Rusya-Ukrayna konusunda ABD ve Avrupa’nın tüm baskısına rağmen, Moskova’ya yönelik yaptırımlara katılmayan ve nispeten ‘tarafsız’ bir politika izlemeye çalışan Hindistan Başbakanı Modi’nin, İsrail-Hamas çatışması karşısında Tel Aviv’den yana takındığı ‘net’ tutum Batı’nın dikkatini çekti.
Modi, İsrail’e yönelik Hamas saldırısını ‘terör saldırısı’ olarak nitelendirerek kınadı ve İsrail’e tam desteğini açıkladı. Peki, Filistin Bağımsızlık Hareketi’ni tanıyan Arap olmayan ve Filistin’de büyükelçilik açan ilk devlet olan Hindistan’ın pozisyonu neden değişti?
Aşağıda çevirisini verdiğimiz Foreign Policy makalesi diplomasi ve iç siyaset açısından bu soruya yanıt vermeye çalışmış.
Makalede üzerinde daha az durulan ve Hindistan-İsrail yakınlaşmasının en önemli unsurlarından biri olan ‘silah satışı’nı özellikle vurgulamakta fayda var.
İsrail, Batı’nın aksine Yeni Delhi’nin nükleer denemelerini izleyen yıllarda (90’ların sonu) Hindistan’a silah satışını artırarak devam ettiriyor. Hindistan ordusu askeri modernizasyonu için İsrail’den yüklü miktarlarda malzeme satın alıyor. İki ülke, ortak insansız hava araçları, radar ve iletişim sistemleri üretimi gibi pek çok askeri alanda işbirliği yürütüyor. Aynı Hindistan-Rusya ilişkileri gibi, Hindistan-İsrail ilişkilerinin de en önemli ayağını ‘savunma işbirliği’ oluşturuyor…
Modi’nin İsrail-Gazze Savaşı Hakkındaki Yorumları Değişimin Sinyali
Foreign Policy, Sumit Ganguly
12.10.2023
İsrail ile dayanışma içinde olduğunu açıkça ifade eden Hindistan, Filistinlilere yönelik uzun süredir devam eden yaklaşımından uzaklaşıyor.
1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Filistin devletinin yanı sıra İsrail devletinin kurulmasını öneren bir kararı kabul ettiğinde, bağımsızlığını yeni kazanmış olan Hindistan ret oyu kullandı. Dönemin Başbakanı Jawaharlal Nehru, Mahatma Gandhi ve diğer Hint milliyetçileri Yahudi davasına sempati duyuyorlardı, ancak İngiliz mandası altındaki Filistin’in bölünmesine karşı çıktılar ve Yahudiler için azınlık dini haklarının garanti altına alındığı federal bir düzenlemeyi savundular. Onlara göre bir Yahudi devletinin kurulması bölgenin Arap sakinlerini haklarından mahrum bırakacaktı.
Pragmatik düşünceler de Hintli yetkililerin tutumunu şekillendirdi. Kendi sınırları içinde önemli bir Müslüman nüfusa sahip olan Hindistan, onların duygularını görmezden gelemezdi. İsrail’e yönelik bir yakınlaşma yeni devletin kırılgan meşruiyeti üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir, özellikle de Hindistan’ın bölünmesi travmasını yeni yaşamış olan Hintli Müslümanlar arasında kargaşa yaratabilirdi. O dönemde Hindistan aynı zamanda kendisini sömürgeciliğe karşı bir sancaktar olarak sunmak ve Pakistan’ın da kur yaptığı yeni sömürgesizleşmiş Arap devletleriyle dayanışma içinde olduğunu göstermek istiyordu.
Hindistan 1950 yılında İsrail devletini resmen tanıdı ve 1953 yılında bu ülkenin Mumbai’de bir konsolosluk açmasına izin verdi. Soğuk Savaş’ın büyük bölümünde Hindistan-İsrail temasları sınırlı kaldı; Yeni Delhi hala Arap dünyasını yabancılaştırmaktan kaçınmak istiyor ve ülkedeki Müslüman nüfusu yatıştırmaya çalışıyordu. Hindistan ancak 1992 yılında İsrail’i tam diplomatik olarak tanıdı ve Yeni Delhi’de İsrail Büyükelçiliği açıldı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve İsrail ile Filistinliler arasında yakınlaşmayı amaçlayan Oslo Anlaşmaları’nın yaklaşmasıyla birlikte Hindistan, İsrail’i güvenli bir mesafede tutma politikasına son vermeyi tercih etti.
Aynı zamanda Hindistan Filistin’e güçlü desteğini sürdürdü. Hindistan 1974 yılında FKÖ’yü “Filistin halkının tek ve meşru temsilcisi” olarak tanıyan ilk Arap olmayan ülke oldu ve ertesi yıl Yeni Delhi’de bir FKÖ ofisi açıldı. Hindistan, 1988 yılında ilan edilen Filistin devletini tanıyan ilk Arap olmayan ülke oldu. Hindistan ve İsrail’in ilişkilerini normalleştirmesinin ardından yapılan çok taraflı oylamalarda Hindistan, Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üyelik başvurusunu desteklemek de dahil olmak üzere sürekli olarak Filistin’in yanında yer aldı.
