüzdeki birkaç yıl boyunca istikrarlı bir yeni dünya düzeni ortaya çıkmayacak, uluslararası süreçler yeni bir sistemin oluşumundan ziyade büyük ölçüde eski sistemin devam eden çöküşü tarafından belirlenmeye devam edecektir. Bu koşullar altında, küresel eğilimler istikrarsızlık, dalgalanma ve çok yönlülük ile karakterize edilecektir.

Diğer hususların yanı sıra, uluslararası sistemin sürekli devrimi, bir zamanlar küresel olan iktisadi ve teknolojik modellerin bölgeselleşmesine ve hatta “atomize” olmasına, dış politikanın ve ana aktörlerin ulusal önceliklerinin giderek daha fazla güvenlikçi olmasına, küresel ve bölgesel düzeylerde çok taraflı mekanizmaların gerilemeye devam etmesine ve yeni bir iki kutuplu sistemi engelleyecek olan orta ve bölgesel güçlerin görünümünün artmasına yol açacaktır.

Alman filozof ve sosyolog Jürgen Habermas, “Devrimci bilinç ya da zihniyet kendini yeni bir başlangıcın mümkün olduğu inancında ifade eder,” demişti. Ancak bu inanç her zaman ve hemen yeni gerçekliğin ne olması gerektiğine dair net ve detaylı bir fikre dönüşmez. Yeni bir dünya düzeninin kademeli olarak ortaya çıkışı elbette zaman içinde hızlanacaktır ama bunun yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya, küresel veya bölgesel yönetişimle ilgili belirli konuları ele almak için taktiksel durumsal koalisyonlar yoluyla ilerlemesi muhtemel. Dahası, bu tür koalisyonlar yalnızca devletleri değil, uluslararası ilişkilerdeki devlet dışı aktörleri de içerecektir. Koalisyonlar, değerlerin ve ulusal sosyoekonomik kalkınma modellerinin bariz ve sürekli büyüyen çoğulculuğu altında oluşturulacaktır.

Muhtemelen düzenlemenin hedefi başlangıçta uluslararası ilişkilerin teknik, siyasi açıdan toksik olmayan boyutları olacak ve dünya siyasetinin daha karmaşık ve siyasi açıdan hassas boyutlarına doğru kademeli olarak genişleyecektir. Gramsci’nin ifadesiyle, yeni çok taraflı düzenleyici pratikler muhtemelen yeni bir dünyanın ilk taşları olacaktır; hala kaba ve ham olsalar bile, eski uluslararası sistemin görkemli kalıntılarından daha güzel olacaklardır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version