DÜNYA BASINI

Nijer’i darbeye götüren süreç

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Nijer’de geçen ay yaşanan darbeden sonra, son yıllarda bölgede Fransa ile Rusya’nın nüfuz mücadelesi tartışmalarda daha çok öne çıktı. Fakat ıskalanan ya da görmezden gelinin elzem detaylardan biri de Nijer’in iç dinamikleriydi.

Sahel’deki darbeler kuşağının son halkası olan Nijer, esasında son aylarda adım adım darbeye giden bir sürece şahitlik etmiş. Ve söz konusu bölgede endemik olan darbe olgusu, genelde zemheriden sonra baharı gösteriyor.

Bugün durum biraz daha karmaşık. Leiden Üniversitesi Afrika Çalışmaları Merkezi’nden siyaset bilimci Rahmane Idrissa’nın değerlendirmesi.

Cunta yönetimi

Rahmane Idrissa

New Left Review

7 Ağustos 2023

Başkalarının sorunlarını kendi sorunları haline getirmeyi başarmak Batı’nın tipik bir özelliğidir. Sahel’de bunun bir mazereti olabilir. Yaklaşık on yıl öncesine kadar sadece hümaniteryenlerin ve yardım kuruluşlarının alt birimlerinin ilgilendiği bu son derece periferik bölge, hızla Batı’nın kaygılarının merkezi haline geldi. Önce göç, sonra terör, şimdi de Rusya; hatta bu hususta üçü bir arada. 1999 yılında Nijer’deki darbenin ardından, bir Alman yardım görevlisinden, “Coup in die Wüste” yani “çöldeki darbe” (Sahel ve Sahra arasındaki ayrım o zamanlar fark edilmemişti) olarak adlandırılan hadiseye ayrılmış tek paragraflık küçük bir gazete kupürü içeren bir mektup aldığımı hatırlıyorum. Buna karşılık, Ağustos 2020’de Mali’de başlayan, Eylül 2021’de Gine’de devam eden ve 2022’de iki kez Burkina Faso’ya ulaşan bir dizi Batı Afrika darbesinin sonuncusu olan 26 Temmuz Nijer darbesi küresel çapta bir medya çılgınlığına neden oldu. Bu kez, sayısız medya talebini geri çevirmek zorunda kaldım; zira sayısız medya talebini yerine getirdikten sonra zamanım ve boşluğum kalmamıştı.

Darbe, gergin bir uluslararası ortamda gerçekleşti ve tarihsel olarak dünyanın darbeye en yatkın kıtasında en çok darbenin yaşandığı bölgede bir “Haki Kışı’nın” —yani bir dizi taklitçi kalkışmanın— habercisi olabileceği korkusuna yol açtı. Ancak tüm bunları bir kenara bıraksak bile Nijer’deki darbenin özellikle dramatik bazı nitelikleri mevcut. Ülkenin, Batılı diplomatların hayalindeki istikrar ve demokrasi modeli olan Sahel’in “ayakta kalan son adamı” statüsünü yerle bir etti, darbe liderleri diğer üç ülkedekinden daha pervasızca hareket ettiler ve şimdi hem Batı hem de bölgesel devlet grupları olan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ve Batı Afrika Ekonomik ve Parasal Birliği (WEAMU) tarafından daha agresif bir şekilde karşı karşıya getiriliyorlar.