Hamas’ın hafta sonu Gazze’den İsrail’e karşı çok yönlü bir saldırı başlatmasının ardından Hindistan Başbakanı Narendra Modi, oldukça uygun bir şekilde, Hamas’ın ‘korkunç eylemlerini’ sert bir şekilde kınadı. Ancak şu ana kadar Gazze’de mahsur kalan Filistinlilerin içinde bulundukları vahim durumla ilgili hiçbir kaygı dile getirmedi. “Bu zor zamanda İsrail ile dayanışma içindeyiz,” diye yazdı. “Düşüncelerimiz ve dualarımız masum kurbanlar ve aileleriyle birlikte.” Modi, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüştükten sonra, “Hindistan, terörizmi tüm biçimleri ve tezahürleriyle güçlü ve kesin bir şekilde kınamaktadır” diye ekledi. Her iki açıklamada da Gazze’deki insanlara selam verilmedi.
Hamas saldırılarından beş gün sonra Hindistan Dışişleri Bakanlığı savaşla ilgili ilk resmi açıklamasını yayınladı. Bakanlık Sözcüsü Arindam Bagchi haftalık brifingde sorulara verdiği yanıtta “uluslararası insancıl hukuka uymanın evrensel bir yükümlülük” olduğunu ve terörizmle mücadelenin de küresel bir sorumluluk olduğunu söyledi. Bagchi ayrıca Hindistan’ın İsrail-Filistin çatışması konusundaki tutumunu yineleyerek “İsrail ile barış içinde, yan yana, güvenli ve tanınmış sınırlar içinde yaşayan egemen, bağımsız ve yaşayabilir bir Filistin devleti” için “doğrudan müzakereler” çağrısında bulundu.
Modi’nin ilk tepkisi, kendisi ve Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) 2014 yılında iktidara gelmesinden bu yana, Modi’nin Temmuz 2017’de Tel Aviv’e yaptığı benzeri görülmemiş ziyaret de dahil olmak üzere, Hindistan’ın İsrail’e yönelik bir dizi kamuoyu girişiminin ardından geldi. Modi, dünya liderlerinin İsrail’e yaptığı önceki bakan ziyaretlerinin çoğunda uygulanan protokolü ihlal ederek Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin fiili başkenti Ramallah’a uğramadı. Netanyahu bu ziyarete Ocak 2018’de karşılık verdi. Modi yönetiminde ilişkilerin aleni bir şekilde artması, Hindistan Ulusal Kongresi partisi yönetimindeki hükümetlerin İsrail’e karşı benimsediği daha ihtiyatlı yaklaşımla tezat teşkil ediyordu. Önceki BJP hükümetleri bile 1998-2004 yılları arasında görevdeyken İsrail’i bu kadar cesurca kucaklamamıştı.
Modi hükümetinin İsrail ile ilişkilerini Yeni Delhi’deki önceki hükümetlere kıyasla daha aleni bir şekilde yürüttüğüne şüphe yok. Bununla birlikte, yıllarca Filistin Yönetimi’ne olan desteğini de düzenli olarak ortaya koydu. Modi’nin 2017’de İsrail’e yaptığı tarihi ziyaretten önce Hintli lider Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı Yeni Delhi’ye davet etti – muhtemelen ülke içindeki eleştirileri savuşturmak amacıyla. Bu ziyaret sırasında Hindistan geleneksel tutumunu yineleyerek iki devletli çözümü destekledi ve “İsrail ile barış içinde bir arada yaşayan egemen, bağımsız, birleşik bir Filistin” çağrısında bulundu.
Hindistan Birleşmiş Milletler’de de Filistin davasına verdiği destekten vazgeçmedi. Aralık 2017’de, Netanyahu Yeni Delhi’yi ziyaret etmeden hemen önce Hindistan, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü tek taraflı olarak İsrail’in başkenti ilan etmesine karşı BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamayı destekledi. Bir yıl sonra Hindistan, İrlanda’nın sunduğu, “Orta Doğu’da kapsamlı, adil ve kalıcı bir barış” çağrısında bulunan ve İsrail’in Filistin topraklarını işgalini kınayan bağlayıcı olmayan bir BM kararını destekledi. Modi yönetimindeki Hindistan ayrıca BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na yaptığı katkıyı da artırdı.
Mayıs 2021’de – haftalarca süren gösteriler ve protestocular, İsrailli yerleşimciler ve İsrail polisi arasında artan gerilimin ardından – Kudüs’teki El Aksa Camii yerleşkesinde şiddet patlak verdi. Hamas ve diğer Filistinli militan gruplar İsrail topraklarına yüzlerce roket fırlattı ve İsrail de Gazze’ye hava saldırılarıyla karşılık vererek en az 260 Filistinlinin ölümüne neden oldu. Hindistan’ın krize tepkisi nüanslı oldu: Hem Hamas’ı hem de İsrail’i şiddetin tırmanmasından dolayı kınadı. Bu tepki Hindistan’ın Filistin davasından vazgeçmeden İsrail ile bağlarını derinleştirme çabasını yansıtıyordu ki bu da Yeni Delhi’nin İsrail-Hamas savaşına kadar sürdürebildiği ustaca bir diplomatik stratejiydi.
