GÖRÜŞ

Liberal solun ‘faşizm’ retoriği

Yayınlanma

6) Yeşillere yedeklenen sol neredeyse bütünüyle etkisizleştirilmiştir; böyle bir ortamda yeni bir sol ya dipten gelen sarsıcı bir darbeyle ya da küçük ve orta burjuvazi ile ittifak içinde doğabilir.

Mükemmel işleyişi sürdürmek için bir de dişlilere yağ gerek; ideolojidir bu. Sistemin en değişken bileşenidir ideoloji; çağına ve ihtiyacına göre şovenizm de uyar ahlakçılık da, din de uyar hürriyetperverlik de. Nazi tarihiyle ilgili en önemli kitaplardan birinin sahibi olan William L. Shirer, Hitler’in en etkileyici nutuklarının barış nutukları olduğunu yazar. Lenin’in en çok bilinen sözlerinden biridir şu: “Hürriyet, büyük bir sözdür; ama sanayi hürriyeti bayrağı altında en haydut savaşlar yürütüldü, çalışma hürriyeti bayrağı altında çalışanları soydular.” Şu sözler de Freud’dan: “Cinselliği eksik olan cinsellikten söz eder, aç insan yiyecekten söz eder, parası olmayan paradan, bizim oligarklar ve bankerler de ahlaktan söz ederler.”

Böylece “yeniden yapılandırılan”, yani militarize olan, yani emekçiler için Schwab’ın vazettiği türden bir yok oluş hazırlayan sistem, en sağlam ideolojik dayanağını, en saldırgan olmakla kalmayıp en sahtekâr ve en zehirli siyasette: düzen içi solda (Yeşiller, Avrupa sosyal demokrasisi, Amerikan liberalleri, vb.) bulur. Bunların başında da, daha Yugoslavya’yı katlettikleri günlerde emperyalist rüştünü ispat ettiği halde Avrupa solunun bir türlü köprülerini atmadığı Yeşiller gelir.

Ama bu aynı zamanda düzen içi solu sol olmaktan tamamen çıkaran bir süreçtir. Solu Yeşillerin mi yoksa Rothschild’in, Goldman Sachs’ın, Fiat’ın doğrudan iktidarlarının mı yok edeceği gidişat açısından elbette önemlidir: ikinci durumda doğrudan bir imha söz konusudur, ilk durumda ise uzun süreli yedekleme yoluyla. Ama sonuç açısından bir önemi yok.

2 Eylül’de şöyle yazmıştım: “Ekonominin tümden militarizasyonu, alabildiğine bir gericileşme, sosyal hakların sınırsızca biçilmesi, dev tekeller için muazzam yeni kârlar ve muhteşem yeni savaşlar… Demokrasi, hukuk, sözler, vaatler, hepsi masal bunların; tek bir gerçek var, Avrupa’nın en büyük savaş kışkırtıcısı partisi Yeşillerin eşbaşkanı Reichsminister des Auswärtigen Joachim von Ribbentrop’un… affedersiniz, tarihler karıştı; Bundesministerin des Auswärtigen Annalena Baerbock’un sözleri: seçmenin ne dediği ve hangi protestoları yaptığı umurumda değil.”

Ne var ki siyaset boşluk tanımaz; bugün etkisizleştirilen güçler yarın başka bir yerden doğup gelişirler. Solun doğabileceği sadece iki dölyolu vardır: ya dipten gelen bir dalgayla, ya da küçük burjuvaziyle ittifak içinde.

7) Birinci durumda dipten gelecek olası bir dalganın siyasi istikameti belirsiz olacak, sıklıkla yalpalayacak veya içinden ilkeli ama gelişme dinamikleri şimdilik belirsiz ve dar eğilimler çıkaracaktır.

Bu doğuş ve büyüyüşün hızı öngörülemez, ama her yeni doğuşta olduğu gibi sayısız acemilik, sayısız hata, sayısız ihanet çıkartacaktır, defalarca sendeleyecektir, nereye varacağını çoğu durumda kendi de bilemeyecektir. Kuşkusuz kararlı bir siyasi önderlik bütün bu olumsuzlukları tersine çevirebilir. Ama unutmamak gerek: karşılaşacağı fiziki ve ideolojik şiddete karşı koymak için ne 1930’larda olduğu gibi dünya komünist hareketi vardır arkasında, ne kapitalizmin altın çağında olduğu gibi kazanılmış burjuva demokratik haklara bel bağlayabilir (çünkü yok edilecektir bunlar), ne 1980’lerin başına kadar olduğu gibi dünyanın dört bir yanında alev alev yanan antiemperyalist mücadeleler. Bu, halkların yerini devletlerin aldığı bir dönem; devletler ise ideolojik omurgaları kalmadığı için sırtını yoldaşça dayayabileceğin müttefikler, “vasıtasız ihtiyatlar” değildir, devletler olsa olsa “vasıtalı ihtiyatlardır”.

