1 Kasım seçimlerinde en yüksek oyu alarak hükümeti kuran İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, diplomaside iki temel hedef belirledi: İran’ın nükleer programını durdurmak ve İbrahim Anlaşmalarını özellikle Suudi Arabistan’a doğru genişleterek Riyad’la normalleşmek. Netanyahu her iki hedefinin de yolunun büyük ölçüde ABD ile ilişkileri sağlamlaştırmaktan geçtiğinin farkında. Ancak Netanyahu’nun dış politik hedefleriyle onun İsrail tarihinin en sağcı hükümetinin iç politika planları arasındaki uyumsuzluk bu hedeflerin önündeki en büyük engel gibi duruyor.
Netanyahu, hükümetteki ortak partilerle yaptığı ikili anlaşmalarda Batı Şeria’daki toprakların fiilen ilhakını başlatmak için yeşil ışık yaktı. Özellikle güvenlik güçlerinin başına geçirilen Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve yasa dışı yerleşim yerleri üzerinde söz sahibi olarak Maliye’yi devralan Bezalel Smotrich’in eylem ve faaliyetleri ile Filistin topraklarındaki yasa dışı yerleşim birimlerini güçlendirmek için atılan her adım Filistin’le yeni bir gerilime neden olurken İsrail’in Yahudi vatandaşları arasında da korku ve endişe yaratıyor. Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gökhan Çınkara, Batı Şeria bölgesinde yaşayan Filistinliler için yaşam koşullarının Ben-Gvir ve Smotrich eliyle çok daha güçleşeceği görüşünde: “Batı Şeria bölgesinde (Filistin’de kalan kısmı) yaklaşık 3 milyonu aşkın kişi yaşıyor. Bu kişilerin birçoğu çalışmak için İsrail’e her gün giriş çıkış yapıyor. İsrail’den ticaret yapanlar var. Halihazırda güç olan koşulları daha da güçleştireceğini söylemek mümkündür.”
İsrail hükümetinin Filistin politikası
Sadece Batı Şeria değil, İsrail vatandaşı Araplar için de koşulların daha da zorlaşması öngörülüyor. Çınkara, “Ben Gvir’in pozisyonu itibariyle, güvenliği İsrail’de yaşayan Arap nüfus üzerinde kısıtlayıcı ve çevreleyici bir kaldıraç olarak kullanacağını söyleyebiliriz. İsrail’de Araplar arasında süregiden şiddet sarmalı bu güvenlikçi politikaların yoğun ideolojik içerikle formasyonunda önemli bir aşamayı oluşturuyor. Ben Gvir özellikle İsrail’in kuzeyinde yoğun yaşayan Araplar üzerinde politikalarını yoğunlaştıracağını düşünüyor” diyor.
Ülkede Filistin meselesi ve işgal konusunda yaşanan geleneksel siyasi anlaşmazlıklar, yeni İsrail hükümetinin politikalarıyla farklı bir boyut da kazandı. Yeni hükümetin kurulmasından hemen önce çıkarılan yasayla Ulusal Güvenlik Bakanlığının yetki alanının genişletilmesinin sınır polisini “Ben-Gvir’in özel ordusu” haline getirdiği eleştirileri yapıyor. Ben-Gvir’in, göreve gelir gelmez Batı Şeria ve Filistinli tutuklular aleyhine aldığı kararlar da eleştirileri haklı çıkarıyor.
Yargı reformu ve Yahudi şeriatı
Yeni hükümete eleştiriler Ben-Gvir’le sınırlı değil. Sağcı radikal milletvekillerinin ülkede Yahudi şeriatının uygulanması gerektiği yönündeki açıklamaları İsrail vatandaşlarında huzursuzluk ve endişeye neden oluyor. Çınkara, ayrımcılık yasası, vergiler ya da zorunlu askerlik uygulamasına dair tartışmaların İsrail’in seküler kesimlerini rahatsız edebileceğini söylüyor: “Dindar, milliyetçi ve muhafazakâr sağ sektörler için Netanyahu liderliğindeki koalisyonun atacağı adımlar partilerine olan güveni tazeleyecektir. Bu da günün sonunda İsrail’in sağ ve sol veya milliyetçi ve kozmopolit eksenlerinde bölünmesini konsolide edecektir.”
