Editörün notu: Aşağıdaki röportaj 5 Eylül 2023 tarihinde Der Spiegel‘de yayınlandı, Gülçin Akkoç tarafından çevrildi. Röportajda görüşlerine yer verilen tarihçi Marc Buggeln, Flensburg Avrupa Üniversitesi’nde bölgesel yakın tarih ve kamu tarihi profesörü olarak araştırma yapıyor ve ders veriyor. Son olarak, “Eşitlik vaadi. Almanya’da 1871’den Günümüze Vergiler ve Sosyal Eşitsizlik” başlıklı ödüllü doçentlik tezini yayınladı. Buggeln, nazi iktidarında vergi politikasının sıradan insanları değil, burjuvaziyi kayırdığını söylüyor.
Nasyonal Sosyalizmde Vergi Politikası: “Hitler’den Burjuvazi Karlı Çıktı, Sıradan İnsanlar Değil”
Martin Pfaffenzeller
Der Spiegel
5 Eylül 2023
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da en yüksek vergi oranı %65 civarındaydı ve bugüne kıyasla çok daha yüksekti. Tarihçi Marc Buggeln şöyle açıklıyor: Bunun birinden alıp diğerine dağıtma ya da sosyalizmle pek alakası yoktu.
SPIEGEL: Sayın Buggeln, son makalenizde İkinci Dünya Savaşı Dönemi’nde Nasyonal Sosyalistlerdeki vergi politikalarıyla Büyük Britanya ve ABD’deki vergi politikalarını kıyaslıyorsunuz. Bunun amacı nedir?
Buggeln: Bu kıyaslama sayesinde Hitler’in zenginden alıp fakire dağıtmayı ne derecede hızlandırdığını görebiliriz. Almanya tek başına değerlendirildiğinde Nasyonal Sosyalistlerin, toplumsal eşitsizliğe karşı harekete geçtikleri izlenimine kapılabilirsiniz. Yüksek gelirlilerin vergilerini daha savaştan önce arttırdılar. 1941 yılına kadar en yüksek vergi oranı %65 civarına kadar çıkmıştı, yani bugünkünden oldukça fazla. Diğer yandan, işçiler üzerindeki yük açıkça arttırılmamıştı.
SPIEGEL: Diğer ülkelerde durum nasıldı?
Buggeln: Büyük Britanya ve Amerika’da en yüksek gelir vergisi oranları, o dönemki vergi mevzuatına dayanarak yaptığım hesaplarıma göre belirgin şekilde daha yüksekti. 10 milyon Reichsmark’lık bir gelir için bu oran, savaş bitmeden kısa süre önce yaklaşık %97,5 ve %94’dü. O sıralar Almanya’da oran, %65 civarlarında kalmıştı.
SPIEGEL: Bu durumdan kaç kişi etkilendi?
Buggeln: On milyon Reichsmark yüksek bir gelir, muhtemelen üç ülkede de yüz kişiden daha azı tarafından kazanılıyordur. Yine de en yüksek vergi oranları sadece sembolik politika değildir. Süper zenginlerin vergilendirilmesi eşitsizlikle çok alakalıdır. Biraz daha geniş bir elit kesime bakıldığında da benzer bir tablo ortaya çıkmaktadır: Büyük Britanya’da bu oran 1941’de 500.000 Reichsmark’lık bir gelir için yüzde 88’di ve bu durum muhtemelen on binlerce insanı etkiliyordu. ABD’de bu oran 1943’te yaklaşık iki milyon Reichsmark ve üzeri gelirler için yüzde 89’du. Kapitalist Anglo-Sakson ülkeleri, zenginlerini Nazilerden çok daha fazla cezalandırıyordu ve bu sadece gelir vergisi için geçerli değildi.
SPIEGEL: Başka nelerde?
Buggeln: Zenginleri yük altına sokmanın etkili bir yolu olan veraset vergisi konusunda da durum açık: İngiltere ve ABD’de tek mirasçı sırasıyla yüzde 65 ve yüzde 77 oranında vergi vermek zorundaydı, muhafazakar olan Japonya’da bile bu oran yüzde 60’tı. Almanya’da ise bu oran sadece yüzde 15’ti. Ve Krupp silah üretim hanedanlığı söz konusu olduğunda, özel bir yasa olan Lex Krupp oluşturulmuştu, böylece mal sahibinin ölümü halinde hiçbir vergi ödenmeyecekti.
SPIEGEL: Düşük gelirliler için karşılaştırmalar nasıl?