Öyleyse başka “vasıtalı ihtiyatlar” bulmak ve bunları “vasıtasız ihtiyatlara” çevirmek kaçınılmazdır.

8) Böylece Avrupa’da bonapartist-dögolcü akımlar güçlenecektir.

Delyagin bir yerde, Glazyev’i “Atatürksüz kemalist” veya “De Gaullesüz golist” saydığını söylemişti. Bu doğrudur ve üstelik sadece Glazyev ile ilgili de değildir. Küçük ve orta burjuvazinin yeni baştan yükselişini vazeden bütün iktisatçılar, ister Glazyev olsun ister Mamedov, isterse de bunların batılı muadillerinden her kimse, kaçınılmaz olarak bu kesimlerin sınıf menfaatlerinin gerçekleştirilebileceği yegâne iktisadi sistem olarak şu veya bu biçimiyle sosyalizmi görüyorlar. Ama marksist değil sadece kalkınmacı sosyalizmi, Mahmut Esat’ın devlet kapitalizmine karşı vazettiği türden bir tür devlet sosyalizmini, bir NEP sosyalizmini, sosyal adalet temelinde küçük ve orta burjuvazinin desteklenmesini. Ve bu da sebepsiz değildir, zira küçük ve orta burjuvazinin menfaatleri emekçilerden çok büyük burjuvaziyle çelişiyor.

Post-Sovyet ülkelerinde kitleleri yeni bir devlet ideolojisiyle kucaklamak ihtiyacı da yakıcı şekilde hissedilir. Bu ideoloji çokuluslu ülkelerde milliyetçilik olamaz. Çokuluslu ülkeler çok inançlı ülkelerdir; dolayısıyla din de olamaz. Bu durumda kitleleri bağlayacak yeni bir devlet ideolojisi, eski devlet ideolojisinin ta kendisidir: sosyal adalet.

Diğer ülkelerde ise aynı sonuçlar farklı dinamiklerle mayalanıyor. De Gaulle örneği, generalin Fransa tarihinde oynadığı rol düşünülürse, gayet uygun. De Gaulle bir “devlet” adamıydı; Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından çıkması, Cezayir’den çekilmesi, mayıs olaylarının bastırılması, bu devlet adamlığının sonucudur. Onun için temel olan devletin devamlılığının sağlanmasıydı. Bu bir sınıf tutumudur ve altında yatan iktidar ilişkisi, küçük ve orta burjuvazinin menfaatlerine uygun bir bonapartizmdir.

Bu, batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok daha politize olan Rusya aydını için ideal çözümün formülüdür: sosyalist tedbirler uygulanmaksızın ikinci NEP hayata geçirilemez, büyük burjuvaziyi nihai olarak geriletecek bir küçük ve orta burjuvazi tesis edilemez, bu tedbirler ise (devrim olmayacağına göre) ancak bonapartist, “tarafsız bir devletle” hayata geçirilebilir. Ama bu aynı zamanda batı ülkeleri için de geçerlidir: küçük ve orta burjuvazi, olanca dar kafalılığına rağmen, büyük burjuvazi (mali sermaye) tarafından proleterleştirilmek istemiyor. Küçük ve orta burjuvazinin menfaatleri emekçilerden çok büyük burjuvaziyle çelişiyor. Bu ülkelerde küçük ve orta burjuvazinin büyük bölümü siyasi bağımsızlık yanlısıdır, çünkü vasallık ilişkilerinin mali sermayenin gücünü katladığını sezgileriyle de olsa biliyor. “Tarafsız devlet” elbette ideal bir biçim olarak asla olmayacak şeydir, ama bu talebin temsil ettiği şey, bugün yaşadığımız “anomalitenin” (devletin egemen sınıfların dolaylı temsilcisi olmaktan çıkması, devletin göreli özerkliğinin ortadan kalkması, mali sermayenin doğrudan doğruya devlet haline gelmesi) karşısında bir demokrasi talebidir.

9) Demek ki solla küçük ve orta burjuvazinin olası ittifakının siyasi çerçevesini siyasi bağımsızlık, iktisadi çerçevesini orta ve küçük burjuvazinin büyük burjuvaziye karşı desteklenmesi oluşturacaktır.

Solun teorik derinliği neredeyse tamamen kaybolur ve düşünmenin yerini (anlamsız değilse bile) çoğu lüzumsuz aforizmalar alırken küçük ve orta burjuvazinin tutumundaki bu köklü değişiklik önemsiz sayılmak şöyle dursun fark edilmiyor bile.

