14 Mayıs’taki ilk turda bitmeyen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turundan önce batı medyasında gelecek projeksiyonları yapılmaya devam ediyor.
İkinci turda Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasının beklendiğini ileri süren Politico yazarı Mujtaba Rahman, bu sonuçla birlikte Avrupa Birliği’ndeki bazı ülkelerin ‘rahat bir nefes alacağını’ yazıyor.
Hem Brüksel’de hem de diğer AB başkentlerinde, Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde Türkiye’nin AB ile ilişkilerini yeniden tanımlamaya ve niteliksel olarak ilerletmeye çalışacağına dair endişelerin arttığını belirten Politico yazarı, yeniden tanımlamanın sadece Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize serbestisi konusunda bir anlaşma arayışını değil, aynı zamanda muhtemelen uzun süredir donmuş olan AB’ye katılım müzakerelerinin yeniden başlatılmasını da içereceğini vurguluyor.
‘Kılıçdaroğlu’nun kazanması AB’yi garip bir duruma sokacak’
Kılıçdaroğlu’nun kazanması ve yeniden başlama teklifinin zamanlamasının AB için ‘son derece garip’ olacağını savunan Rahman, bu garipliğin Ukrayna’nın AB’ye katılımının yaratacağı etkilerin tartışılmaya başlanmasından kaynaklandığını yazıyor.
Aralık ayındaki zirvede Brüksel’in Kiev ile katılım müzakerelerini resmen başlatmasının muhtemel olduğunu hatırlatan Politico yazarı, “Üst düzey AB yetkilileri arasındaki endişe, Kılıçdaroğlu’nun AB-Türkiye katılım müzakerelerini yeniden canlandırmak istemesinin, Kiev’in katılım konusunda Ankara’dan çok daha geniş bir siyasi desteğe sahip olmasına rağmen, genişleme ve Ukrayna konusundaki çok hassas tartışmaları karmaşıklaştırabileceği yönünde,” diyor.
Rahman’a göre Brüksel’de ve birçok AB başkentinde, Batı Balkanlar’ın yanı sıra Ukrayna’yı da AB’ye kabul etmenin bedelinin, Türkiye’nin asla üye olmayacağının açıklığa kavuşturulması olabileceği görüşü hakim.
Üst düzey bir yetkili, “Bir noktada, Ukrayna ve Batı Balkanların son genişleme olduğunu açıkça ifade etmemiz gerekecek. AB’nin hem Türkiye’yi hem de Ukrayna’yı içine alabileceği düşünülemez. Piyasa bunu kaldırmaz,” diyor.
Ukrayna’nın ‘jeopolitik’ önceliği
Savaşın ardından Ukrayna’nın bloğa kabulünün artık jeopolitik bir gereklilik olarak görüldüğü vurgulanıyor. Üst düzey bir AB yetkilisi Türkiye söz konusu olduğunda “Ukrayna oyunu değiştirir,” diyor.
Politico yazarına göre, AB liderleri, kazanması halinde Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını memnuniyetle karşılayacak ve onun ‘reform gündemini’ destekleyerek daha yapıcı bir şekilde çalışma arzusunun sinyallerini verecekler.
Ne var ki Ukrayna savaşı Türkiye’yi birlik için daha düşük bir öncelik haline getirmiş durumda. Uzun süredir devam eden AB çekinceleri ve önyargılarının yanına şimdi Ukrayna’dan kaynaklı ‘jeopolitik zorunluluklar’ da Ankara’nın üyeliğinin gündemden düşmesine neden oldu.
Muhalefet kazansa da Brüksel’in ‘katılım’ tutumu değişmeyecek
Bu nedenle, Politico’ya göre, 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde, üye ülkelerin bir strateji belirlemek üzere Haziran ayındaki zirvede Türkiye’yi gündeme getirmeleri muhtemel.
Fakat yazara göre bu tartışmanın sonucu şimdiden belli: AB, ‘yapıcı belirsizliğe’ sığınacaktır. Bunun anlamı, muhalefetin kazanması durumunda katılım müzakerelerinin muhtemelen yeniden başlatılacağı fakat ucunun açık kalacağının bilineceğidir.
AB, bu durumda Kılıçdaroğlu’nun ‘ilerlemelerini’ açıkça reddetmek yerine, daha dar, kısa vadeli bir ‘pozitif gündeme’ odaklanacak.
