Washington, Çin’in Orta Doğu ve Körfez jeopolitiğinde artan nüfuzunu nasıl dengeleyebileceğini tartışıyor. Çin arabuluculuğunda Riyad ile Tahran’ın ilişkileri normalleştirme anlaşması imzalamasından sonra harekete geçen Biden yönetiminin almaya çalıştığı önlemlerin hemen tümü güvenlik odaklı. Foreign Affairs’te yayınlanan analiz, ABD’nin Orta Doğu’daki blok temelli ve güvenlik merkezli yaklaşımının artık işe yaramadığı görüşünde. Analize göre, “Çin’in yükselişi ve bölgenin ortaklıklarını çeşitlendirme arayışının artmasıyla birlikte bu stratejinin gözden geçirilmesi ihtiyacı aciliyet kazandı.”
Foreign Affairs, ABD’li politika yapıcılara bölgeye yönelik yeni yaklaşımın nasıl olması gerektiğiyle ilgili politika önerileri sunuyor:
***
Çok Yönlü Orta Doğu
Amerika, Çin’in Bölgede Artan Nüfuzuna Nasıl Uyum Sağlamalı?
Jennifer Kavanagh, Frederic Wehrey
İran ve Suudi Arabistan arasında Çin’in arabuluculuğunda varılan anlaşma, Mart 2023’te ilan edildiğinde, Pekin’in Orta Doğu güç politikasına girişinin bir işareti olarak görülüyordu. Biden yönetimi, Çin’in Riyad ve Tahran arasında diplomatik ilişkileri yeniden tesis eden anlaşmaya aracılık etmesindeki rolünün ABD’nin azalan etkisini yansıttığını reddetse de Washington’un o zamandan bu yana attığı adımlar farklı bir tablo çiziyor. Son birkaç ay içinde ABD bölgedeki askeri kaynaklarını, Hürmüz Boğazı çevresindeki devriyeleri ve ortak tatbikatlarını artırdı ve Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi bölgesel ortaklarla silah anlaşmalarını ilerleteceğinin ve Mısır, Kuveyt ve diğerleriyle eğitimi genişleteceğinin sinyallerini verdi, bunların hepsi Arap ortaklarına Orta Doğu güvenliğine olan bağlılığı konusunda güvence vermek için.
Ancak bu hamlelerin ABD’nin etkisini artırması pek mümkün görünmüyor. Arap güçlerinin Pekin’e yönelmesi Washington’un azalan askeri varlığının bir sonucu değil. Bu devletler Washington’un Orta Doğu’daki askeri yatırımlarının gayet farkındalar, ancak bu kabiliyetleri kendi adlarına kullanma konusundaki istekliliğinden giderek daha fazla şüphe duyuyorlar. Bunun yerine, ABD’nin kendilerine yardım etme konusunda daha az muktedir ya da istekli olduğunu düşündükleri altyapı ve teknoloji gibi alanlarda Çin’e angaje oluyorlar. Ayrıca gelişmiş insansız hava araçları gibi, ABD’nin akıllıca yasakladığı bazı askeri sistemleri de edinmeye çalışıyorlar. Dahası, Çin’in dış politikası kendileri gibi otoriter rejimlere karşı daha dostane olma eğiliminde ve Pekin bölgedeki rakip güçlere eşit mesafede durmayı başararak Çin’in tarafsız bir arabulucu olarak görülmesini sağladı.
Bu eğilimler göz önüne alındığında ABD’nin bölgeye yönelik yeni bir yaklaşıma ihtiyacı var. Çin’in Orta Doğu’da artan varlığının daha olumlu yönlerini kabul etmeli ve Pekin’in bölgesel kalkınma ve istikrara katkılarını kontrol altına almaya çalışmak yerine teşvik etmeli. Washington’un ayrıca Çin’in ABD çıkarlarına zarar veren belirli eylemlerine karşı daha hedefe yönelik bir tepki benimsemesi gerekecek.
Aynı zamanda Washington, Çin’in yayılmasına karşı bir denge unsuru olarak ABD yanlısı savunma blokları oluşturma çabalarına dayanan, eskimiş, güvenlik odaklı stratejisini tekrarlamamalı. Bunun yerine ABD, bölgedeki politika araçlarını ve yatırımlarını insan sermayesinin geliştirilmesi, eğitim, yeşil teknoloji ve dijital platformlar gibi üstünlüğe sahip olduğu alanlara doğru genişletmeli. Ayrıca Arap ortakları ile Brezilya, Hindistan ve Japonya gibi yükselen orta güçlerle, bölgenin paydaşlarını çeşitlendirmesine, yeni yatırımlar getirmesine ve ABD’nin ticaret, iklim değişikliği, gıda güvenliği ve diğer konulardaki angajmanını yeniden canlandırmasına olanak tanıyacak daha geniş kapsamlı anlaşmaları desteklemeli.
