Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, İsrail’in köklü yayın organlarından Haaretz’de yayınlandı. İsrail ile Hamas arasındaki olası bir ateşkes için umutlar tükenirken anlaşmaya varılmayan bir senaryoda İsrail’in ne yapabileceğine değinen analiz, ABD-İsrail ve İsrail savaş kabinesinin kendi içindeki anlaşmazlıklara ve olası çatışma noktalarına da mercek tutuyor:
***
İsrail Gazze’de Uluslararası Tepkilere Hazırlanırken Rehine Anlaşması İhtimali Düşük
Dönemin Savunma Bakanı Ehud Barak, 2011 yılında İsrail’i bekleyen “diplomatik tsunami”ye karşı uyarıda bulunmuştu. Bu gerçekleşmeyince, uyarıları Netanyahu’nun sadık adamları tarafından alaya alındı. Ancak Gazze’deki uzun süreli savaş göz önüne alındığında, İsrail’in şu anda karşı karşıya olduğu şey bu gibi görünüyor.
Amos Harel
Önümüzdeki hafta başında başlayacak olan Ramazan ayına yaklaştıkça, yakın zamanda yeni bir rehine anlaşması yapılacağına dair karamsarlık da artıyor.
Teorik olarak, Müslüman dünyasında şafaktan gün batımına kadar süren oruç ayı başladıktan sonra bile bir anlaşma yapılabilir ancak ABD yönetimi tarafından belirlenen hedef tarih buydu ve şu an itibariyle herhangi bir ilerleme görünmüyor. Görünüşe bakılırsa burada klasik bir müzakere dinamiği işliyor. Neredeyse her zaman, şans zayıf görünür ve arabulucular son dakikaya kadar iyimserlik yansıtmazlar.
Yine de ilerleme kaydedilmesini ummalıyız, ancak bu durumda İsrail ve Hamas’ın pozisyonları arasındaki farklılıklar hâlâ oldukça büyük ve şu anda her iki tarafta da bir anlaşmaya varmak için gerçek bir istek olup olmadığı şüpheli.
ABD Başkanı Joe Biden bu hafta asıl sorumluluğu Hamas’a yükledi. Biden’a göre İsrail; ABD, Mısır ve Katar tarafından ortaya konan plana olumlu yanıt verdi; şimdi Hamas’tan olumlu bir yanıt bekleniyor.
Ve bilindiği kadarıyla bu yanıt henüz gelmedi. Paris ve Kahire’de yapılan çok sayıda toplantı sırasında sunulan temel formül artık çok iyi biliniyor. İlk aşamada Hamas’ın 7 Ekim’de kaçırılan kadın, yaşlı, hasta ya da yaralı 35 kadar İsrailliyi serbest bırakması gerekiyor.
Bunun karşılığında İsrail’de tutuklu bulunan birkaç yüz Filistinli mahkûm serbest bırakılacak ve yaklaşık altı haftalık bir ateşkes ilan edilecek, bu süre zarfında kalan İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için görüşmeler yapılacak (134 İsrailli Gazze Şeridi’nde tutuluyor; İsrail ordusu bunlardan 33’ünün öldüğünü açıkladı, ancak ölenlerin gerçek sayısı muhtemelen daha yüksek).
Taraflar arasında üç ana anlaşmazlık noktası var: İsrail’in serbest bırakacağı “ağır sıklet” mahkûmların sayısı, kalıcı ateşkese geçişin ve savaşın sona ermesinin niteliği ve Gazze’nin kuzeyine dönecek Filistinlilerin sayısı.
Müzakereler hakkında bilgi sahibi kaynaklara göre Hamas ilk aşamada eli kanlı 100 kadar mahkûmun -İsraillileri öldürmüş teröristler- serbest bırakılmasını talep ediyor.
Hamas daha sonra, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Gazze Şeridinden tamamen çekilmesi (yani savaşın fiilen sona ermesi ve Hamas hükümetinin ayakta kalması) karşılığında, kaçırılan onlarca İsraillinin cesediyle birlikte hâlâ hayatta olan rehinelerin geri dönüşünü içeren ikinci aşamaya geçmek istiyor. Ancak İsrail savaşın sonlanacağını taahhüt etmiyor.