Cumartesi günü Tel Aviv’de toplanan on binlerce İsrailli, hükümetin “yargıyı zayıflatma” girişimlerini ve aşırı sağcı politikalarını protesto etti. Netanyahu’nun partisi Likud’un Adalet Bakanı Yariv Levin’in İsrail yargı sisteminde hayata geçirmeye çalıştığı “reform” adı altındaki değişiklikler de ülkede en çok eleştirilen diğer bir başlık. Levin’in tüm eleştiri ve tepkilere rağmen ısrarcı olduğu değişiklikler, Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini sınırlandırmayı, hakimlerin seçimi üzerindeki yargı etkisini azaltmayı ve Meclis’in mahkeme kararlarını geçersiz kılabilmesini öngörüyor. Yargı ve muhaliflerin tepki gösterdiği bu değişikliklerin “İsrail demokrasisini” tırpanlayacağı ve ülkeyi otoriter bir rejime sürükleyeceği eleştirilerinin yanı sıra söz konusu yasa değişikliğinin bizzat Netanyahu hakkında açılmış davaları rafa kaldırmak gibi kişisel bir amaca hizmet etmesinin önünün açılması da tartışmanın diğer bir boyutu.
Cumartesi günü Tel Aviv’de toplanan on binlerce İsrailli, hükümetin “yargıyı zayıflatma” girişimlerini ve aşırı sağcı politikalarını protesto etti. Foto: Mostafa Alkharou / AA
ABD ile ilişkilerin geleceği ve olası riskler
Tüm bu yaşananlar ve süreç İsrail’de iç huzursuzluğu artırırken dış politikada konan hedeflerin anahtarı konumundaki ABD ile gerileme de yol açıyor. ABD Başkanı Joe Biden, yeni İsrail hükümetinin politikalarıyla ilgili, ABD’nin iki devletli çözümü desteklemeye ve bunun uygulanabilirliğini tehlikeye atan veya karşılıklı çıkar ve değerlerle çelişen politikalara karşı çıkmaya devam edeceği uyarısında bulunmuştu. Bu nedenle, Batı Şeria’da Yahudi yerleşimci sayısının artırılması ve ilhak adımlarının hızlandırılması İsrail’in Biden yönetimi ile ilişkilerinde sorunlara yol açma potansiyeli yaşıyor. Gökhan Çınkara, ABD’de sağcı birisinin iktidara gelmesi durumda mevcut İsrail siyasetinin çok da baş ağrısı yaratmayacak bir kompozisyona sahip olduğunu düşünüyor: “Fakat Biden yönetimi için aşırı sağ unsurların hükümette varlığı Ortadoğu’daki kırılgan düzen için bir tehdit teşkil ediyor.”
ABD’li Demokratlar Filistin sorunun çözümü için Tel Aviv ve Filistin’in anlaşması gerektiğini savunurken Netanyahu sorunun çözümünün diğer Arap ülkeleriyle normalleşmekten geçtiği görüşünde. Bu kapsamda önceki Başbakanlık dönemlerinde eski ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas ile normalleşme anlaşmaları imzalayan Netanyahu’nun yeni ve en büyük hedefi Suudi Arabistan. Son dönemde yaşanan gerilime rağmen, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki Riyad üzerinde önemli bir ağırlığı bulunuyor. Dolayısıyla Netanyahu’nun Riyad’la anlaşmaya varması için Washington’un arabuluculuğuna ihtiyacı var. Ancak İsrail hükümetinin iç politik adımlarının Washington-Tel Aviv ilişkilerinde olası bir erozyona yol açması Riyad kapısının açılmasını zorlaştırabilir. Öte yandan Arap vatandaşlarına ve Filistinlilere zulmeden, Mescid-i Aksa merkezli statükoyu Araplar aleyhine bozan bir İsrail hükümeti ile anlaşmaya varmak Arap dünyasının liderliğine oynayan Riyad’ın kolay yanaşacağı bir çözüm olmayabilir.
Washington ile ilişkilerde yaşanacak olası bir erozyonun Netanyahu’nun, diğer bir hedefi olan İran’ın nükleere erişimini engellemede de ABD üzerindeki ağırlığını kaybedebilir. ABD’nin İsrail’den bağımsız olarak “İran tehlikesini” kendi varlığına tehdit olarak görmesine rağmen İran politikasının şekillenmesinde İsrail’in güvenliğinin öncelenmesi İsrail açısından kritik önemde. Bu önceliğin değişmesi İsrail’in güvenlik algısında önemli bir kırılma yaratabilir.
Hükümetindeki sağcı unsurları dengeleyerek dış politik hedeflerine ulaşabileceğini düşünen Netanyahu, “ince bir ip üzerinde yürüyor.” Ülkede yaşanan ve her geçen gün dozajı artan gerilimin Netanyahu’nun kurmaya çalıştığı dengeyi alt üst edebilecek nitelikte patlama noktasına gelmesi uzak bir ihtimal değil. Böyle bir senaryoda ise Netanyahu’nun stratejik dış politik hedeflerinin rafa kalkması, İsrail’in içine düşeceği sorunların en küçüğü olabilir.