ÇOK YÖNLÜ TEK KUTUPLU
Geçen on yıl içinde pek çok Orta Doğu ülkesinin dış politikası çok yönlülüğe doğru kaydı. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi ABD’nin geleneksel ortakları bile artık Washington’un özel, ABD liderliğinde bloklar yaratma girişimlerinden memnun değil. Çin, Hindistan, Rusya ve ABD de dahil birden fazla güçle ortaklık arayışındalar. BAE’yi ele alalım. ABD’nin yakın bir güvenlik ve ekonomik ortağı olmaya devam etse de Abu Dabi ticaret, teknoloji paylaşımı ve yeni silah anlaşmaları yoluyla Pekin ile ilişkilerini derinleştirdi. Moskova’nın 2022’deki Ukrayna işgaline rağmen Rusya ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sürdürdü. Ayrıca Hindistan ile ikili ticaret ve teknoloji girişimlerine yatırım yapıyor ve 2022’de yeni bir Kapsamlı Ekonomik Ortaklık’a giriyor. Diğer Orta Doğu devletleri de benzer şekilde çeşitlendirilmiş ortaklıklar peşinde koştukça, çok yönlülüğe yönelik bu eğilimin ABD’nin bölgedeki etkisini yeniden yapılandırması muhtemel.
Orta Doğu çok yönlü olsa da çok kutuplu değil: ABD, Orta Doğu’nun açık ara önde gelen güvenlik hamisi olmaya devam ediyor ve bu konumunun öngörülebilir bir gelecekte sorgulanması pek olası görünmüyor. ABD kuvvetlerinin toplam sayısı zirve noktasından düşmüş olsa da 30,000’in üzerinde. Bu rakam, ABD’nin 2003’teki Irak işgalinden önceki sayıya yakın. Washington bölgeye güvenlik yardımı için her yıl milyarlarca dolar harcamaya devam ediyor ve Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün verilerine göre ABD’nin bölgesel silah pazarındaki payı, kısmen 2014’te Ukrayna’yı işgal etmesi üzerine ABD’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar nedeniyle, 2010-14 döneminde yüzde 47 iken 2018-22 döneminde yüzde 54’e yükseldi. Ayrıca ABD, büyük üslerden daha küçük karakollara, eğitim tesislerine ve önceden konuşlandırılmış silah ve malzeme stoklarına kadar bölge genelinde en az bir düzine ülkede askeri tesis bulundurmaya devam ediyor.
Ancak hakimiyet münhasırlık anlamına gelmiyor. Çin’in bölgedeki güvenlik varlığı sınırlı olsa da ortaklarına ABD’nin sunmadığı savunma ve ekonomik fırsatlar sunabilir. Örneğin, Pekin’in Cibuti’de bulunan tek bir askeri üssü var, ancak bölge genelinde hem sivil hem de askeri faaliyetler için kullanılabilecek limanlara yatırım yaptı; bu strateji, Çin ordusunun erişimini genişletirken Orta Doğu ülkeleriyle ticareti artırmasına yardımcı oldu. Aralık 2022’de sızdırılan bir ABD istihbarat raporuna göre Birleşik Arap Emirlikleri, Çin’in bu tür bir limanda askeri lojistik tesis inşaatına devam etmesine izin verdi- ABD’nin ülkedeki büyük askeri varlığının yerini almak için değil, Çin’in bölgeye katkıda bulunmasını sağlamak için.
Çin askeri teknolojisini bölgede paylaşmak için de benzer bir strateji uyguluyor. Pekin, Orta Doğu’daki ülkelere doğrudan askeri yardım sağlamıyor ve Çin’in silah satışları bölgedeki toplamın yüzde beşinden azını oluşturuyor. Ancak başta insansız hava araçları ve hassas güdümlü füzeler olmak üzere bazı ileri teknolojilerine, bu sistemleri ABD’den alamayan müşterilerine ucuz ve koşulsuz erişim imkânı sunuyor. Suudi Arabistan ve BAE gibi bölgesel güçler, Çin’in bu tekliflerini, daha yüksek kaliteleri ve prestijleri nedeniyle satın almaya devam ettikleri ve tercih ettikleri ABD silah sistemlerinin ikamesi olarak değil tamamlayıcıları olarak değerlendiriyor. Çin ayrıca Arap hükümetlerine kolluk kuvvetleri eğitimi ve sofistike gözetleme teknolojilerine erişim de dahil iç güvenlik konusunda da destek sağlıyor.