Örgüt ayrıca Gazze’nin kuzeyinde yaşayan herkesin -çoğu IDF tarafından savaşta yok edilen- yaşadıkları bölgelere geri dönmesini talep ederken İsrail sadece kadın ve çocukların geri dönmesine izin vermeye hazır.
En ciddi sorun çatışmaların devam etmesiyle ilgili. Hamas, rehinelerin serbest bırakılmasının daha sonra savaş durumundan çıkmayı mümkün kılacak bir basamak ve aynı zamanda liderlerinin hayatları için bir sigorta poliçesi olduğuna inanıyor. İsrail bunu sağlamaya isteksiz.
Dahası, yeni bir anlaşmada ilk aşama kabul edilse bile, binlerce Filistinli tutsak karşılığında kaçırılan askerlerin, 50 yaşın altındaki erkeklerin ve cesetlerin iadesinin görüşüleceği ikinci aşamada müzakereler kopabilir.
Bu hafta IDF, Han Yunus’taki faaliyet alanını genişletti ve şehrin kuzeybatısında Katar hükümeti tarafından inşa edilen Hamad Towers mahallesine girdi.
Bu bölge, Nukhba güçlerinden çok sayıda teröristin orada bulunduğuna dair istihbarat bilgileri ışığında yeni bir hedef olarak belirlendi.
Gerçekten de bölgede onlarca Hamas mensubu tutuklandı ve onlarcası da IDF tarafından öldürüldü. Oradaki organize direniş çökmüş durumda. Han Yunus’ta Hamas’ın düzenli taburları kalmadı, sadece bağımsız hareket eden küçük gerilla birlikleri var.
Bununla birlikte, ordu yeni emirleri beklerken geçici işler için elinden geleni yapıyor gibi görünüyor. Savunma teşkilatı, Hamas’ın liderleri Yahya Sinvar ve Muhammed Deif’i bulma çabalarından vazgeçmiş değil. Han Yunus bölgesinde yer altında saklanacak yeni bir yer bulmuş olmaları ihtimali göz ardı edilemez.
Daha sonraki aşamada, bir anlaşma olmazsa, Ramazan ayının sonuna doğru kara operasyonunun nerede devam edeceği sorusu ortaya çıkacak: Şeridin merkezinde kalan mülteci kamplarında (Nuseyrat ve Deir el-Balah) ya da Refah’ta.
İkincisiyle ilgili zorluklar iyi biliniyor: sivil nüfusun yoğunluğu ve uluslararası toplumun sivillerin barışçıl bir şekilde ayrılmalarına izin verilmesi talebi. Yine de örgütün Refah’ta sahip olduğu dört taburun güçlü olduğu düşünülmüyor ve yıllar geçtikçe üst komuta kademelerinde yolsuzluk belirtileri var.
Refah’ı ele geçirmenin Sinvar ve Deif’in peşine düşmekle ortak bir yanı var: Hamas’ı yok etmeden ve Başbakan Binyamin Netanyahu’nun durmadan vaat ettiği “tam zafer” olmadan İsrail bir zafer görüntüsü arıyor.
Hamas’ın önde gelen isimlerine suikast düzenlenmesi, yenilgiye uğratmanın yerine geçebilir. Refah’ta yapılacak bir operasyon uzun, masraflı ve karmaşık olacak ama operasyon tamamlandıktan sonra İsrail, Hamas’ın askeri altyapısını Gazze Şeridi’nin tamamında çökerttiğini iddia edebilecek.
Ancak bir anlaşma ve ateşkes olmazsa Rusya ile Ukrayna arasındaki bitmek bilmeyen savaşın küçültülmüş bir versiyonu burada yaşanabilir.
İsrail iki cephede (Lübnan ve Gazze) bir yıpratma senaryosuyla karşı karşıya ve şu anda düşmanlıklara son verebilecek durumda değil. Hasımları büyük kayıplar verse ve somut yeni kazanımlar elde etmese de inatla savaşmaya devam ediyor.