Bu tartışma neden önemli? Neden solda da bir altüst oluş yaşandığını ama solun bunun farkında dahi olmadığını düşünüyorum? Doğrudur, teorik olarak yeni bir şey yok; başka sınıflar, küçük ve orta burjuvazi, büyük burjuvaziyle çatışmaların tırmandığı her dönemde başka yollar aramaya kalkışmış ve bu yolları da kimi zaman sosyalizmin başka, yani “ütopik” yorumlarında bulmuşlardır. Ama ütopik, ona doğru tek bir adım olsun atılamayacak hayaller anlamına gelmez; ütopyanın nihai hedefine ulaşılamaz anlamına gelir. Ütopizm sadece ahlakçılıkta, kurtuluş teolojisine dayanan yeni (yani aslında tamamen eski) bir tür dincilikte, sistem içi iktisat teorilerinde ortaya çıkmaz. Ütopizm ideolojik bir tutumdur ve bu yüzden ideolojik olan her şeyde ortaya çıkar. Herhangi bir ideolojik tutuma hiçbir zaman burun kıvrılamaz, yok sayılamaz, önemsiz sayılamaz; “biz bunları çoktan aştık” ukalalığı yapılamaz. Tam tersine, onunla barış içinde mücadele edilir, olumlulukları sahiplenilir, ortak nitelikler öne çıkarılır; çünkü bir teori ütopik diye onu besleyen sınıf hareketleri yok olmaz, tam tersine ütopizmin varlığı aynı zamanda yeni bir toplum için hissedilen susuzluğu gösterir.

Kapitalizm içinde siyasi bağımsızlık, kapitalizm içinde büyük burjuvazinin dizginlenmesi düşünceleri birer ütopyadır, ama asla gerçekleştirilemeyeceği için değil, gerçekleştirilse bile kalıcı kılınamayacağı için öyledir. Elbette 20’nci yüzyılın sosyalizm tecrübesinin bize gösterdiği, onun da (üstelik kapitalizmden tamamen farklı ilkelere rağmen) siyasi bağımsızlığı ve burjuvaziye karşı emekçilerin iktidarını kalıcı kılamamış olduğudur. Ama tecrübe ile bilim, ampirizmle teori tamamen farklı şeylerdir; ilki deneysel bir sonuç verir, ikincisi ise bilimsel bir çerçeve koyar.

10) Çağdaş dögolcülük izolasyonist eğilimleri, kültürel tercihleri, gelenekselci muhtevaları yüzünden “liberal” diktatörlükler tarafından faşist veya aşırı sağcı diye damgalanacaktır.

Sadece bizde değil bütün dünyada teorik derinlik kayboldu. Kavramlar birbirine karıştı, amorflaştı, her isteyen keyfince kullanır oldu. Bunun sorumlusu başta sol liberalizmdir; bu liberalizm, analizlerde nesnelliği yerle bir etti, işbirliği içinde olduğu sınıfların, yani onların siyasi temsilcilerinin menfaatlerine göre, herkesi işine gelen torbaya doldurmaya başladı: kimini afaki, hayali bir “demokrasi” halesiyle donattı, kimini faşist ilan etti. Kerameti kendinden menkul ön kabullerin sonucu, batı yanlısı herkes demokrat, ama bütün milli bağımsızlık yanlıları, antiemperyalistler, göbeği Avrupa’da kesilmemiş sosyalistler, modern ideolojik terör biçimleriyle uygulanan endoktrinasyondan ve kültürel, milli, sınıfsal, vb. kimliksizleşmeden endişe duyan ve buna karşı çıkan herkes, gırtlağı hâlâ pek formunda olan sol liberallere göre faşisttir veya az çok faşisttir.

Küçük burjuva sağcılığı tam da bu yüzden bugün genellikle faşizm diye kabul ediliyor. Oysa bu, gerçekliğin değil görüngünün tarihini hakikatin yerine koymak demektir.

Birbirleriyle kanlı bıçaklı kavgalı da olsalar marksist hareketler klasik faşizmleri değerlendirirken mali sermayenin diktatörlüğünün altını çizerler ve bu biricik doğru yaklaşımdır. Küçük burjuva sağcılığı faşizm değildir. Faşizme evrilebilir, ama evrilmeyebilir de. Onun evriminin istikametini (nesnel açıdan) sınıf ilişkileri, milli krizin sosyal, iktisadi ve siyasi veçhelerinden başka ideolojik veçhesi, uluslararası ilişkiler; (öznel açıdan) solun bu kesimlerle ilişkileri, aralarındaki karşılıklı etkileşim, bu hareketleri demagojik antiemperyalizmden çıkartıp gerçek bir antiemperyalist çizgiye itme çabası belirler.

***

Yazının birinci bölümü:

Büyük savaş kaçınılmaz mı?

Çok Okunanlar

Exit mobile version