SÖYLEŞİ

Michael Roberts: Yeni bir iktisadi çöküş an meselesi

Yayınlanma

Gelişmiş kapitalist ülkelerde yeni bir iktisadi çöküşün kaçınılmaz olup olmadığına dair tartışmaya her görüşten iktisatçı katılıyor. Neoliberalizmin uzatmalı çöküşü, COVID pandemisi ve pandemi rejimi ile ortaya çıkan iktisadi çöküş, tedarik zincirlerindeki bozulma, ‘küreselleşme’nin bir tür ‘bölgeselleşme’ ye evrilmesi gibi temalar merkez bankalarını neoliberal amentünün “enflasyonla mücadele” ve “parasal sıkılaştırma” kaidelerinden henüz vazgeçirmiş değil.

ABD’de faiz artırımının resesyona yol açmadan halledilebileceğine ilişkin umut ise gittikçe azalıyor. Yazdığı kitap ve makalelerde, neoliberalizmin krizi olarak görülen şeyin aslında kapitalist üretimin krizi olduğunu savunan iktisatçı Michael Roberts ile dünya ekonomisinin geleceğini konuştuk. Dünyanın finans merkez kabul edilen City of London’da uzun yıllar çalışan ve kendi deyişiyle “küresel kapitalizmin entrikalarını ejderhanın ininde gözlemleyen” Roberts, hem teorik olarak hem de ampirik gözlemlerle, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki durgunluğun nedenini marksist kâr oranlarının düşme eğilimi yasası ile açıklıyor. 

Ona göre krizin ve durgunluğun sebebi Keynesçi toplam talep eksikliği veya neoklasik aşırı kredi genişlemesi değil, kapitalist verimliliğin düşmesi ve kârlılıktaki azalmadır. Kârların düşme eğilimi, yatırım iştahını da azaltmaktadır ve yatırımın genişlemediği kapitalist ekonomilerde istihdam azalmakta ve tüketim kısılmaktadır. Roberts’a göre bu, kapitalist üretimin ‘normal’ döngüsüdür. Bu çöküşten çıkış, kapitalist ‘yaratıcı yıkım’ aracılığıyla bazı sermayelerin değersizleşmesidir. Buna savaş da sebep olabilir, başka şeyler de. Roberts’ın küresel kapitalizmden beklediği yeni iktisadi çıkışın, 1873’ten yüzyılın sonuna kadar süren bunalım döneminden çıkışa benzediğini düşünmek mümkün. Metindeki köşeli parantezler bana aittir.

Long Depression: How It Happened, Why It Happened, and What Happens Next [Uzun Bunalım: Nasıl Oldu, Neden Oldu ve Bundan Sonra Ne Olur?] kitabınızda bunalım ile resesyon arasında bir ayrım yapıyorsunuz: “Her bunalım, inovasyon dizilerindeki döngü olgunlaştığında ve ‘doygun’ hale geldiğinde başladı; dünya üretimi ve emtia fiyatları aşağı yönlü bir sürece girdiğinde, yani enflasyon yavaşladığında ve deflasyona dönüştüğünde; inşaat ve altyapı yatırım döngüsü aniden düştüğünde; ve her şeyden önce, kârlılık döngüsü düşüş aşamasındayken.” Ayrıca içindeki yaşadığımız dönemi ‘Uzun Bunalım’ olarak tarif ediyorsunuz. Sizce şu anda, uzun vadeli bir bunalım içinde yaklaşmakta olan bir resesyonda mı yaşıyoruz?

Uzun Bunalım kitabım, kapitalizmin, uyumlu bir şekilde ilerlemeyen, hepimizin yaşam standartlarını kademeli olarak iyileştirmeyen, kâr amaçlı bir üretim sistemi olduğunu savunuyor. Tam tersine, kapitalizm iktisadi patlama [boom] ve çöküşlere [slump], büyüyen eşitsizliklerin ve sömürünün eşlik ettiği şekilde ilerler. Üretimde, istihdamda ve gelirlerdeki ani artışlar, milyonların işini kaybettiği, şirketlerin iflas ettiği ve gelirlerin düştüğü şiddetli çelişkilerle sekteye uğrar. Bu, kapitalist üretimin ‘normal’ karakteridir.