Buggeln: Üst düzey vasıflı bir işçi maaşıyla 4000 Reichsmark geliri olan bir kişi, 1941 yılında Almanya’da %22 vergi ödüyordu. Benzer bir gelir Büyük Britanya’da %21’le vergilendiriliyorken, ABD’de ise sadece yüzde 2 oranında vergilendiriliyordu. Almanlar maaşlarıyla zaten çok az şey satın alabiliyorlardı, çünkü savaş nedeniyle tüketim olanakları devamlı olarak azalmıştı: et, tereyağı, süt kıt ürünler haline gelmişti. Para bankalara gidiyor, onlar da devlete aktarıyordu. Bu, enflasyonu körükleyen ve biriktirilen paranın savaştan sonra çok az değer kazanmasına yol açan gizli bir savaş finanse etme yöntemiydi.
SPIEGEL: Makalenizle Götz Aly’nin çok satan kitabı “Hitlers Volksstaat “a karşı çıkıyorsunuz. Kitap, Nazi rejiminin “sosyo-politik rüşvet” yoluyla kendini sağlama kavuşturan bir “hatır diktatörlüğü” olduğunu söylüyor. Bu tez hakkında ne söylemek istersiniz?
Buggeln: Aly, Alman halkının lehine Yahudilerin ve işgal altındaki ülkelerin sistematik olarak yağmalandığını vurguladığı için araştırmasında haklılık payı vardır. Yurtdışındaki bu yağma sayesinde Almanlar, Birinci Dünya Savaşı zamanında çektikleri açlığı, İkinci Dünya Savaşı’nda çekmek zorunda kalmadı. Ancak Aly, Hitler ve Federal Maliye Bakanlığı Devlet Sekreteri Fritz Reinhart’ın sosyo-politik bir değişim isteğiyle hareket ettiklerini iddia ettiğinde buna karşı çıkmak zorundayım. Onun sözde ‘’kitleler için hoşgörü’’ ve ‘’burjuvazi için güçlük’’ tezlerinin temelden yanlış olduğunu düşünüyorum.
SPIEGEL: Neden?
Buggeln: Bunlar Hitler’in kendi ifadeleriyle başlıyor. Ne 1920’deki parti manifestosunda ne de 1925/6’daki “Mein Kampf [Kavgam]” kitabında vergi sisteminden bahsetmiştir. Vergi konusuna daha çok konuşmalarında değiniyordu. Ancak bunlar zenginlere vergi ya da yoksullara yardımla ilgili değildi. Bunun yerine, Alman sanayisindeki aşırı vergilendirmeyi defalarca kınıyordu.
SPIEGEL: Bununla birlikte, savaş öncesi dönemde Nasyonal Sosyalistler üst sınıflar için yalnızca gelir vergisini değil, aynı zamanda şirket vergisini de artırdılar…
Buggeln: Hitler’in vergi politikası konusundaki temel hedefi şuydu: Devletin, bir savaşı kazanmak için yeterli gelire sahip olması. Savaş hazırlıklarının yüksek harcamaları sebebiyle vergi yükü şirketler, serbest meslek sahibi kişiler ve yüksek gelirli kişiler için olduğu kadar sıradan gelirliler için de arttı. Tanklar ve uçaklar için para herhangi bir yerden gelmek zorundaydı. Ancak o zaman vergi politikasına diğer tedbirler bağlamında bakmamız gerekir.
SPIEGEL: Hangi bağlamda?
Buggeln: Nasyonal Sosyalistler ücretleri 1929 Dünya Ekonomik Krizi dönemindeki seviyede dondurdu. 1936’dan itibaren tam istihdam sağlandığında bile işçiler ve çalışanlar bundan faydalanamadı. Normal şartlarda çalışanlar, böyle durumlarda daha yüksek ücret taleplerini zorla kabul ettirirlerdi çünkü işverenler onlar için rekabet etmek zorunda kalırlardı. Diğer yandan şirketler ve serbest meslek sahibi kişiler yeniden silahlanma ve maaşların dondurulmasından büyük fayda sağladı, kârları vergi yükünün artışından çok daha hızlı arttı.
SPIEGEL: Bu durum zenginler ve yoksullar arasındaki ilişkiyi nasıl etkiledi?
Buggeln: Fransız iktisatçı Thomas Piketty, bir toplumdaki eşitsizliği, en zengin grupların toplam gelirdeki paylarına bakarak değerlendirmektedir. İşe yarar rakamların bulunduğu son dönem olan 1932’den 1938’e kadar Almanya’da en yüksek gelirli %1’in yanı sıra en üstteki %0,1’in payı da önemli ölçüde artmıştır. Aly, kitabında yalnızca kurum vergisi artışları gibi münferit tedbirlerden bahsetmekte, ancak genel rakamlara ve birincil gelirlerin gelişimine değinmemektedir. Bunlardan anlaşılan şudur: Hitler’den kârlı çıkan burjuvazi olmuştur, sıradan insanlar değil.