Darbenin tam olarak nasıl ve neden başladığını söylemek için henüz çok erken. Batılı gözlemcilerin neredeyse tamamı bu haber karşısında şaşkına döndüler. Hükümet aleyhtarı büyük protesto gösterilerinin ardından ordunun yönetime el koyduğu Mali ve Burkina Faso örneklerine benzemediği için bu hadise onlara aniden ortaya çıkmış gibi göründü. Fakat bir darbenin gizli bir eylemin sonucu olarak mutlaka şaşırtıcı olması gerçeği bir yana, bu darbe Nijer halkını şaşırtmayı başaramadı. Bu darbe, 2021’den bu yana en az iki darbe girişiminin ardından geldi ve bunlardan biri Devlet Başkanı Muhammed Bazoum’un göreve başlamasından sadece iki gün önce gerçekleşti. Nijerliler hoşnutsuzluklarını Malili ve Burkinalılarla aynı şekilde ifade etmedilerse de bu onların hükümetlerinden daha memnun oldukları anlamına gelmiyordu; yalnızca daha az organize olmuşlardı. Ağustos 2022’de kurulan ve adını Fransa’dan bağımsızlığın altmış iki yılından alan M62 adlı bir protesto koalisyonu, öfkelerini harekete geçirmeye çalıştı ancak rejim tarafından engellendi. Bu hadise, sivil toplum aktivizminin harcanan bir güç haline geldiği ve medyanın bağımsızlığının önemli ölçüde azaldığı bir siyasi bağlamda gerçekleşti. Yıllar içinde hem protesto hareketleri hem de eleştirel gazeteciler, Nijer devletinin mali denetim ve diğer idari düzenbazlıklar da dahil olmak üzere rüşvet ve tehditleri özgürce kullanması yoluyla dize getirildi.

Önceki darbe teşebbüsleri buzdağının sadece görünen kısmıydı. Şubat ayında Cumhurbaşkanı Bazoum’a yakın bir subay bana darbe planlarının yüksek askeri çevrelerde rutin, hatta sıradan hale geldiğini söylemişti. Cumhurbaşkanı ile askeri komuta kademesi arasındaki toplantılarda general ve albayların soğuk ve somurtkan davrandığını, Bazoum’un ise onlarla nasıl anlaşacağını bilemediğini ekledi. Sürekli gözetlemeye başvurmak ve yeniden atamalar ve örtülü görevden almalar oyununa girişmek zorunda kaldı ve sonuçta potansiyel darbecileri geride bırakmak için nafile bir girişimde bulundu. Fakat devlet gözetiminin derecesi göz önüne alındığında, bir darbe ancak Bazoum’un en çok güvendiği güvenlik birimi olan Cumhurbaşkanlığı Muhafızları tarafından gerçekleştirilirse başarılı olabilirdi. Bu birim sadece Bazoum döneminde değil, selefi Mahamadou Issoufou döneminde de darbeleri engellemişti. Her iki yönetimde de görev yapmış olan muhafızların komutanı General Abdourahamane Tchiani, Bazoum’un güvenini kazanmıştı. Gözaltındaki cumhurbaşkanı, gözaltında tutulduğu yerden Jeune Afrique’e vermeyi başardığı mülakatta, Tchiani’yi görevden almak üzere olduğu söylentisini yalanladı.

Devletin bu kolları arasındaki anlaşmazlık konusu güvenlik politikasıydı. Issoufou yönetimindeki Nijer, 2011’de NATO’nun Kadafi’yi devirmek için başlattığı müdahaleye karşı çıkmış, müdahalenin Libya’yı yok edeceğini ve bölgede güvenlik ve göç krizine yol açacağını öngörmüştü. Ancak kehanet gerçekleştiğinde Issoufou, serpintiyi kontrol altına almak için Batı’dan yardım almaya karar verdi. Bunun mantıklı bir gerekçesi vardı. İktidara yeni gelen Issoufou ve Bazoum’un partisi PNDS’nin (ya da Nijer Demokrasi ve Sosyalizm Partisi) sağlık ve eğitim alanlarında büyük ölçekli sosyal harcamalar yapma planları vardı. Ayrıca yıllardır işe alınmayan kamu hizmetini de yenilemeyi amaçlıyordu. Bu programın hayata geçirilebilmesi için güvenlik harcamalarının en aza indirilmesi gerekiyordu ki bu da ancak başka birinin masrafları üstlenmesiyle mümkün olabilirdi.