2021 yılından bu yana altı Arap ülkesi -Bahreyn, Mısır, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve BAE- Rusya’nın da dâhil olduğu Çin liderliğindeki siyasi, ekonomik ve güvenlik grubu Şanghay İş birliği Örgütü ile diyalog ortağı oldu. Bu ülkeler 2013’ten beri ŞİÖ diyalog ortağı olan Türkiye ve bu yıl ŞİÖ’ye tam üyeliği kabul edilen İran’a katıldılar. Washington’un Arap ortakları için ŞİÖ’ye katılım, ABD ile daha derin ve kapsamlı ilişkilerinin yerini almadan Çin, Rusya ve Orta Asya ülkeleriyle ilişkileri güçlendirebilir.
Ekonomik alanda Çin artık Orta Doğu’da ABD’den daha büyük bir rol oynuyor ancak onu tamamen yerinden etmiş değil. Çin’in ticareti uzun zamandır ABD’nin ticaretini aşmış durumda ve 2019 itibariyle Çin, Avrupa Birliği’ni geçerek bölgenin lider ticaret ortağı haline geldi. Uluslararası Para Fonu’nun verilerine göre son 10 yılda ABD’nin bölgeyle ithalat ve ihracatı düşerken, Çin’in Orta Doğu ile ticareti, Pekin’in bölgeye artan ihracatı ve petrol ürünlerine olan doymak bilmez talebinin etkisiyle yaklaşık yüzde 40 arttı. Çin’in artan ticaret hacmi bölgesel etkiyi de beraberinde getirdi ancak ABD dolarının küresel rezerv para birimi olarak devam eden hakimiyeti, Washington’a bölgesel güçleri ve bu güçlerin ticaret ve finans piyasalarını ABD’ye bağlayarak ekonomik nüfuzunu sürdürme imkânı veriyor.
Çin de Orta Doğu’daki yatırımlarını hızla artırdı. ABD, bölgenin doğrudan yabancı yatırımında hâlâ büyük bir paya sahip olsa da ABD doğrudan yatırımının çoğu yalnızca üç ülkede (İsrail, Suudi Arabistan ve BAE) ve dar bir sektör grubunda yoğunlaşıyor. Buna karşılık Pekin’in yatırımları daha çeşitli; Umman gibi ABD’den çok fazla destek almayan ülkeleri kapsıyor ve enerji, fiziki ve dijital altyapı ve gayrimenkul gibi çok sayıda sektörü içeriyor. Birçok Arap hükümeti için Çin’in, ABD’li bağışçılar tarafından sıklıkla belirlenen ve yatırımları insan hakları, demokrasi veya ekonomik reform kriterlerinin karşılanmasına bağlayabilen koşullar olmaksızın geniş çaplı yatırım yapma isteği, bu ülkeyi bölgede cazip bir ortak haline getiriyor.
Son olarak, bir kamuoyu araştırma şirketi olan Arab Barometer tarafından 2022 yılında yapılan bir anketin sonuçları, bölge genelinde dış politikada çok yönlülük için kamuoyu desteği olduğunu gösteriyor. Özellikle, birçok ülkedeki katılımcılar, her birinin etkisi konusunda endişeleri olsa da hem ABD hem de Çin ile daha fazla ve daha derin ekonomik angajmanı desteklediklerini bildiriyor.
PROGRAMA UYUM
Bölgenin giderek artan çok yönlülük tercihine rağmen, ABD’li politika yapıcılar uzun süredir ABD’nin destek ve korumasından yararlanan Arap devletlerinin Washington’u tek ve önde gelen ortakları olarak görmeye devam edeceklerini umuyor. Biden yönetiminin, İsrail ile dört Arap ülkesi (Bahreyn, Fas, Sudan ve BAE) arasındaki ilişkileri normalleştiren bir dizi anlaşma olan 2020 İbrahim Anlaşmalarını genişletme çabası bunun en açık örneği. Yönetim şimdi İsrail ve Suudi Arabistan arasında bir anlaşma müzakere etmeyi ve anlaşmaların daha geniş bir güvenlik ve ekonomik konular yelpazesini kapsamasını umuyor. Washington bu hedefleri takip ederken İran’a karşı daha fazla askeri koordinasyon için zemin hazırlamayı ve Çin etkisine karşı ABD yanlısı bir siper oluşturmayı umuyor. Ancak on yıllardır süren bölgesel rekabet ve çatışmalar ile Orta Doğu’nun pek çok bölgesindeki ekonomik kalkınmanın yetersizliği, bu güvenlik odaklı, blok temelli yaklaşımın pratikte, Washington’un büyük rakiplerinin olmadığı dönemlerde bile, pek işe yaramadığını açıkça ortaya koyuyor. Bölgedeki ülkeler ABD hakimiyetine alternatifler gördükçe, bu stratejinin hatalı mantığı daha da belirginleşiyor.