Peki Hindistan’ın İsrail-Filistin çatışmasına yönelik tutumundaki bu görünüşte dramatik değişimi açıklayan nedir? Birkaç faktörün hesaplamaları şekillendirdiği görülüyor. Birincisi, Hindistan gelecek yıl bir ulusal seçimle karşı karşıya. BJP, tüm pratik amaçlar için Müslüman oylarını bir kenara bırakarak, Hindistan’ın Müslüman nüfusunun endişelerine cevap vermeyen kesin bir duruş sergileme konusunda elini serbest bıraktı. Dahası, bazı Hintli Müslümanlar İsrail-Hamas savaşının ardından Filistin davasına sempati duyduklarını ifade etmiş olsalar da Hamas’a özel bir sevgi beslemiyorlar.
İkincisi, Hindistan uzun zamandır Pakistan topraklarında faaliyet gösteren İslamcı militanların terör saldırılarını savuşturuyor. Hamas saldırılarına karşı tavizsiz bir duruş benimsemek sadece kendi iç seçmenlerine iyi gelmekle kalmıyor, aynı zamanda İslamabad’a zımni bir mesaj gönderiyor: Yeni Delhi’nin terörizme karşı daha sert bir yaklaşım sergileyeceği. Modi daha önce Hindistan’ın Pakistan yönetimindeki Keşmir’deki militan üslerine yönelik cerrahi saldırılarını İsrail’in yabancı topraklardaki militanlara yönelik gizli operasyonlarıyla karşılaştırmış ve İsrail’in askeri gücünün taklit edilmeye değer bir şey olduğunu ima etmişti.
Hindistan’ın Mısır’dan Suudi Arabistan’a bir dizi önemli Arap devletinin Hamas’a tam destek vermemesini dikkate almış olması da mümkündür. En iyi ihtimalle, İsrail’in eylemlerine yönelik küçük kınamalar yayınlarken düşmanlıkların daha da tırmanmasından kaçınma çağrısında bulundular. Önceki krizlerin aksine, Hamas saldırdığında çeşitli Arap devletleri İsrail ile ilişkilerini normalleştirmiş ya da normalleştirme sürecindeydi. Bazı Arap ülkelerinin bu temkinli tepkisi, özellikle Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleriyle artan ticari ve stratejik ilişkileri söz konusu olduğunda Yeni Delhi’ye bir miktar diplomatik hareket alanı sağlıyor.
Son olarak, Hindistan’ın Hamas’ı açıkça kınaması, ABD’nin kritik bir müttefikini desteklemeye istekli olduğu konusunda ABD’ye bir sinyal olabilir. Kamuoyuna açık bu tutum, Biden yönetiminin Hindistan’ın Rusya’nın Ukrayna’daki savaşına ilişkin tereddütlü duruşu konusundaki endişelerini giderebilir. Biden yönetimi Yeni Delhi’yi sert bir şekilde eleştirmeksizin Hindistan’ın Moskova’nın işgalini kınamamasından duyduğu hayal kırıklığını dile getirmişti.
Modi’nin bu krizde İsrail’e yönelmesi, özellikle Yeni Delhi’nin Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik manzaranın değiştiğini düşündüğü şu günlerde, Hindistan’ın dış politikasının artan iddiasının bir başka göstergesi. Bu da ileriye dönük soruları gündeme getiriyor. Bu hafta Hamas’ı kınayan Hindistan, Arap dünyası ile diplomatik ilişkilerini nasıl müzakere edecek? Muhtemel göründüğü üzere çatışmalar tırmanırsa Yeni Delhi tutumundan geri adım atacak mı? Hindistan’ın Modi’nin ikinci döneminde dış politikasının geri kalanına paralel olarak önemli Arap devletlerinden ipuçları alması muhtemel. Yeni Delhi’nin tek yol gösterici ilkesi, Ukrayna’yı işgalinin ardından Rusya’ya yönelik yaklaşımında da görüldüğü üzere, acımasız bir pragmatizm gibi görünüyor.
Şu anda artan ticaret, güvenlik ve savunma işbirliğinin yanı sıra ortak altyapı projelerini de kapsayan Hindistan-İsrail ilişkilerinin kapsamı ve Modi’nin Netanyahu’ya olan kişisel yakınlığı göz önüne alındığında, Hindistan’ın önemli bağlara sahip olduğu Arap devletlerinin baskısı olmadan İsrail-Gazze savaşı konusunda daha nüanslı bir tutum benimsemesi pek olası değil. Hindistan’ın terörizmi kınarken Filistin davasını savunmaya devam ettiği günler geride kalmış görünüyor. Bu değişim pek çok açıdan Modi döneminde başlayan diplomatik sürecin mantıksal bir sonucudur. Yeni Delhi’de yeni bir hükümet işbaşına gelmediği sürece bu sürecin geri dönmesi pek mümkün görünmüyor.