Bir başka üst düzey AB yetkilisi, “Zaten ölü olan bir süreci öldürmek için neden siyasi itibar kaybedelim?” diye soruyor. Rahman, Türkiye’nin AB üyeliğine kişisel olarak karşı çıkan fakat sürecin belirsiz kalmasını kabul eden eski Almanya Başbakanı Angela Merkel’in yaklaşımının da esasında bu olduğunu hatırlatıyor.
Yani bu durumda, ilişkiyi ‘reset atmaya’ yönelik sert ve iddialı vaatler pek gerçekçi görünmüyor.
Mülteci anlaşması ve ‘alışverişe dayalı’ ilişkiler sürecek
Rahman, “Erdoğan’ın kazanması halinde, bloğun genişleme politikasına ilişkin diğer zorlu tartışmalardan kaçınılacağı ve ilişkilerin bir kez daha her iki tarafın da bildiği ve anladığı dostane, alışverişe dayalı ve düşmanca politikaların tanıdık modeline yerleşeceği doğru olsa da, Erdoğan’ın devam eden başkanlığı altında birçok zorluk devam edecek ve muhtemelen büyüyecektir,” tespitini yapıyor.
Rahman’a göre, çok kısa vadede ilişkiler muhtemelen sakinleşecektir. Brüksel, Türkiye’nin Şubat ayındaki depremlerin ardından toparlanmasına yardımcı olmak için 7 milyar dolarlık mali yardım sağlamaya öncelik verirken, Ankara da Rusya’nın yaptırımları delmesini engellemek için AB’den ve ABD’den gelen baskılara muhtemelen daha açık olacaktır.
Tahıl koridoru anlaşmasının uzatılmasının da Brüksel tarafından memnuniyetle karşılanacağını kaydeden Politico yazarı, Ankara’nın 3,5 milyon Suriyeli mülteciye milyarlarca avroluk yardım finansmanı sağlamak için Brüksel ile birlikte çalışmaya devam edeceğine de dikkat çekiyor.
Rahman yazısını, “‘Bildiğin şeytan daha iyidir’ sözünün yerini hiçbir şey tutamaz,” diye bitiriyor.
‘Erdoğan ile yaşamayı öğrenmeliyiz’
Nathalie Tocci imzalı bir başka Politico yazısının başlığı ise şöyle: ‘Batı, Erdoğan ile yaşamayı öğrenmek zorunda kalabilir.’
Türkiye’nin ‘liberal bir demokrasi’ olmasa da Türkiye toplumunun ‘demokratik bir direnç’ kaydettiğini savunan Tocci, daha önce Politico’da çıkan bir yazıya işaret ederek AB için Erdoğan’ın neden daha iyi sayıldığına değiniyor. Buna göre Brüksel, üzerinde hiçbir etkisi olmamasına rağmen Ankara’nın ‘otoriterliğinden’ ve kendi değerlerinden dem vururken bir yandan da Erdoğan ile ‘alışverişe dayalı bir ilişkinin alaycı yürüyüşünü sürdürebiliyor.’
Buna örnek olarak 2016 göç anlaşmasının devam etmesini gösteren yazar, ‘Türk toplumunun mültecilere karşı artan sabırsızlığı göz önüne alındığında … kesin olan şey Kılıçdaroğlu’nun bu tür bir alışveriş ilişkisinden uzaklaşacağı’ iddiasında bulunuyor.
Tocci, “Dolayısıyla muhalefetin zaferi AB’yi aynaya bakmaya zorlayacak ve birçok çelişkisini ortaya çıkaracaktır. Ve Türkiye söz konusu olduğunda bu yansıma hiç de hoş olmayacaktır,” diye yazıyor.
‘Türkiye toplumunun Erdoğan’dan ibaret olmadığının’ ortaya çıktığını da savunan yazar, AB’nin Erdoğan vasıtasıyla Türkiye ile kurduğu ‘alışverişe dayalı’ ilişkinin ötesinde toplumla ilişki kurması gerektiğini söylüyor.
Türkiye’deki seçimlerin ‘otoriter popülizmin, seçimle işbaşına gelen otokrasilerin, Avrupa ve Batı ile aynı görüşte olmayan demokratik ve otoriter ülkelerin’ dayanıklılığı hakkında da bir şeyler söylediğini belirten yazar, “AB’nin bu ülkelerle birlikte yaşamayı öğrenmesi, yapabilecekleri ve yapamayacakları üzerine düşünmesi gerekiyor,” diyor.