Daha geniş bir düzeyde, yeni seçilen hükümet ile ordu arasındaki ilişkiler en başından beri çürümüştü. Temmuz 2011’de, iktidarda sadece dört ay kaldıktan sonra Issoufou, bir darbe teşebbüsünü engelledi. Darbeyi planladığı iddia edilenlerden biri olan Cumhurbaşkanlığı Muhafızları üyesi Teğmen Ousmane Awal Hambaly davası reddedilerek 2012 yılında serbest bırakıldı ama daha sonra 2015 yılında bir başka darbe teşebbüsüne karıştı. İkinci duruşmasında, kendisini diğer subaylarla birlikte darbeyi planlamaya ikna eden Tchiani tarafından “yemlendiğini” iddia etti. Tchiani o zamana dek, kendisini cumhurbaşkanlığı patronları için vazgeçilmez kılmak amacıyla, daha sonra etkisiz hale getireceği darbe planları hazırlamakla ün kazanmıştı. İşin aslı ne olursa olsun, bu tür darbe teşebbüsleri Issoufou’nun ordu konusunda paranoyaklaşmasına neden oldu. Doğrulanması zor anekdotlara göre —araştırmacı gazeteciliğin yokluğu Nijer kamuoyunun çoğunlukla dedikodu ve söylentilere dayandığı anlamına geliyor— bu paranoya, orduyu cihatçılara karşı mücadele için güçlendirmenin önüne geçti.

PNDS’nin iktidarı iyi niyetlerle başladı ama kısa süre sonra uygulanabilir bir güvenlik politikasının elde edilmesini daha da zorlaştıran ciddi kusurlarla kuşatıldı. Özellikle iki tanesi halkı iktidar partisinin aleyhine çevirdi. Bunlardan ilki, Nijer’de demokrasinin adını kötüye çıkaran ve PNDS’nin kökünü kazıma sözü verdiği endemik yolsuzluktu. Hükümet 2011 yılında yolsuzluk eylemlerini ihbar etmek üzere ücretsiz bir numara ve yolsuzlukla mücadele için daimî bir organ oluşturarak daha sonra suya düşen reform umutlarını artırdı. İkinci kusur ise siyasi sistemin yeniden şekillendirilmesiydi. 2000’li yıllar boyunca Nijer siyaseti, koltuk kapma yarışına giren ve her partiyi birbiriyle uzlaşmaya zorlayan karşıt koalisyon blokları temelinde işledi. Bu durum, muhalif güçlere umut veren ve halkın siyasi rant arayışından veya katılımdan dışlanma korkusunu azaltan bir siyasi denge yarattı. PNDS’nin kalıcı iktidarını sağlamlaştırmak amacıyla yok etmeye çalıştığı şey işte bu dengeydi. Muhalefet partileri parçalandı (Nijerliler sert bir malzemenin ezilmesi anlamına gelen enerjik Fransızca terim olan concassage’ı kullanırlar), ardından hazinelerin —şişirilmiş işler, sözleşmeler, zimmete para geçirme ve diğer uygunsuzluklara tolerans— cömertçe dağıtılması yoluyla emildi. PNDS liderliğindeki hükümetler onlarca bakana —her zaman kırktan fazla— yüzlerce danışman ve “yüksek temsilci” ile birlikte yer açtı. Bu “dahil etme” biçimini reddeden partiler, özellikle yukarıda bahsedilen yolsuzlukla mücadele kurumu tarafından takibe alındı (ücretsiz telefon numarası erken bir tarihte kapatıldı). PNDS’nin görev süresi boyunca suçun normalleşmesine direnen tek örgüt, daha çok Lumana olarak bilinen ve başkent Niamey de dahil olmak üzere ülkenin batı bölgesine hâkim olan Moden (Nijer Demokratik Hareketi) oldu. Hareketin adayı Hama Amadou 2016 başkanlık kampanyasını hapiste geçirdi.