ABD’nin milyarlarca dolarlık silah satışı, eğitim ve diğer güvenlik yardımları, Washington’un bölgedeki ortaklarının kendilerini gerçekçi bir şekilde savunmak ya da koalisyon operasyonlarına katılmak için ihtiyaç duydukları askeri yetenekleri geliştirmede başarısız oldu. Ancak bu güvenlik yardımı, Arap ortakları, örneğin Libya ve Yemen’de ABD silahlarını kullanarak felaket getiren savaşlar başlatma konusunda cesaretlendirdi. Bu çatışmalar ABD çıkarlarına yönelik yeni tehditleri tetikledi, bölgesel istikrarsızlığı besledi ve İran ya da Rusya’nın Wagner paralı asker grubu gibi kötü niyetli aktörlerin nüfuz sahibi olması için yeni fırsatlar yarattı. ABD’nin güvenlik yardımı, Irak ve Mısır gibi bazı devletlerde kleptokratik elitleri zenginleştirdi ve yolsuzluğu artırdı. Bu yatırımlar ABD’li ortakların sadakatini de sağlamadı. Örneğin, sadece BAE değil, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan da 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana Rusya ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sürdürdü.
Takdir edilecek şekilde Biden yönetimi, Orta Doğu’da iddialı ulus inşası projelerinden, özellikle de güç kullanarak yürütülenlerden uzaklaşmaya başladı. Bu strateji, 2003 Irak savaşı ve sonrasında kendini göstermişti. Ancak Washington’un doğrudan askeri müdahaleye karşı artan isteksizliği, bölgeye yönelik aşırı güvenlik odaklı yaklaşımını ya da yerel ortakları özel ortaklıklara zorlama çabalarını sona erdirmedi. Bu nedenle, Biden yönetimi bölgesel güvenlik mimarisini, ABD garantilerine ve bölgesel ortakların daha fazla katkısına dayanan bir şekilde desteklemeye devam ediyor ve tüm bunlar daha fazla birleşik askeri tatbikatlar ve artan ABD silah satışları ile destekleniyor. Bu girişimlerle birlikte, Washington açık bir şekilde Orta Doğulu ortaklarından ABD ve başlıca rakipleri arasında seçim yapmasını bekliyor. Üst düzey bir ABD savunma yetkilisi olan Mara Karlin’in mayıs ayında belirttiği gibi, “Ortaklarımızın ABD ve müttefik sistemlerini satın almasını istiyoruz… Bunu yapmamak ortaklığımızın yanı sıra bölgeye yönelik stratejik yaklaşımımızın unsurlarını da zayıflatır.”
Ayrıcalık talebini gerçekçi olmayan bir şekilde sürdürmenin yanı sıra, bu politikalar ekonomik ilişkilere öncelik vermekte de başarısız oluyor. Bölge genelinde yeni serbest ticaret anlaşmaları arayışında olan Çin’in aksine ABD bölgesel ortaklarına pazar erişimini genişletme konusuna pek ilgi göstermiyor. Orta Doğu, G-7’nin Çin’in Kuşak ve Yol projesine cevabı olan Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı’na dahil edilmiş olsa da bu girişime yapılan yeni yatırımlar, ABD’nin bölgeye yönelik yenilenmiş ekonomik katılımının çekirdeğini oluşturamayacak kadar sınırlı.
NE KADAR ÇOK O KADAR İYİ
Bölgedeki varlığını yeniden canlandırmak için ABD, Orta Doğu’da özel ortaklıklar ve güvenlik blokları döneminin sona erdiğini kabul ederek işe başlamalı. Washington’un, ortaklarının silah alımı ve güvenlik diyalogları gibi alanlarda çeşitliliğe gitmelerinin, ABD’nin rakiplerinin yörüngesine girecekleri anlamına gelmediğini kabul etmesi gerekecek. Ancak bu, çok yönlülük ile karakterize edilen yeni bir gerçekliğin habercisi.