Gelgelelim bazen, gelişen yaşam standartları ile üretim araçlarının sahiplerinin eline geçen kârlar arasındaki çelişki o kadar büyür ki, kapitalist ekonomiler bir bunalım içinde kalırlar. Bunalım; üretim, yatırım, istihdam ve kârlılıktaki büyümenin, çöküşten [slump] sonra herhangi bir toparlanmada önceki seviyelere dönmemesidir. 

Bu, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa ve Amerika’nın büyük ekonomilerinde yaklaşık 20 yıl boyunca yaşandı; daha sonra 1930’ların Büyük Bunalım’ında ve şimdi öne süreceğim gibi 2008-9’dan bu yana. 2010’lu yıllar, bu türden uzun bir bunalımdı. Ekonomiler, çoğu sektörde ve çoğu ülkede düşük yatırım artışı, zayıf üretkenlik artışı ve her şeyden önce ortalama olarak düşük kârlılık anlamında baskı altında kalmaya devam ediyor. 

Sizin hesaplamalarınıza göre, gelişmiş kapitalist ülkelerde kâr oranı hala 2007 seviyesinin altında. Ekonomik kriz için neoklasik ya da Keynesçi açıklamaları (aşırı kredi, devlet müdahalesi, efektif talep eksikliği vb.) hep reddediyor, onu düşük kâr oranları ve düşük yatırım iştahı ile açıklıyorsunuz. Sizce savaş veya COVID-19 tarzı bir salgın gibi bazı ‘dış’ faktörler yoluyla sermayenin keskin bir şekilde değer kaybetmesi [devalorizasyon] mümkün müdür?

Normalde kapitalist büyüme ve durgunluk döngüsünde, kârlılık çok fazla düştüğünde, toplam kârlar küçülür ve daha zayıf sermayeler iflas ederek yatırım ve istihdamda bir dizi daralmaya neden olur. Fakat bu, daha güçlü sermayelerin hayatta kalması ve iş gücünün azalmasıyla üretim maliyetleri düşerken ve yeni teknolojilerin uygulanabilmesi için, çökmüş olanlardan pazar payı elde etmesi anlamına gelir. Böylece kârlılık artar ve yeni bir ekonomik canlanma [boom] başlar. Bu süreci, yeniden başlamak için önceki sermaye değerlerinin ‘yaratıcı yıkımı’ olarak adlandırabilirsiniz. Gelgelelim, bu Uzun Bunalım’da, özellikle hükümetlerin para ve maliye politikaları zayıf sermayeleri ve finans sektörünü ucuz para ve sübvansiyonlarla kasten desteklediğinden, karlılığı yeniden canlandırmak çok daha zor oldu. Dolayısıyla şimdiye kadar ‘yaratıcı yıkım’ gerçekleşmedi. Artan hükümet harcamalarına ve parasalcı ‘ucuz para’ çözümlerine dayalı Keynesyen politika çözümlerinin ekonomileri önceki büyüme oranlarına döndürmede işe yaramamasının nedeni budur.

Evet, bunu değiştiren bir dış faktör olabilir. 1930’ların Büyük Bunalım’ı, ancak hükümetlerin seferberlik için ekonomiyi devralmak ve yönetmek için devreye girdiği bir dünya savaşıyla sona erdi.  Önümüzdeki on yıl içinde küresel çapta büyük bir savaş ve silahlanma yarışı yine böyle bir faktör olabilir, ama milyonlarca hayatın ve hatta gezegenin yok edilmesi pahasına. Kapitalizmin aralıksız yeniden canlanması yoluyla bu türden yeni bir kapitalizm dalgasının, ancak bir dizi şiddetli çöküşün sermaye değerlerini yeniden canlanmaya yetecek kadar ‘yok etmesinden’ sonra mümkün olacağını düşünüyorum. 19. yüzyılın sonlarındaki 1873-95 bunalımında olan budur. Muhtelif iktisadi durgunluğun [slump] ardından bir iktisadi canlanma dönemi ortaya çıktı ama nihayetinde 1914’te bir dünya savaşına yol açtı. 