PNDS’nin baskınlığı Nijer demokrasisi için zararlı neticeler doğurdu. Kamusal alanı depolitize etti ve böylece terfinin partiye ve koalisyonuna bağlılığa bağlı hale geldiği kamu hizmeti ve ordu da dahil olmak üzere ulusal yaşamın diğer alanlarının politize edilmesini artırdı. Fiilen tek parti yönetimi tesis edildi. Bunun bedeli, rejimin derin bir şekilde sevilmemesi, tarafgir hedeflere hizmet etmeye zorlanan demokratik kurumların ve hukukun zayıflaması ve ülkenin batısındaki ve daha genel olarak güneydeki insanların Tahoua bölgesi (PNDS’nin tımarı) ve kuzeydekilere kıyasla ikinci sınıf yurttaş olduklarını hissetmeleri nedeniyle azalan milli birlik duygusu oldu. Seçimlere duyulan güven erozyona uğradı. Siyasi denge sistemi ne kadar yozlaştırıcıysa, fiili tek parti sistemi de o kadar baskıcı ve kapsayıcı değildi. Nijerliler bu sisteme Hausa dilinde “dilek” anlamına gelen ve Cumhurbaşkanı Issoufou’nun sloganlarından birinden alınan “Gouri Sistemi” adını verdiler.

Dolayısıyla, 2010’ların sonuna gelindiğinde Nijer’in iki acil sorunu vardı: amansız cihatçı şiddet ve seçilmişlere gerçek meşruiyet sağlayamayan hastalıklı bir demokrasi. Bu bağlamda, Batı’nın varlığı ilave bir sorun gibi görünüyordu. Fransız terörle mücadele gücü Barkhane ve BM’nin barış gücü misyonu MINUSMA’nın faaliyet gösterdiği Mali’dekinden daha sınırlıydı. Mali’deki cunta ile anlaşmazlığa düşmeden ve Barkhane’nin kalıntılarını 2022’nin sonlarında Nijer’e taşımadan önce Fransızlar çoğunlukla ülkenin kuzeyinde uranyum maden sahalarını koruyorlardı. Amerikalılar ise Orta Sahra’daki geniş arazileri gözetleme amaçlı iki üsse sahipken, Avrupalı güçler de eğitim ve teknik yardım sağlıyordu. Bu yabancı varlığı müdahaleci olarak görüldü ve PNDS kendi ayrıştırıcı yönetim tarzı nedeniyle bunu halka kabul ettiremedi. Uzlaşı siyaseti çağında, muhalefet partilerine ve gerçekten bağımsız sivil toplum gruplarına davasını anlatabilir ve güvenilir, bağımsız bir basın devreye sokulabilirdi. Kamuoyu tartışma yoluyla yönlendirilebilirdi. Fakat PNDS her türlü eleştiriyi meşru bir şikâyetten ziyade radikalleşmiş bir muhalefetten gelen bir tehdit olarak sundu (PNDS aktivistleri Lumana’daki meslektaşlarını “kanun kaçakları” olarak nitelendiriyordu). Her halükârda hükümet halkın hoşnutsuzluğunu görmezden gelebiliyordu, zira kolluk kuvvetleri bununla kolayca başa çıkabiliyordu. Hoşnutsuzluğun patlak verdiği tek yer, Burkina Faso ve Mali’nin başkentleri Ouagadougou ve Bamako’nun aksine birleşik bir kimlik temelinden yoksun olan, yerli halk ve göçmenler arasında yarı yarıya bölünmüş bir kent olan Niamey’di.