Uyum sağlamak için Washington’un Çin’in etkisini engellemeye çalışan tepkisel politikalardan kaçınması gerekecek. Bu tür politikalar sadece başarısız olmaya mahkûm olmakla kalmaz, aynı zamanda ABD’yi ekonomik reformlar, insan hakları ve diğer kritik konularda cazip olmayan tavizler vermeye zorlayabilir. Biden yönetimi, Suudi Arabistan’ın talep ettiği gibi Arap devletlerine yeni güvenlik garantileri sunmamalı ya da sırf Çin’i engellemek için silah transferlerine uyguladığı normal gözetim ve denetimden feragat etmemeli. Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve bölgedeki diğer ülkelerin hem tercihleri hem de zorunlulukları nedeniyle ABD’ye sırtlarını dönmeleri özellikle de savunma ve güvenlik konularında pek olası değil.
Aynı zamanda yönetimin bölgeye somut faydalar sağlayacak ekonomik ve siyasi bir strateji benimsemesi gerekiyor. Arap devletlerinin çok yönlülüğe olan ilgisinden yararlanarak Washington, ekonomik çeşitlilik, yönetişim ve iklim değişikliği gibi önemli konuları ele almak için ABD; Arap ortakları ve diğer bölgelerin önde gelen güçleri arasında, genellikle üç ila yedi devletten oluşan yeni “az katılımlı” ortaklıklara aracılık edebilir. Bu tür örtüşen ancak özel olmayan ortaklıklardan oluşan bir ağ aracılığıyla Washington, yeni oyuncuların yatırımlarını çekmeye, ABD’nin ekonomik katılımını yeniden canlandırmaya ve Orta Doğu’da dayanıklılık inşa ederken kendi siyasi etkisini güçlendirmeye yardımcı olabilir.
Bu stratejinin umut verici örneklerinden biri, 2022 yılında Hindistan, İsrail, BAE ve ABD tarafından gıda güvenliği, enerji ve kamu sağlığı gibi konuları ortaklaşa ele almak üzere kurulan I2U2 grubudur. I2U2 henüz yeni olmasına rağmen teknoloji paylaşımı ve tarımsal inovasyon ve sürdürülebilirlik yatırımları konusunda şimdiden ilerleme kaydetti. Ancak Washington bu ve benzeri grupları oluştururken, onları açık bir şekilde Çin’e karşı denge unsuru olarak sunmaktan kaçınmalıdır. Bazı ortaklıklar için, ABD doğrudan dahil olmak yerine katalizör olarak hareket edebilir ve iklim değişikliği veya gıda güvenliği gibi ortak çıkarlar olduğu durumlarda Çin de yeni gruplara dahil edilebilir.
Son olarak ABD, Orta Doğu’daki ortaklarının karşı karşıya olduğu artan iç baskıları göz ardı etmemeli. Özellikle de daha iyi yönetişim ve sosyoekonomik kapsayıcılığın teşvik edilmesini bölgesel stratejisinde daha öncelikli hale getirmeli. Orta Doğu’da bu reformların yokluğu uzun zamandır toplumsal huzursuzluk ve şiddet içeren ayaklanmaların itici gücü oldu ve özellikle de zaten kırılgan olan devletler küresel ekonomik belirsizlikler, Ukrayna’daki savaşın yansımaları, iklim değişikliği ve diğer ulus ötesi zorluklarla boğuşurken bu durum daha da artacak. Elbette Washington’un anlamlı değişiklikler için bastırması, otokratik müttefiklerinden gelen direnç nedeniyle zor olacak. Devletin şeffaflığını artırmaya ve sosyal hizmetlere erişimi iyileştirmeye odaklanmak başlangıç için bir adım olabilir. Bir diğeri de örneğin dijital erişimi genişleterek ve eğitim ve iş temelli eğitim için finansmanı artırarak, bölgedeki vatandaşlarla doğrudan etkileşime öncelik vermek olabilir.
Washington’un Orta Doğu’daki blok temelli, güvenlik merkezli yaklaşımının eksiklikleri uzun zamandır ortada. Çin’in yükselişi ve bölgenin ortaklıkları çeşitlendirme arayışının artmasıyla birlikte bu stratejinin gözden geçirilmesi ihtiyacı aciliyet kazandı. ABD kenara itilmekten kaçınmak için önümüzdeki on yıl içinde Orta Doğu’nun belirleyici tehditlerinin büyük güçlerin müdahalesi değil, devletler içindeki sosyoekonomik ve yönetişim sorunları olacağını kabul etmek zorunda kalacak.