Ben bir askeri uzman değilim, dolayısıyla bu yazı da Kiev rejiminin Kursk saldırısının askeri hedefleri ve sonuçlarıyla ilgili değil. Bu da sadece askeri gelişmelerin arkasındaki siyasi tabloyu çizme çabası.
Stratejik amaçlar
Kiev rejiminin Kursk saldırısı kararının neden alındığı, hangi askeri hedefleri güttüğü artık apaçık belli. Üç stratejik amaç olduğu anlaşılıyor:
1) Rusya ordusunun Kiev saldırısını durdurmak için Kursk’a Donetsk-Lugansk ve Zaporoje cephelerinden takviye çekmesi, dolayısıyla bu cephelerde inisiyatif üstünlüğünün Kiev güçlerine geçmesi hedefleniyordu. Bu hesap tamamen başarısız olmakla kalmayıp tam tersi bir sonuç da doğurdu: Rusya ordusu Kursk’a muharip birliklerden takviye göndermek şöyle dursun Kiev kuvvetlerinin en tecrübeli birliklerinin Kursk’a sürülmesini fırsat bilerek taarruz şiddetini artırdı.
2) Gazprom’un Avrupa’ya Ukrayna üzerinden gaz basmakta kullandığı tek boru hattının Rusya tarafındaki son ölçüm istasyonunu (Suca) ele geçirerek bu gazın alıcısı Almanya, Avusturya, Macaristan, Slovakya gibi ülkeler üzerinde siyasi baskı gücünü artırmak. Rejimin bu ülkelerle doğrudan cepheleşmekten kaçınmak için kendi topraklarındaki vanayı kapatması mümkün değildi; ama istasyonu ele geçirerek vanayı Rusya’ya kapattırmak istiyordu. Bu hesap tamamen başarısız olmakla kalmayıp tam tersi bir sonuç da doğurdu; siyasi bağımsızlığını ve nüfuzunu da neredeyse büsbütün kaybetmiş Almanya dışında tutulursa diğerleri rahatsızlıklarını açıkça gösterdi, Avusturya ise Rusya’dan doğalgazın kesilmesinin “muazzam bir risk” olacağını açıkladı.
3) Kursk nükleer santralini ele geçirerek Rusya’yla nükleer pazarlığa girişmek. Bu hesap tamamen başarısız olmakla kalmayıp tam tersi bir sonuç da doğurdu: tehdidin büyüklüğü Rusya askeri liderliğini bu tür saldırılar karşısındaki rutin ataletini terk etmeye zorladı, böylece Kursk’a saldıran Kiev birlikleri derhal lokalize edildi ve ilerlemeleri durduruldu, şimdi tedricen imha aşamasında olduğu görünüyor.
Bütün bu stratejik amaçlar, tarafların açıkça söylediği gibi, olası barış görüşmelerinde Kiev rejiminin pazarlık gücünü artırması amacıyla ilişkiliydi; ama üçünün de mutlak başarısızlığı pazarlık gücünün artması şöyle dursun bu şartlarda tamamen zayıfladığına işaret ediyor. Putin’in ifadesiyle: “Kiev rejiminin bizim çözüm için barış planına dönülmesi tekliflerimizi geri çevirmesinin nedeni artık açıktır. Düşman, batılı efendilerinin yardımıyla onların iradesini yerine getiriyor ve batı bizimle Ukraynalıların elleriyle savaşıyor, gelecekteki görüşmelerde pozisyonunu iyileştirmeyi hedefliyor. Ama ayırt etmeksizin sivillere, sivil altyapıya saldıran yahut nükleer enerji tesislerine tehdit yaratmaya çalışan insanlarla görüşme filan söz konusu olamaz. Bunlarla ne konuşulabilir ki?”
Bütün meselenin görüşme-pazarlık meselesinde düğümlendiği açık.