Daha da acı verici olanı, PNDS Batı’nın cihatçı varlığının ortadan kaldırılmasına yardımcı olacağına dair girdiği bahsi kaybetti. Bu bahsi kazanmış olsaydı, parti bugün iktidarda olacaktı. Fakat Batı sadece bu konuda başarısız olmakla kalmadı; Mali ve Burkina Faso’daki darbeler, kendisine güvenmemeyi tercih eden cuntaları iktidara getirdiğinde kolektif güvenliğin önünde bir engel haline geldi. Bu gelişmelerden önce bu üç ülke, Çad ve Moritanya ile birlikte, tüm Sahel’i kapsayacak bir kolektif güvenlik aygıtı olan G5 Sahel açısından ivme kazanıyordu. Cunta yönetimindeki Mali ve Burkina Faso 2022’de bu girişimden çekildi ve Nijer Fransızlarla ortaklık kurduğu sürece kolektif güvenlik konularında bu ülkeyle çalışmayacaklarını açıkladılar. O andan itibaren Nijer bir ikilemle karşı karşıya kaldı, özellikle de Sahel’deki ve daha geniş anlamda Frankofon Batı Afrika’daki elit kesim geleneksel olarak kendi başarısızlıkları için Fransızları günah keçisi ilan etme eğiliminde olduğundan, tanıdık ancak anlaşılması zor Françafrique kavramına bel bağlıyordu. Buna ek olarak, sömürgecilik karşıtı radikalizmi, Kemetizm (Siyah Afrika’nın Firavun Mısır’ının varisi olduğuna dair dini bir inanç) gibi uç ideolojileri ve zayıfın dikenli egemenliğini birleştiren daha yeni bir ideolojik demleme, bazen Fransa’nın siyah toplumundaki kaynaklardan olmak üzere sosyal medya ağları aracılığıyla halka sızdı. Bu karışıma Mali’ye özgü, bağımsızlık lideri Modibo Keita dönemine kadar uzanan bir Rusofili de sızdı. Fransa’nın Afrikalı ortaklarıyla son derece eşitlikçi olmayan ilişkilerinden kaynaklanan kendi hataları da yangına körükle gitti.

PNDS’nin Nijer’i, Batı ile yaptığı anlaşmaları bozmak için hiçbir neden görmüyordu. Fakat aynı ideolojik mesajlardan etkilenen ordu, Mali ve Burkina Faso ile ortak güvenliğin bu yabancı güçlerle ortaklıktan daha önemli olduğunu düşünüyordu. Hükümetle yapılan toplantılarda suratları bu yüzden asıktı. Bazoum onları dinlemeyi denemiş gibi görünüyor. Bu yılın başlarında Savunma Bakanı Salifou Mody, kolektif güvenlik tedbirlerini müzakere etmek üzere Bamako’ya gönderildi. Bazoum’un Mody’nin bundan daha fazlasını yaptığını duymuş olması mümkün, zira bisan ayında Mody’i görevden aldı ve ona potansiyel bir zengin av kaynağı olan Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki büyükelçiliği verdi. Ancak bu manevra iktidarı kurtarmaya yetmedi. Darbeyle ikinci adam olarak iktidara getirilen Mody şu anda Bamako ve Ouagadougou ile bağlar kurmakla meşgul ve Niamey cuntası Fransa ile ortaklığı “kınadı”.

Darbe, teorik olarak Nijer’in iki ana sorununu çözebilir. Gouri Sistemi tarafından askıya alınmış olan demokrasisini “yeniden canlandırabilir” ve daha iyi bir güvenlik politikasının geliştirilmesine ön ayak olabilir. Eğer PNDS’nin gidişatı bir gösterge ise, bu iki sonuç birbiriyle ilişkili. Peki cunta demokrasiyi önemsiyor mu? Peki ya darbeye sert tepki veren, birincisi tüm yardımları askıya alan, ikincisi ise savaşla tehdit eden Batı ve Nijerya ne olacak?

