2011’den bu yana Florida’dan Senato üyesi olan Marco Rubio, yeni Donald Trump hükümetinde Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi.
İran, Küba ve Venezuela’ya karşı sert tutumuyla bilinen senatör, Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı da her zaman önde gelen “şahinlerden” biri olarak öne çıktı.
Örneğin, ABD Başkanı Donald Trump’ın görevdeki ilk döneminde Hong Kong veya Sincan’da Çinli yetkililer tarafından alınan önlemleri cezalandırma bahanesiyle, Çinli politikacılara ve şirketlere karşı yaptırımlar getiren ABD yasalarının kabul edilmesi için bastıran Rubio, şu anda yaklaşık 40 parlamentodan milletvekillerinin oluşturduğu ve tüm kıtalarda Çin karşıtı yasa tekliflerini koordine eden küresel ağ Parlamentolar Arası Çin İttifakının (IPAC) ilk aktivistlerinden biriydi.
ABD Dışişleri Bakanı adayı bunların yanı sıra Pekin’i, “iktidar hırsını tatmin etmek” için “dünyanın tüm kurumlarını ve tüm normlarını baltalamak” istemekle suçluyor.
Jamestown Vakfı Başkanı Peter Mattis, Rubio’nun “Çin ile ilgili konuları ele alma” konusunda seleflerinden daha istekli olacağını öngörüyor.
Pekin ise, Halk Cumhuriyeti’ne karşı agresif politikası nedeniyle 2020’de Rubio’ya giriş yasağı da dahil olmak üzere yaptırımlar uyguladı.
Ulusal güvenlik, kapitalist verimliliğe karşı
2020 yılında The Wire China’ya kapsamlı bir mülakat veren Rubio, Çin’in Amerika’nın stratejik rakibi olduğunu ve şirketlerinin de Amerika’nın sermaye piyasalarını “sömürdüğünü” öne sürüyor ve sonuç olarak da Amerikalıların “totaliter bir rejimi finanse ettiğini” söylüyordu.
COVID-19 ile birlikte tedarik zincirindeki “kırılganlığı” hatırladıklarını kaydeden Rubio, “Kritik endüstrilerin ne olduğunu yeniden tanımlayacağız ve pandemiden sonra dünya genelinde bu endüstriler etrafında bir miktar korumacılık olacak,” diyordu.
Aynı mülakatta Florida Senatörü daha da ileri gidiyor. Kendisinin “büyük bir kapitalizm destekçisi” olduğu bilgisini verdikten sonra, kapitalizmi dünyadaki en iyi ekonomik model yapan şeylerden birinin, sermayeyi en verimli şekilde kullanacak şekilde tahsis etmesi ve her zaman en verimli sonucu elde etmesi olduğunu savunuyor.
Ama sonrasında şunları ekliyor ve “Bununla birlikte, en verimli sonucun ulusal çıkarlarımıza uygun olmadığı durumlar da vardır,” diyor.
Rubio, bu tip durumlara örnek olarak, jenerik ilaçlardaki etken maddelerin üretimini veriyor. Bu maddelerin üretimi Çin’de daha ucuz olsa da, Rubio’ya göre, ABD’nin ulusal çıkarlarına aykırı çünkü “Bir kriz anında bu ya da bir dizi başka emtia ya da ürüne erişimimizi engelleyebilmek bir ülke üzerinde muazzam bir kozdur.”
Çin ile silahlı çatışma ihtimali: Japonya ile Pasifik savaşları örneği
Daha sonra Japonya’nın Aralık 1941’de ABD’yi hedef almasını tetikleyen şeyin ne olduğunu hatırlatan Rubio, “ABD’nin Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı öncesindeki saldırgan davranışlarıyla, onların petrole ve enerji kaynaklarına erişimini engelleyerek başa çıkma kararına” işaret ediyor.
Rubio, “Herhangi bir ülkeye bizim üzerimizde bu tür bir baskı gücü vermek, silahlı çatışma ihtimalini doğurur; silahlı çatışmanın korkunç sonuçlarının ortaya çıkma ihtimalini artırır,” iddiasında bulundu.
Rubio, Çinli şirketler söz konusu olduğunda ise “ulusal güvenliğe” ilişkin olanlarla olmayanlar arasında bir ayrım yapıyor. Ulusal güvenliği ilgilendiren alanlar arasında telekomünikasyon, biyoteknoloji, yapay zeka ve kuantum hesaplama gibi sektörler yer alıyor. Senatör, bu sektörlerde Çin’e bağımlı olmayan Amerikan şirketlerinin olması gerektiğini savunuyor.