Kursk saldırısının ilk günlerinde Beyaz Saray saldırı planlamasıyla ilişkisi olduğunu reddetmedi, ama kabul de etmedi. Ancak birkaç günün ardından rejimin bütün propaganda manevralarına rağmen saldırının korkunç bir rezalet ve felakete dönüştüğü artık yeterince açığa çıktıktan sonra üslup değişti; resmi açıklamalarda saldırının askeri planlamasıyla ilişki “iddiaları” kesinkes yalanlanmaya başlandı ve hatta siyasi destek sunmaktan da kaçınmaya giriştiler. Avrupa’ya gelince — onların cennet bahçesini (Avrupa) cangıllara (biz) karşı korumayı hayatının misyonu edinmiş sosyalist cübbeli savaş kışkırtıcısı, Komisyon’un diplomat komiseri Borrell, AB’nin Kiev rejimine Kursk saldırısında “tam destek” sunduğunu söyledi ve böylece Macaristan ve Slovakya gibi çatışmaya doğrudan doğruya karşı çıkan ülkelerin iradesini de hiçe sayarak AB’nin akla gelebilecek en antidemokratik yapı olduğunu ve AB komiserlerinin Roma tribünlerini kıskandıracak kadar diktatöryel yetkilerle donatıldığını bir kez daha göstermiş oldu. Ne var ki Avrupa, geçen defa da yazdığım gibi, rüzgarda salınan bir sivrisinektir; siyasi iradesi yoktur ve patronun benzersiz manevra kabiliyeti karşısında bir yaban domuzunun kafasını çevirmeyi becerememesini hatırlatıyor sadece.
Kiev’deki komedyen başkanın müsteşarı Podolyak ise, belki böyle tefe konulmalarına bozulduğundan, gerçeği ifşa ediverdi: Kursk saldırısı öncesi planların “müttefikleriyle” görüşüldüğünü söyledi. Aynı gün (11 Ağustos) AFP de Kiev rejiminden “üst düzey bir yetkiliye” dayandırdığı haberinde rejimin müttefiklerini Kursk saldırısıdan önce uyardığını yazıyordu: “Bu operasyonda batı silahları aktif şekilde kullanıldığından batılı ortaklarımız da dolaylı olarak operasyonun planlamasına katıldı.”
Ama Amerikan “anaakım” medya (neocon saldırganlığının ideoloji silahı), Kiev rejiminin Kursk saldırısında ABD’nin masum kuzu olduğunu kanıtlamak için depara kalktı. Örneğin amiral gemilerinden The Wall Street Journal’a göre ABD Kiev rejimine Rusya topraklarının içiyle ilgili katiyen istihbarat sağlamıyordu, çünkü (barış güvercini olduğundan) Kiev rejiminin Kursk saldırısıyla ilgili “suçlanmak” istemiyordu.
Storm Shadow veya gerçek patron kim?
Britanya’nın rolünü ıskalamayalım. Bu ülkenin siyasi eliti Kiev’deki siyasi çatışmaların başrol oyuncularındandır; bir tarafta siyasi meşruiyetini çoktan tüketmiş, 20 Mayıs’ta görev süresi bittiğinden beri hukuki meşruiyeti de tamamen ortadan kalkmış olan komedyen başkan, diğer tarafta da arkasında nazi işbirlikçisi ve Lehlerin, Rusların ve Ukraynalıların katili Bandera’nın portresiyle beyanat verecek kadar inanmış ve azılı bir faşist olan eski “başkumandan” Zalujnıy arasındaki çatışma (doğum günü partilerinde patlayan pastalar, odalardan çıkan elektronik böcekler, vb.) yahudi komedyen ile ari kumandan arasındaki çatışma değil, gerçekte ilkini arkalayan ABD ile ikincisini arkalayan Britanya arasındaki çatışmaydı. Bu çatışmada da her zaman olduğu gibi ABD’nin dediği oldu; ama öte yandan Britanya her zaman olduğu gibi siyasi olarak kendi kurallarını dayatabilecek kadar güçlü olduğunu gösterdi ve bu güç sayesinde ari kumandan ve ekibi tamamen tasfiye edilmeyip fazla tiz çıkmaya başlamış olan sesini geçici olarak kısmakla yetindi.
Ama bu çatışmayı abartmamak gerek. 1950’lerde Ortadoğu mücadelesinde Britanya’nın klasik sömürgeciliğiyle ABD’nin yenisömürgeciliği arasındaki mücadele sonunda uzlaşmayla bağlanmış olsa bile antagonistik bir mücadeleydi ve Britanya’nın hegemonyasının tamamen sona ermesiyle sonuçlanmıştı. Bugün ise dünyanın şurasında veya burasındaki yenisömürgelerde ve en ideal yenisömürge olarak da Ukrayna’da kendi dolaysız kuklalarını yerleştirme mücadelesi devam ediyor, ne var ki antagonistik değil bu mücadele, hatta tarafları açısından gayet kullanışlı, ideal: böylece biri barış güvercini diğeri savaş şahini numarasına yatabiliyor; biri diğerini sopa olarak kullanabiliyor ve bu roller sürekli yer değiştiriyor. Ortada bir hegemonya mücadelesi yok, birbirlerinin hayati menfaatlerini baltalamayı değil belirsiz sınırlar içinde nüfuzunu genişletmeyi amaçlıyor.