Demokrasinin darbe yoluyla yeniden canlandırılması süreci Nijer’de olağanüstü bir durum değil. Esasında geçmişte 1996 (tartışmalı bir şekilde), 1999 ve 2010 yıllarında olmak üzere üç kez yaşandı. Fakat şu an iç ve uluslararası iklim farklı. Niamey’in darbecileri, cuntaları yaptırımlara göğüs geren, “uluslararası topluma” ve ECOWAS’a kafa tutan ve demokratik yönetime dönüşü zar zor taahhüt eden Bamako ve Ouagadougou örneklerinden ilham alıyor. Bu diğer ülkelerde olduğu gibi Nijer cuntası da şu anda Gouri Sisteminin çöküşünü görmekten hoşnut olan halkın hayranlığının tadını çıkarıyor. Bunu, kendilerini demokratik sürece geri dönme zorunluluğundan muaf tutan bir meşrulaştırma biçimi olarak yorumlayabilirler. Bu arada, Fransa ve Batı ile kopuşa doğru ilerleyen ideolojik iklim de otoriterliğe zemin hazırlamaya yardımcı olacaktır; her ne kadar Batı, PNDS’nin kendi otoriter eğilimlerini görmezden gelmekle ve varsayılan olarak bunlara yarım ve yataklık etmekle eleştirilse de. Burkina Faso ve Mali’de yaşananlar, bir yıl kadar sonra adanmış ideologlar ve geleceklerini bu rejime bağlamış olanlar arasında cuntalara verilen gerçek desteğin azaldığını gösteriyor. Diğerleri ise hayatlarındaki maddi değişiklikler asgari düzeyde olduğu için onları kabul etme eğiliminde. Eğer siyasi katılımda hala bir eksiklik varsa, askeri yönetimin böyle göründüğüne dair geleneksel bir Sahelili kabulü de var. Sonuç bir tür siyasi gerileme olsa da Mali’deki İbrahim Boubakar Keita ya da Nijer’deki Gouri Sistemi döneminde uygulanan demokrasi de pek ilerleme sayılmaz.

O halde her üç ülkede de demokratik restorasyon ancak dışarıdan, özellikle de ECOWAS’ın baskısıyla gerçekleşebilir. Fakat Nijer’de bu baskı kötü bir başlangıç yaptı. Nijerya darbeye hazırlıksız yakalandığı, darbelerinin çok fazla olduğu duygusuyla çileden çıktığı ve ECOWAS’a gerçek bir Nijerya damgası vurmaya kararlı bir liderin —Bola Tinubu— yönetiminde olduğu için (Nijeryalılar Fransızca konuşan komşularını çok az tanıyor ve anlıyor olsalar da) tepkisi sert oldu. Askeri müdahale tehditlerinin yanı sıra Nijer’in yüzde 70’inden fazlası Nijerya’dan gelen elektrik tedarikinin kesilmesi gibi yaptırımları da içeriyordu. Bu tepkiyi beklemeyecek kadar saf olan Niamey darbecileri, büyükelçileri geri çağırarak, anlaşmaları bozarak ve elçileri kabul etmeyi reddederek öfkeyle karşılık verdiler.

Darbeciler, Nijeryalılar ve Batılılarla herhangi bir uzlaşıya varmayı reddederek yönetimlerini sağlamlaştırmayı ve uzlaşmazlıklarını sürdürmeyi başarırlarsa, ki bu kaçınılmaz olarak Mali ve Burkina cuntalarının yöntemlerinden kopuşu içerecektir, bunun muhtemel sonucu Avrupa’nın güvenlik ve kalkınma yardımlarının (insani yardım bütçeleri olmasa da) geri çekilmesi ve ECOWAS yaptırımlarının devam etmesi olacaktır ki bu yaptırımların Nijer için Mali için olduğundan daha zararlı olması muhtemel. Nijer halkı acı çekecek ama özellikle de meşhur “asker” korkuları göz önüne alındığında, bunu pek çok felaketten biri olarak kabul edeceklerdir. Bu durumda iki bilinmeyen olacaktır: çöldeki üslerinde kalmak isteyecek olan Amerikalıların tutumu ve cunta onları Vagner şeklinde Nijer’e davet etmeye karar verirse Rusların tutumu. Son dönemdeki söylemlerine bakılırsa bu imkânsız değil.

Çok Okunanlar

Exit mobile version