Gecikmiş tsunami
İsrailli üst düzey yetkililerin ABD yönetimi yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde öne çıkan husus, Washington’un özellikle Gazze’nin kuzeyinde geniş çaplı bir insani felakete sürüklenmekten duyduğu endişe.
Gazze’de bir yardım konvoyuna açılan ateş sonucu yüzden fazla Filistinlinin (bazıları IDF ateşiyle) öldüğü yardım kamyonları faciasından bu yana geçen bir hafta içinde, ABD’nin talebi üzerine Gazze’ye giren yardım miktarı artırıldı. Yardımların bir kısmı havadan atılıyor ve kısa süre içinde Batı’nın gözetiminde (Güney) Kıbrıs’tan bir deniz ikmal rotasının başlatılması bekleniyor.
ABD Başkanı Joe Biden, Gazze sahilinde her gün yüzlerce insani yardım sevkiyatının yapılmasına olanak sağlayacak bir limanın kurulacağını duyurmaya hazırlanıyordu.
Mısır’ın Refah sınırını ziyaret eden ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Mike Kurilla, kamyon şoförleriyle yaptığı görüşmelerde bazı kamyonların haftalarca geciktiğini öğrendi. Amerikalılar İsrail’e bu gecikmelere bir son vermesi ve yardımların düzenli ve hızlı bir şekilde ulaştırılmasını sağlaması için baskı yapıyor.
2011 yılında o dönem savunma bakanı olan Ehud Barak, İsrail’i bekleyen “diplomatik tsunami”ye karşı uyarıda bulunmuştu. Bu gerçekleşmeyince uyarıları Netanyahu’nun sadık adamları tarafından alaya alındı. Ancak Gazze’deki uzun süreli savaş göz önüne alındığında, İsrail, şu anda ABD’deki Demokratlar ve bazıları bir Filistin devletinin tanınmasını teşvik etmek için sembolik eylemler düşünen Avrupa’daki sempatizan hükümetlerle karşı karşıya.
Hollanda ve son zamanlarda İngiltere de savaşın yürütülme biçimine yönelik iç eleştiriler ışığında, savaş sırasında İsrail’e savaş malzemesi ihracatına kısıtlamalar getirilmesini tartışmaya başladı.
Ayrıca savaş suçu iddiaları karşısında Avrupa’nın üst düzey IDF subaylarına karşı yasal işlem başlatma girişimlerine ilişkin endişeler de artıyor. Batı’daki liberal kamuoyunun çoğunluğu açısından 7 Ekim vahşeti bir süre önce unutulmuş gibi görünüyor; şu anda Gazze’deki açlık tehlikesi ve Refah’ta dolaşan bir milyon mülteci konuşuluyor.
Biden’ın da belirttiği gibi arka planda Ramazan ayının yarattığı tehlike var. Bir anlaşma yapılmaz ve savaşa ara verilmezse, Tapınak Tepesi’nde ve belki de tüm Arap dünyasında tansiyon yükselebilir ve savaşın başlangıcında olduğu gibi Arap başkentlerinde Filistinlilerle dayanışma için yeni bir gösteri dalgası tetiklenebilir.
Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nün web sitesinde bu hafta yayınlanan bir makalede, Şin Bet’in eski araştırma müdürü Neomi Neumann, İsrailli yetkililerin ihtiyatlı davranmaması halinde, Ramazan ayında durumun ciddi şekilde kötüleşebileceğini belirtti.
Hamas son zamanlarda savaş alanlarını genişletmek amacıyla Tapınak Tepesi’ndeki camiye atıfta bulunarak “El Aksa tehlikede” kampanyasını hızlandırdı.
Neumann’a göre, Batı Şeria’da daha fazla sayıda Filistinli gencin Hamas tarafından çizilen şiddet yolunu benimsediği bir durumda, İsrail’in ABD’nin önerilerine karşı biraz esneklik göstererek Filistin arenasında alternatif, olumlu bir formülasyon olduğu fikrini yansıtması önemli.
Kamuoyunun ilgisizliği
Netanyahu’nun hükümetinin aşırı sağcı kanadıyla ittifakını koruma arzusu göz önüne alındığında bunun yakın gelecekte gerçekleşmesi pek olası değil.