The Times tam da bunu yazdı. Dediğine göre Londra hükümeti Britanya-Fransa ortak yapımı Storm Shadow füzelerinin Kiev rejimi tarafından Rusya’nın içlerinde kullanılmasını istiyordu ve bu amaçla NATO’ya ve Fransa’ya bir ay önce başvuruda bulunmuştu. Kuşkusuz bu ifadede NATO, ABD demek. Washington ise aradan bunca zaman geçmesine rağmen hâlâ cevap vermemişti; gazetenin görüştüğü Britanyalı bazı “askeri uzmanlara” göre Amerikan yönetimi Kiev rejiminin Kursk’a düzenlediği saldırının sonuçlarını bekliyordu.
Her dezenformasyon girişiminde olduğu gibi bu da tamamen yanlış değil. Britanya’nın bir önceki, Hintli işbirlikçi bir ailenin en seçkin üyesi olan Goldman Sachs bankerinin başbakanlık ettiği hükümetinde savunma bakanlığı yapan eski ve müflis başbakan Cameron giderayak, Kiev rejiminin bu füzeleri “istediği gibi” kullanabileceğini söylemişti. Haberin kaderi de çok ilginçti: Reuters iki saat sonra silip ertesi gün tekrar koymuştu. Ama tabii “devlette devamlılık” esastır; hükümete Goldman Sachs’ın mı yoksa seçimlerden sonra ortaya çıkan tabloda olduğu gibi Blackrock’ın mı liderlik ettiği bu ikisinin siyaseti hemen her alanda tamamen örtüştüğü ölçüde tamamen önemsiz bir ayrıntıdır. Yeni hükümetin başı Starmer de ayağının tozuyla Kiev rejiminin bu füzeleri istediği gibi kullanabileceğini söyledi ve, sıkı durun, iki gün sonra bizzat hükümet tarafından “diplomatik gaf” denilerek yalanlandı; meğer ortak ürettikleri için “Fransa’ya da sormaları” gerekiyormuş.
Komedi gibi görünüyor ama değil. Kararları kendilerinin almadığını, onların rollerinin sadece dikte edilenleri söylemek ve kameralar karşısında gülücüklerle poz vermek olduğunu, oyunun başka yerde planlanıp sahnelendiğini gösteriyor.
Kuzey Akım, veya bir miki hikayesi
Kuzey Akım’ın havaya uçurulması o unutulmaz filmin parodisidir adeta.
Seymour Hersh’ün haberinden açıkça biliyoruz ki, saldırı kararı bizzat Beyaz Saray’ın başı tarafından alındı, planlama Pentagon tarafından yapıldı ve mayınlar NATO tatbikatı sırasında donanma dalgıçları tarafından yerleştirildi. Ama işler sarpa sarınca başta Post olmak üzere ideoloji silahı ateşe başladı: yangında ilk terk edilecek olan, yani Kiev, saldırıdan sorumlu ilan edildi. Bir yalanı ne kadar tekrar ederseniz o kadar çok alıcısı olur; ideoloji silahında da kurşun bitmez. Böylece Hersh’ün anlattığı gerçek gölgelendi.
Bu hikayenin Kursk saldırısıyla az çok eş zamanlı ısıtılması da boşuna değildir; ve şimdilik işin o tarafı sessizlikle geçiştiriliyor olsa bile kabağın sadece bu konuda en günahsız olan Kiev’de değil Londra’da da patlaması hiç şaşırtıcı olmaz.
Miki analojisinden devam edelim; hikayenin başlıkları şöyledir:
“Biz dedik miki yaptı.”
“Aferin mikiye, nasıl da yapmış!”
“Tüh sana miki, bu da yapılacak iş mi!”
“Mikinin adamları mikiden habersiz yapmış.”
“Ekmek çarpsın biz yapmadık, mikinin oradakiler yapmış.”
“Miki değil de başkumandan olabilir.”
“Mikiye Tazmanya canavarı da yardım etmiş.”
Ve son başlık:
“Miki, suyun ısındı.”