SPIEGEL: Neden alt sınıflar diktatörlüğe ve savaşa sonuna kadar razı oldu?
Buggeln: Bir kere büyük bir baskı vardı. Katılmamak, grup hapsi ya da ölümle cezalandırılıyordu. Örgütlü direniş zaten savaştan önce zulümlerle büyük ölçüde ezilmişti. İşçi hareketinin önde gelen isimleri toplama kamplarındaydı. Öte yandan, fetih savaşı sayesinde Almanların herkesten daha iyi durumda olacağı vadedilmişti.
SPIEGEL: Bu nasıl düşünülebilir?
Buggeln: 1940 yılında Fransa’ya karşı kazanılan zaferden sonra, Avrupa’nın yeni düzeni için büyük planlar yapıldı. Orada Alman işçilere Avrupa’nın ustabaşısı olacaklarının, yani diğer Avrupalıları çalışmaya teşvik edip kendilerinin en iyi evlerde yaşayacaklarının sözü verildi. Hans-Ulrich Wehler bir keresinde Birinci Dünya Savaşı sırasındaki imparatorluk için ‘’sosyal emperyalizm’’den bahsetmişti ancak bu terim pek kabul görmemişti. Bence Nazizm için oldukça uygun: amaç Alman toplumu içinde değil, Avrupa’da fethedilen topraklardaki Alman olmayan insanların aleyhine “yeniden paylaşımdı.” Amaçlanan toplum modeli her zaman hiyerarşikti, eşitlikçi değildi.
SPIEGEL: Nasyonal Sosyalistler büyük ölçüde Alman burjuvazisinin özel mülkiyetine saygı göstermiş, Weimar Cumhuriyeti’nde kamulaştırılan şirketleri ve bankaları özelleştirmiş ve eşitlik, dayanışma ve özgürleşme anlamında politikalar izlememiştir. Peki Hitler neden partisinin adının bir parçası olarak sosyalizm kelimesini seçti?
Buggeln: Bu muhtemelen bir Alman geleneğine dayanmaktadır. 1848 yılında Paulskirche’deki Ulusal Meclis, muhafazakar iktisatçı Lorenz von Stein’ı Paris’teki ayaklanmalara gözlemci olarak gönderdi. Yanında komünizm ve sosyalizm arasındaki farkı da getirmişti: Ona göre komünizm, proletaryanın eşitlik için ayaklanmasıydı ve kesinlikle reddedilmeliydi. Sosyalizm ise, işçilerin yoksulluğuyla mücadele etmekti ancak devrim ve eşitlik vaadi olmadan, ki bazı muhafazakârlar ve liberaller de bunu çabalamaya değer buluyordu. “Sosyalizm”in bu kullanımı 19. yüzyıl boyunca devam etti. Weimar Cumhuriyeti’nin başlarında, ulusal muhafazakâr Alman Ulusal Halk Partisi (DNVP) milletvekilleri de terimi bu anlamda kullandılar.
SPIEGEL: Hitler “sosyalizm”den ne anlıyordu?
Buggeln: Bu ilk başta işçi sınıfını yanına çekebilmek için uyguladığı bir propagandaydı. Ama daha detaylı bakılırsa ve “Naziler neden altta büyük bir yoksulluk olan ve sınıflar arası geçiş olmayan bir sınıf sistemine sahip olmak istemediler?” diye sorulursa, o zaman iki maddeye ayrılır. İlk olarak, ağır işlerde çalışan Alman çiftçiler ve işçiler kabul görmek zorundalar ve aç kalmamalılar. Çünkü savaş planları için vatanı için ölmeye hazır, güçlü adamlara ihtiyaç vardı.
SPIEGEL: İkinci olarak?
Buggeln: Sosyal hareketlilik ırk teorisi nedeniyle isteniyordu: eski elitlerin, yeni kanla tazelenmesi gerektiğine inanılıyordu. Bu nedenle, belirli bir sosyal hareketliliğe ihtiyaç vardı. Nasyonal Sosyalistlerin çoğu, yaşlı bir eliti yenilemeleri gerektiğini düşünen gençlerdi. Bu, elbette, özellikle Alman-ulusal bir sosyalizm anlayışıydı ve alışılmış tanımlara göre, bugün Nazilerin sosyalist ya da solcu olduğunu iddia etmek pek inandırıcı değildir.