‘ÇİN’İ ZAYIFLATMA ÇABASI, 21. YÜZYILIN JEOPOLİTİK MÜCADELESİDİR’

Bir süredir gelişmiş ülkelerde resesyonun kaçınılmaz olduğunu yazıyorsunuz. Aynı zamanda enflasyonun, özellikle de enerji fiyatlarının, zirveyi gördüğü ve şimdi bir yumuşamanın yolda olduğu anlaşılıyor. Son GSYİH ve enflasyon verileri sizin beklentilerinizi destekliyor mu?

Evet, üretim, yatırım ve karla ilgili tüm göstergeler, 100 yılı aşkın bir süredir küresel olarak en derin ve en geniş etkiye sahip olan 2020’deki COVID pandemisi çöküşünden [slump] sadece üç yıl sonra, 2023’te yeni bir çöküşe işaret ediyor. Yeni bir çöküş kaçınılmaz olarak mal ve hizmet fiyatlarının enflasyon oranını azaltacaktır çünkü işçiler işlerini kaybedecek ve şirketler kapanacak ve böylece yatırım ve tüketim talebi düşecektir. Gelgelelim, pandemi başlamadan önce bile aşikar olan küresel arzın devam eden zayıflığı var. Bu, enflasyon oranlarının 2020 öncesi gördüğümüz çok düşük seviyelere geri dönmeyeceği anlamına geliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, 2023 ve 2024, üretimde azalma ama hâlâ yükselen fiyatlarla birlikte, ‘stagflasyon’ olarak adlandırılabilecek yıllar olacak. Ve Uzun Bunalım devam edecek.

Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sözde yeşil dönüşüm, ulus ötesi sermaye için yeni özelleştirme ve mülksüzleştirme ile birlikte tüm sistem için bir çıkış olabilir mi?

Yeşil teknolojiye ve yenilenebilir enerjiye yatırım, ekonomideki genel kâr ve yatırım düşüşünü telafi etmek için yeterli olmayacaktır. Gerçekte, fosil yakıt üretiminden karbonsuz üretime geçerek gezegeni kurtarmaya yönelik kapitalist yatırım ne yazık ki yetersiz. ‘Yeşil kapitalizm’ bir kaçış yolu değil. Gezegenin yeşil dönüşümü, finans ve kilit endüstrilerin kamu mülkiyetini ve çevreye yatırım için küresel bir planı gerektirir. 

Rusya-Ukrayna Savaşı ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin yükselişinden sonra, kapitalizmin gelecekteki yapılanmasında Dünya Bankası ve IMF gibi yeni düzenleyici kurumlar görüyor musunuz? 

Dünya Bankası ve IMF, diğer uluslararası mali kuruluşlarla birlikte, ABD ve onun diğer emperyalist müttefiklerinin küresel çapta ticareti, yatırımı ve kârları kontrol etmeye yönelik mevcut uluslararası egemenlik düzeninin devamını sağlamak üzere tasarlandı.  1944’teki Bretton Woods toplantısından beri durum böyleydi. 

Fakat ABD hegemonyası ve dolar şu anda Çin gibi yükselen ekonomik güçlerin ve ayrıca Batılı emperyalist ittifakın ilan edilen çıkarlarıyla uyuşmayan Rusya, Suudi Arabistan, Hindistan veya Türkiye gibi daha zayıf güçlerin tehdidi altında. Bu, birtakım jeopolitik blokların ortaya çıkışı anlamına gelir. Tehlikeli bir gelişme. ABD hegemonyası zayıflarken, Amerikan egemen sınıfı, Rusya gibi direnen ülkeleri dizginleme ve kontrol altına alma ve her şeyden önce Batı emperyalizminin ana düşmanı olan Çin’i zayıflatma ve yok etme çabalarını yoğunlaştırıyor. Bu, 21. yüzyılın büyük jeopolitik mücadelesidir.

