ABD Başkanı Joe Biden, yeni bir deniz gücü kurarak Yemen’deki Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarına karşı sağlam bir uluslararası yanıt vermeyi umuyordu, ancak operasyonun başlamasından sonra birçok müttefik bu operasyonla ilişkilendirilmek istemiyor. Washington, 20 ülkenin bu deniz gücüne katıldığını duyurdu ancak neredeyse yarının hangi ülke olduğu belli bile değil, çünkü katılımcılar İsrail ile yan yana gözükmek istemiyor. Üstelik bazı ülkeler gemi değil personel katkısı sunmakla yetiniyor. ABD’nin görev gücüne katılan tek Arap ülkesinin ise Bahreyn.
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Bahreyn’in diğer Arap ülkelerinin aksine neden görev gücüne katıldığına ve bu adımın ülke içinde nasıl tartışıldığına odaklanıyor:
Husiler kendi arka bahçelerine saldırıyor ama diğer Körfez ülkelerinin geri durmak için nedenleri var
Giorgio Cafiero
Geçen ay ABD, Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ndeki Husi saldırılarını caydırmayı amaçlayan bir deniz koalisyonu olan Refah Muhafızı Operasyonu’nu duyurdu. Bahreyn operasyona katılan tek Arap ülkesi oldu. Bunun nedenleri- ve ABD’nin bölgedeki diğer müttefik ve ortaklarının neden katılmadıkları- bizi ilgilendirmeli.
Pek çok ülkenin Gazze savaşının daha da bölgeselleşmesi konusunda haklı endişeleri var. Husiler, İsrail’e ait olan ya da İsrail limanlarına giden ticari gemileri füze ve insansız hava aracı saldırılarıyla hedef aldıklarını ve şimdiden bir gemiyi kaçırdıklarını söylüyorlar. İsrail ateşkesi kabul edene kadar bu saldırıları sürdürme sözü veriyorlar.
ABD, deniz tabanlı füze savunma sistemleriyle bu saldırıların çoğunu engelliyor.
Kızıldeniz’deki güvenlik krizi ekonomik açıdan çok şeyi tehlikeye atıyor. Arap Yarımadası ile Afrika Boynuzu’nu birbirinden ayıran Bab el-Mendeb Boğazı, Hint Okyanusu ve Aden Körfezi’ni Kızıldeniz’e bağlıyor. Tüm küresel konteynerlerin yaklaşık yüzde 30’u Bab el-Mandeb ve Süveyş Kanalı’ndan geçerken ve tüm dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 12’si de bu güzergâhtan yapılıyor.
Ancak Ekim ayında Kızıldeniz’in güneyi ve Aden Körfezi’nde Husi saldırılarının başlamasından bu yana, büyük nakliye şirketleri Süveyş Kanalı’ndan geçişi durdurdu ve gemilerini Afrika çevresine yönlendirerek tüketici fiyatlarını artırma tehlikesi yarattı. Kızıldeniz ticaretindeki bu aksama, bu krizden önce de zaten daralmakta olan Avrupa ekonomilerine ciddi zarar verebilir.
2015’te Husilerle savaşmaya başlayan Arap askeri koalisyonunun iki ana ülkesi olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Refah Muhafızı Operasyonu’na katılmaması oldukça önemli. Ayrıca 930 millik Kızıldeniz kıyısına sahip büyük bir Arap ülkesi olan Mısır’ın da katılmayı reddetmesi dikkat çekici.
Çoğu Arap ülkesi çeşitli nedenlerle Refah Muhafızı Operasyonuna resmen katılmaktan kaçındı. Birincisi, Arap toplumları İsrail’in ayrım gözetmeksizin Gazze’yi bombalamasına, milyonlarca Filistinliyi açlığa mahkûm etmesine ve yerlerinden etmesine öylesine öfkeli ki bölgedeki hükümetler İsrail’in operasyonlarını açıkça finanse eden ve silahlandıran Washington’un yanında yer alarak suç ortağı olarak görülmek istemiyorlar.
İkinci olarak, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi ülkeler -özellikle Suudi Arabistan ve BAE- enerji ve sivil altyapılarına yönelik Husi saldırılarının yeniden başlamasını tetikleyebilecek veya Suudi Arabistan’ın Vizyon 2030 projelerinin çoğunun bulunduğu Kızıldeniz’i daha da istikrarsızlaştırabilecek eylemlerden kaçınmak istiyor. Üçüncüsü, Riyad ve Abu Dabi bu güvenlik girişimine katılmanın Husi hareketini destekleyen Tahran ile aralarını bozabileceğinden endişe ediyor.
Bahreyn’in Eşsiz Konumu
George W. Bush Yönetimi’nin 2002 yılında NATO üyesi olmayan önemli bir müttefik olarak tanıdığı Bahreyn farklı bir hesaplama yaptı. Akılda tutulması gereken önemli bir faktör de Bahreyn’in ABD Donanması’nın Beşinci Filosuna ev sahipliği yapması. Ayrıca Bahreyn ve ABD Eylül ayında stratejik bir güvenlik ve ekonomik pakt olan Kapsamlı Güvenlik Entegrasyonu ve Refah Anlaşması’nı imzaladı.
Hamad Bin Halife Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Steven Wright, Responsible Statecraft’a verdiği röportajda “Bahreyn uzun zamandır İran’dan gelen ve güvenlik duruşunu şekillendiren varoluşsal bir tehdit algılıyor, bu nedenle ABD varlıklarına ev sahipliği yapan Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE’den aldığı güvenlik korumasının dışında başka bir koruma ve anlam kazanıyor” dedi.
