Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’ya dönük müdahalesinde Batı’nın seferber edemediği müttefikleri ya da kısmi müttefikleri arasında Hindistan en baştaydı. Halihazırda Moskova ile son yıllarda S-400 tedariki ile ivme kaydeden askeri işbirliği bulunan Yeni Delhi, daha sonra G7’nin Rus petrolüne ambargo uygulamasıyla Rus enerji tedarikçilerinden ucuza petrol almaya başladı.
Esasında savaş Hindistan’ın işine gelmişti ve geçen yılın yaz aylarında hükümetin, şirketlere petrol alımlarını Rusya’dan yapmaları yönünde talimat verdiği bile iddia edilmişti. Fakat Yeni Delhi, güneydoğu Asya’da Washington yönetimi için Çin’e karşı konsolidasyonu sağlamak açısından kritik bir aktör.
Diğer yandan Rusya ile Hindistan arasındaki ekonomik ilişkiler eşitsiz seyrediyor. Hindistan’ın Rusya’dan aldığı ucuz petrolü işleyip pahalı fiyattan Avrupa’ya sattığı tek taraflı kâr getiren ticaret geçtiğimiz aylarda sonlansa da uzun süre devam etti; nihayetinde Rusya’nın elinde, hiçbir işine yaramayacağı bir yığın rupi birikti. Aşağıda tercümesi verilen makale, Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) Akademik Direktörü ve tarih doktoru Andrey Kortunov’un imzasıyla, ilk olarak Hindistan merkezli düşünce kuruluşu Stratejik ve Güvenlik Meseleleri Araştırma Merkezi’nin (NatStrat) internet sitesinde yayımlanarak RIAC’de yeniden okurlara sunuldu.
Rusya, Hindistan’ı kaybediyor mu?
Andrey Kortunov
NatStrat
1 Ağustos 2023
Rusya Hindistan’ı kayıp mı ediyor? 1990’ların başında Sovyetlerin dağılmasından bu yana Rusya ile Hindistan arasındaki ilişkiler üzerine düzenlenen hemen her konferans, çalıştay ya da uzman toplantısında bu soru gündeme getiriliyor. Çoğu zaman, katılımcılar tarafından dile getirilen baskın görüşler, alarm verici olmasa da kötümser.
Evet, Rusya Hindistan’ı kaybediyor ya da bazı dramatik adımlar acilen atılmazsa yakın gelecekte kaybedebilir. Bu tür bir karamsarlık ve alarmizm esasında şaşırtıcı değil; akademisyenler, politikacıların aksine genelde başarılar ve fırsatlardan ziyade sorunlara ve zorluklara odaklanırlar.
Elbette otuz yıldır “Rusya’nın Hindistan’ı kaybetmesinden” bahsediyor olmamız bile bu tür sonuçların en azından erken ve tek taraflı olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, kasvetli öngörüleri mesnetsiz ve savunulamaz olarak kolayca reddetmek pek mümkün değil.
Sorunlu alanlar
Sahiden de Moskova ile Yeni Delhi’nin Ukrayna’dan Afganistan’a, “Kuşak ve Yol”dan Quad’a ve Hint-Pasifik kavramına kadar pek çok önemli Avrasya ve küresel meselede aldıkları tutumlar aynı değil ve bu da bazen şüpheye ve ikili ilişkilerin her zaman sağlam bir temeli olagelen karşılıklı güvenin erozyona uğramasına neden oluyor. Rusya ile Hindistan, 2020 ve 2022’de geleneksel yıllık zirvelerini bile gerçekleştirmedi ve Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Başbakan Narendra Modi’nin bir sonraki yüz yüze görüşmelerini ne zaman yapacakları da belli değil.
Her zaman ikili ilişkilerin sarsılmaz temel taşı olarak görülen askeri-teknik işbirliği ciddi bir stres döneminden geçiyor. Son beş yılda Rusya’nın Hindistan’ın savunma ithalatındaki payı yüzde 60’tan yüzde 45’e düştü ve yakın vadede daha da düşmesi muhtemel. Moskova, Batı’nın Hindistan silah pazarlarındaki varlığının hızla genişlemesine ve Hint yönetiminin izlediği mevcut “Made in India” stratejisine karşı koymak zorunda. Bunun da ötesinde, Hindistan’da Rus silahlarının güvenilirliği, Rusya’nın teslimat tarihlerine uyumu ve satış sonrası müşteri hizmetleri ve garantiler konusunda soru işaretleri mevcut.