“Yirmi birinci yüzyılı ABD-Çin ilişkisi belirleyecek”
Tedarik zincirleri söz konusu olduğunda üretimin tekrar ülke içine dönmesi (onshoring) için çaba sarf etmek gerektiğini ileri sürüyor. Rubio’ya göre eğer Çin’den ABD’ye bir üretim kayması olmazsa, bunu Orta Amerika ülkelerinde de yapabilirler. Örneğin El Salvador, Guatemala, Honduras, hatta Haiti bu iş için uygun görünüyor.
“Kapitalizmin Çin’i değiştireceğini düşündük; Çin’in kapitalizmi değiştirmeye çalışacağını fark etmedik,” diyen Rubio, Xi Jinping’in de 2008-9 krizini Batının ve kapitalizmin çöküşünün başlangıcı olarak gördüğünü, bu nedenle “agresif” politikaları ivmelendirdiğini söylüyor.
Yirmi birinci yüzyılı ABD ile Çin arasındaki ilişkinin belirleyeceğini düşünen yeni bakan, “Asıl soru şu: Aşırıya kaçmanın sonuçları nedeniyle her iki tarafın da yapabileceklerinin kısıtlandığı dengeli bir ilişki olmasını istiyor muyuz? Ulusal güvenliğimizin ve iktisadi çıkarlarımızın korunduğu dengeli bir ilişki mi istiyoruz? Yoksa bizi şu ya da bu şekilde agresif karşılıklar vererek arayı kapatmaya çalışmaya zorlayan, giderek dengesizleşen bir ilişki mi istiyoruz?” diye soruyor.
Eylül 2024 raporu: “Çin ekonomisi çöküyor” tezlerine itiraz
Marco Rubio’nun Eylül 2024 tarihli “The World China Made” (“Çin’in Oluşturduğu Dünya”) başlıklı rapor, Çin’in yüksek teknoloji endüstrisi ve küresel ticaret alanındaki başarılarına ilişkin olarak son yıllarda ABD’de hazırlanmış en kapsamlı raporlar arasında yer alıyor.
Rubio, Çin ekonomisinin “genellikle derin sorunlu, hatta belki de çöküşün eşiğinde” olarak tasvir edilmesine itiraz ediyor.
ABD’de uzmanların ve düşünce kuruluşlarının Soğuk Savaş’ta SSCB’ye karşı elde edilen zaferin etkisiyle Çin’e yönelik benzer düşüncelerle oyalandığını savunan Rubio, “Çin’in ihracat ve imalat odaklı kalkınma modeli kısa vadede Çin’i teknoloji sınırına taşıyacak kadar başarılı olmuş, fakat uzun vadede ülkenin yapısal sorunlarını aşmasına yardımcı olacak kadar başarılı olamamış olabilir … Fakat kişinin kendi başarısına olan yenilmez inancı, rehavet için bir reçetedir. Ve giderek artan bir şekilde, bu inanç önümüzde duran kanıtlarla çelişmektedir. Eğer bu raporun verdiği bir mesaj varsa, o da ABD’nin Komünist Çin konusunda kayıtsız kalamayacağıdır,” uyarısında bulunuyor.
Bugünün Çin’inin gücünün doruk noktasında olduğu varsayılsa bile, Rubio’ya göre, Çin Komünist Partisi önümüzdeki yıllarda “Amerikan sanayisi ve işçileri için gerçek ve varoluşsal bir tehdit oluşturmaya devam edecek.”
Çin ile mücadelede “Küresel Güney” stratejisi kritik
Rubio’nun raporu, Çin’in “Küresel Güney”de ABD’ye ihracat yapan fabrikalar kurarak ABD gümrük vergilerini nasıl aştığına dair analizleri aktarıyor.
Raporda, “Sanayileşmiş dünyada Çin ürünlerine karşı ticari engeller arttıkça, Çinli firmalar ihracat pazarı ve denizaşırı üretim üssü olarak Küresel Güney’i hedeflemiştir,” deniyor. Rubio, ABD’nin Çin’den ithalatının azalmasına rağmen, Çin’in “Küresel Güney”e ihracatı ile ABD’nin “Küresel Güney”den ithalatının çok benzer yükseliş eğrileri çizdiğine işaret ediyor.
Dolayısıyla Çin’in “Küresel Güney” stratejisine karşı strateji geliştirmek, Rubio’nun önerdiği Çin’le mücadele paketinin olmazsa olmazı.