Wright, “Diğer KİK üyelerinin daha karmaşık hesapları var gibi görünüyor: Suudi Arabistan ve BAE için İran’la gerilimi düşürmeye yönelik mevcut çabalar konumlarını açıklıyor” diye ekledi.
Riyad’daki Kral Faysal Araştırma ve İslami Çalışmalar Merkezi’nde kıdemli araştırmacı olan Joseph A. Kéchichian, tek bir güdümlü füze fırkateynine ve korvet adı verilen iki küçük güdümlü füze gemisine sahip olan Bahreyn’in, en azından şimdilik, bu unsurları görev gücüne katılmak üzere göndermediğini belirtti.
“Manama’nın katkısı Amsterdam ve Canberra’nınkine benzeyebilir, zira Hollanda ve Avustralya askeri personel göndereceklerini ancak gemi göndermeyeceklerini açıkladılar” dedi: “Yine de Bahreyn, ABD Donanması’nın Beşinci Filosu’nun karargâhı ve bölgedeki koalisyon operasyonlarını koordine eden Birleşik Deniz Kuvvetleri’nin merkezi olduğu için, krallığın sadece gerçek manevralar hakkında bilgi sağlamak ve almak için bile olsa katılması mantıklı.”
Diğer Körfez İşbirliği Koalisyonu (KİK) üyelerinin de yeni görev gücüyle bilgi paylaşımında bulunacaklarını ancak bunun nasıl gerçekleşeceği belli olmadığını öne sürdü. Kéchichian sözlerini şöyle sürdürdü: “Bilindiği kadarıyla, donanma gemilerini konuşlandırabilecek olan Suudi Arabistan ve BAE, Refah Muhafızı Operasyonu’nun dar hedeflerine katılmadıkları için bu operasyonun dışında kalmayı tercih ettiler.”
7 Ekim Sonrası Bahreyn’de Tepki
2020’de İsrail ile normalleşen Bahreyn, 7 Ekim’den bu yana sıkıntılı bir pozisyonda. İsrail ile ilişkiler söz konusu olduğunda Bahreyn yönetimi ile halkı arasında büyük bir uçurum var. Bu bölünme Gazze savaşı sırasında daha da derinleşti.
Gazze’de Filistinlilerin ölü sayısı giderek artarken, Bahreynli yetkililer, İbrahim Anlaşmaları’nın Bahreyn halkı arasında geniş bir politik yelpaze ve çeşitli sivil toplum grupları arasında ne kadar sevilmediği göz önüne alındığında, içeride artan tepki riskleriyle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. İnsan Hakları İzleme örgütünün son zamanlarda belgelediği gibi, Bahreyn yetkilileri ülke genelinde Filistin’e destek veren göstericilere karşı baskıcı taktikler kullandı.
Wright, “El Halife monarşisi tarihsel olarak farklı araçlar kullanarak muhalefeti bastırmada başarılı oldu. Eleştirilere rağmen Bahreyn’in İbrahim Anlaşmalarına dahil olmanın genel ekonomik, dış politika ve güvenlik çıkarlarına hizmet ettiğini karar verdiği açık” dedi.
Wright, “Sonuç olarak ekonomik avantajlar ve ABD desteği, iç siyasi grupların kamuoyu itirazlarına ağır basıyor” ifadesini kullandı.
Emory Üniversitesi’nden Courtney Freer, RS’e yaptığı açıklamada Bahreyn’in seçilmiş alt meclisinin Kasım ayında bir bildiri yayınlayarak ülkenin büyükelçisinin İsrail’den ayrıldığını ve iki ülke arasındaki ekonomik bağların koptuğunu iddia ettiğini hatırlattı.
Freer, “Bu söylemin ağırlıklı olarak sadık bir parlamentodan geldiğini belirtmek gerekir; bu da İsrail’e yönelik bu tür düşmanlık duygularının sadece muhalefet partileriyle sınırlı olmadığını ve dolayısıyla görmezden gelinmesini daha zor hale getirebileceğini göstermektedir” dedi. “Özellikle, vatandaşlar Filistin yanlısı protestolara katılmaya başladı ve bu yüzden öfke var, ancak bu öfkenin rejim için siyasi riske dönüşüp dönüşmeyeceği belirsiz.”
Bahreyn’in İsrail ile diplomatik ilişkileri ve ABD ile askeri ittifakı, takımada krallığını bölgedeki İran’a bağlı aktörlerin tepkisine maruz bırakabilir. Ancak Bahreyn’in İbrahim Anlaşması’nı feshetmesi ya da Washington ile ilişkilerini temelden değiştirmesi pek olası görünmüyor. Nihayetinde Bahreyn yönetimi bu tür tepkilerin getireceği risklerin İsrail’le normalleşen ilişkilerin ve Amerikan desteğinin getireceği faydalara değeceğini düşünüyor gibi görünüyor.
Wright, “El Halife monarşisi ülke içindeki muhalefeti çeşitli yollarla yönetmekte mahir olduğunu kanıtladı, dolayısıyla bu bağlamda İran’dan kaynaklanan riskler yönetilebilir olarak görülecektir. İsrail/ABD ile işbirliği konusunda kamuoyunda oluşacak kaygıların istikrarını ciddi biçimde sarsmayacak ve en fazla sınırlı ölçekte kalacaktır” dedi.
“Temel olarak Bahreyn, Husi karşıtı deniz girişimini destekleyerek ABD’nin gözüne girmeye çalışıyor” diye ekledi: “Bu, Husi ve İran’ın jeopolitik erişimine karşı koyma yaklaşımının bir parçası olduğu düşünüldüğünde hem ABD hem de İsrail ile ilişkilerini daha da güçlendirmesine olanak tanıyor.”