İsrail’deki güvenlik kaynakları Washington ile anlaşmalar için olası bir açılımın varlığını seziyor. Onlara göre İsrail’in, iki devlet vizyonunu dışlamayan genel bir açıklaması, Washington’un Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde düşmanca kararları veto etmeye ve İsrail’e mühimmat ve yedek parça tedarik etmeye devam etmeye hazır olmasını sağlamak için yeterli olacak.
Savunma teşkilatı mühimmat stoklarını yakından takip ediyor ve savaş sırasında daha fazla askeri yardımın gelmesini sağlamak için Pentagon ile sürekli bağlantıyı sürdürmek için büyük çaba sarf ediyor. Bu endişe esas olarak kuzeye yönelik.
Birincisi, Hizbullah güçlerini bu hattan uzaklaştıracak diplomatik bir düzenleme bulunamazsa Lübnan sınırında daha ciddi bir kötüleşme hâlâ mümkün.
İkincisi, Biden yönetiminin İsrail-Suudi normalleşme anlaşmasını sağlamayı başardığı en iyimser senaryoda bile, İran’ın Lübnan arenasını alevlendirerek bunu engelleme girişimini hesaba katmak gerekiyor. (Hamas bunu daha önce iki kez yaptı: 1993’te Oslo Anlaşmalarını bozmak ve 7 Ekim’de İsrail-Suudi yakınlaşmasını engellemek için).
İsrail Amerikalılara kuzeyde siyasi bir çözümün aciliyetine dair yeterli anlayışı aşılamak için çaba sarf ediyor. Üst düzey bir Amerikalı, geçen günlerde bir düzine İsrailli tanıdığının kendisine Abu Ali Express isimli İsrailli bir blog yazarı tarafından yayınlanan ve İsrail’in Hizbullah’a karşı geniş çaplı bir savaş başlatmak zorunda kalacağı uyarısında bulunan bir yazı gönderdiğini anlattı.
Beyaz Saray’ın Netanyahu üzerinde baskı kurma çabalarının bir parçası olarak bu hafta Washington’a (ve ardından Londra’ya) çağrılan Savaş Kabinesi Bakanı Benny Gantz, yönetim yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde İsrail’in tutumu, özellikle de insani yardımın ihmal edilmesi ve Refah’a girme planı nedeniyle eleştirilere maruz kaldı.
Washington sevkiyatın hızından rahatsız, Gazze’nin kuzeyindeki kaostan endişeli ve İsrail’in Ramazan’dan sonra sivil halkın güvenli tahliyesini sağlayacak düzenli bir plan olmaksızın Refah’ı işgal etmesinden korkuyor.
Washington Post’un askeri yorumcusu David Ignatius’un perşembe günkü haberine göre yönetim ilk kez İsrail’in Refah’ta koordinasyon olmaksızın operasyon yapması halinde elindeki bazı Amerikan silahlarını kullanmasını yasaklama olasılığını değerlendiriyor.
Amerikalılar İsrail’in nankörlüğü olarak algıladıkları şeye rağmen şimdiye kadar mühimmat tedarikinde somut kısıtlamalar getirmediler. Dünyada tank mermisi ve 155 mm top mermisi sıkıntısı (Ukrayna’daki savaş nedeniyle) ve Kongre’de Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında Ukrayna, Tayvan ve İsrail’e yönelik muazzam bir savunma yardım paketinin onaylanmasını geciktiren felç edici anlaşmazlıktan kaynaklanan nesnel zorluklar vardı.
Amerikalılar ayrıca Gazze’deki savaşın, İran’ın Orta Doğu’da kendilerine karşı yürüttüğü gölge savaşın derinleşmesine yol açacak sonuçlarından da tedirgin.
New York Times köşe yazarı Thomas Friedman bu hafta General Kurilla ile Ürdün ve Suriye’deki ABD üslerine yaptığı iki günlük turdan izlenimlerini yazdı. Geçen birkaç ay içinde Irak’taki Şiilerden Yemen’deki Husilere kadar İran yanlısı milisler Amerikan ve diğer hedeflere yüzlerce insansız hava aracı, hassas füze ve balistik füze fırlattı.