‘YENİ BİR KAPİTALİST GENİŞLEME İÇİN YIKIM GEREKİYOR’

2007-8 krizinden bu yana neoliberalizmin uzatmalı sonu, ‘finansın ölümü’ veya ‘reel sektör’ün yeniden canlanması olarak damgalandı. ABD hükümetinin yeni Enflasyonu Düşürme Yasası, Kuzey Amerika’da üretilen yeni elektrikli araçları sübvanse ediyor. Sizce kapitalizm, fiktif sermayenin halının altına süpürüldüğü yeni bir endüstriyel büyüme ile yeni bir döneme giriyor mu?

Kısaca, hayır. ABD hükümetinin fiskal önlemleri, hem ABD’de hem de başka yerlerde ekonomik büyümeyi sürdürme görevine göre gerçekten oldukça küçük. Küresel olarak elektrikli otomobillerin ana üreticisi aslında Çin’dir. Ve elektrikli otomobiller, şirketlerin ve bankaların ‘fiktif sermaye’, yani tahviller, hisse senetleri ve diğer finansal varlıklar üzerinde spekülasyon yapmaktan vazgeçmelerine yetecek kadar kârlı olan verimli yatırımlar sağlamak için mükemmel bir çözüm değil. 1950-73 veya 1982-97’deki gibi yeni bir kapitalist genişleme çağı, öncelikle eski üretken olmayan sermayenin önemli bir ‘yaratıcı yıkımı’, böylece bu yeni teknolojilere yatırım yapmak için kârlılığı yeterince artırması olmadan gerçekleşmeyecek.

Kapitalist üretimin dışsal bir uyarıcıya ihtiyacı olmadığını mı düşünüyorsunuz? Örneğin Hintli iktisatçılar Prabhat ve Utsa Patnaik, son kitapları Sermaye ve Emperyalizm: Teori, Tarih ve Günümüz’de kapitalist üretimin çalışmak için sömürge dünyası gibi bir dış dünyaya ihtiyaç duyduğunu öne sürüyorlar. Siz aynı zamanda Erenst Mandel’in, Kondratiev dalgalarının aşağı yönlü aşamasının içsel, yukları yönlü aşamasının dışsal olduğuna ilişkin iddiasını reddediyorsunuz. Tekelci kapitalizm, emperyalizm ve faşizm gibi adlandırmaları nasıl açıklayabilirsiniz? Kapitalist üretimin miras aldığı sorunları ‘iktisadi’ yollarla çözemediği ve ‘iktisadi olmayan’ yollara başvurduğu bir aşama olabilir mi?

Kapitalist krizlerin büyük ekonomilerdeki talep eksikliğinin bir sonucu olduğu ve kapitalizmin yalnızca kolonyal Küresel Güney’in, yani dışarıdan modern kapitalist ekonomilerin tüketimine ve iş gücüne dayanarak birikime devam ettiği görüşüne katılmıyorum.  Düzenli ve yinelenen krizler, verimlilik ve kârlılık arasındaki iç çelişkilerin sonucudur. Emperyalizm, Küresel Güney ekonomilerinden büyük kârlar elde ediyor, ama gelişmiş kapitalist ekonomilerde krizler hâlâ sürüyor.

Evet, bazen dışsal faktörler kapitalizmdeki düşüş evresini yukarıya çevirebilir (Büyük Bunalım’ın sonundaki 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi).  Fakat 19. yüzyılın sonlarında olduğu gibi, bir dizi çöküşten sonra daha yüksek kârlılık sürdürülürse, düşüş aşaması aynı zamanda yükseliş aşamasına da dönüşebilir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version