Bugüne kadar üç ABD askeri öldürüldü ve 180’den fazla asker yaralandı (Husilerin Kızıldeniz bölgesindeki ticari gemilere yönelik saldırıları bu rakama dahil değil). Askerlerin ölümünün ardından ABD güçleri 40 kadar milis savaşçısını öldürdü ve ardından Irak’taki bir Şii milis liderine suikast düzenlendi.
Friedman, Gazze’de savaşın başlamasından 10 gün sonra İran’ın, ABD ordusunu Orta Doğu’dan çıkmaya zorlamak için vekilleri aracılığıyla Amerikalılara karşı koordineli bir saldırı başlatmaya karar verdiğini yazıyor. Saldırıya uğrayan üslerden bazıları Obama yönetiminin 2014 yılında ilan ettiği IŞİD’e karşı savaş çerçevesinde kurulmuştu. Friedman’a göre mevcut kampanya kontrolden çıkmaya meyilli. “Bu… bugün gezegenin herhangi bir yerindeki en tehlikeli oyun” diye yazıyor.
Arka planda ise İranlılar nükleer projelerini geliştirme yolunda adım adım ilerlemeye devam ediyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın son raporuna göre İran, bir hafta içinde bir nükleer silah üretebilecek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum ve yaklaşık bir ay içinde de yedi bomba (İsrail istihbaratının geçmişte iki yıla kadar sürebileceğini tahmin ettiği, bombanın nükleer savaş başlığına takılması süreci de gerekecek) biriktirme kapasitesine sahip.
Geçmişte hemen hemen her konuşmasında İran’ın nükleer tehdidinden bahseden Netanyahu, artık İran’ın hamlelerine neredeyse hiç değinmiyor ki Biden yönetimi de bu konuda büyük bir kararlılık sergilemiyor.
Başbakan Gazze konusunda da pasif, yavaş ve inisiyatifsiz davranıyor gibi görünüyor. Bu hafta esas olarak Berliner-Naor soruşturma komisyonunun 2021’deki Meron Dağı faciasındaki kişisel sorumluluğuyla ilgili raporuna yönelik eleştirileri püskürtmekle meşguldü.
Raporun yayınlanması ve Netanyahu ailesinin (“Likud’un açıklaması” kılıfı altında) şiddetli tepkisi, bir sonraki mücadele olan 7 Ekim olaylarıyla ilgili soruşturmalar öncesinde bir test olarak görülmeli.
Netanyahu’nun ne kendi inisiyatifiyle ne de dış baskı altında istifa etmeye niyeti yok. Soruşturmanın düzenini kontrol etmeyi başarırsa, sonuçlarını da etkileyecek. Sorumluluğun ve suçun başkalarının üzerine atılacağı uzun bir siyasi ve hukuki mücadeleye hazırlanıyor gibi görünüyor.
Tüm bunlar kamuoyunda kayıtsızlıkla karşılanıyor. Medya dikkatleri başka yöne çekme taktiklerine kapılmış durumda ve sorumluluğun özünden ziyade duyurunun tarzı üzerinde duruyor.
Şaşırtıcı bir şekilde, belki de felaketin boyutları göz önüne alındığında, henüz kitleleri sokaklara dökecek büyük bir bilinç patlaması yaşanmadı. Bu da Gantz ve savaş kabinesindeki meslektaşı Gadi Eisenkot’un içine düştüğü tuzağı derinleştiriyor.
Şimdilik, tüm çekincelerine rağmen, Ramazan’dan kaynaklanan tehditler ve Lübnan’da bir alevlenme tehlikesi ışığında varlıklarına ihtiyaç duyulduğu inancıyla koalisyondan istifa etmiyorlar.
Son zamanlarda savaş kabinesi toplantılarında Netanyahu’ya karşı daha aykırı bir çizgi izliyorlar. Bir sonraki patlama noktası muhtemelen rehinelerle ilgili müzakerelere bağlı. Anlaşmayı ilerletecek önemli bir olasılık ortaya çıkarsa, Gantz ve Eisenkot ile başbakan arasında kamuoyu önünde bir çatışma görebiliriz.