İki ülke arasındaki ticaret bu oldukça kasvetli tabloda parlak bir nokta gibi görünebilir: 2022’de hızla artarak 35 milyar dolara ulaştı. Fakat bu olağanüstü (2,5 kat!) büyüme neredeyse tümüyle Rusya’nın Hindistan’a ham petrol, kömür ve gübre sevkiyatındaki devasa artış sayesinde mümkün oldu. Batı’nın ağır iktisadi yaptırımları ve Rusya-AB stratejik enerji ortaklığının hızla sona ermesi nedeniyle Moskova, petrolünün büyük bir kısmını Hindistan’a son derece indirimli fiyatlarla satmak zorunda kaldı. Öte yandan, Hindistan’ın Rusya’ya ihracatı geçen yıl boyunca ne toplam rakamlarda ne de yapısında önemli bir değişiklik göstermedi. Sonuç olarak, şu anda Rusya ile Hindistan arasındaki ticarette epey kayda değer bir dengesizlik gözlemliyoruz ki bu da bu alanda son dönemde kaydedilen olağanüstü ilerlemenin sürdürülebilirliğini sorgulatıyor.
Ama Hindistan yükseliyor
Sorunların ve uyarı işaretlerinin listesi uzatılabilir. Elbette ki bunlar her açıdan abartılmamalı.
Moskova, Washington ya da Pekin olsun, birilerinin Hindistan’ı “kaybedebileceği” fikri tamamen mantıksız olmasa da aşırı derecede kibirli görünüyor. Bu ülke hiç kimse tarafından “kaybedilemeyecek” kadar büyük, güçlü ve tüm dünya açısından son derece önemli. Moskova ile Yeni Delhi arasındaki çok yönlü ve verimli işbirliğinin tarihi, bu işbirliğinin geleceğinin son yıllardaki biraz kaygı verici ama beklenmedik olmayan iktisadi veya siyasi gelişmelere bakarak sorgulanmaması için yeterince uzun. Bu işbirliği iki ülkenin uzun vadeli çıkarlarını yansıtıyor ve kalıcı.
Aynı zamanda, modern Hindistan gelişen bir ekonomiye, canlı bir topluma ve hırslı bir liderliğe sahip; mevcut dış politika ve güvenlik portföyü yarım yüzyıl, hatta yirmi yıl öncesine göre çok daha büyük ve çeşitli. Rusya’nın bu portföydeki göreli payının daha mütevazı hale gelmesi şaşırtıcı olmamalı; bunun nedeni Yeni Delhi’nin Moskova ile olan geleneksel dostluğundan kopmaya karar vermesi değil, Hindistan’ın yeni uluslararası fırsatları da keşfetmeye kararlı olması. Yine de Yeni Delhi’nin dış politika portföyünün çeşitlenmeye devam etmesine rağmen iki ülkeyi birleştiren “imtiyazlı stratejik ortaklık”, taraflar bazı belirli konularda “aynı fikirde olmasalar” bile büyük güçler arasındaki ilişkiler açısından bir model olmaya devam ediyor.
Bununla beraber Rusya ile Hindistan arasındaki ilişkilerin durumu hiçbir şekilde rehavete kapılmayı haklı çıkarmaz. Bu ilişkilerdeki sorunlar kurumsal atalet, bürokrasi, hayal gücü eksikliği ya da üçüncü tarafların yıkıcı müdahaleleriyle sınırlı değil. İlişkilerin kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi zarureti, günümüz dünya siyasetinin gelişimindeki genel eğilimlerin anlaşılmasından kaynaklanıyor.
Çin ve Hindistan’ı idare etmek
Modern dünya, yavaş ve isteksiz de olsa, yeni bir jeopolitik, iktisadi ve teknolojik iki kutupluluğa doğru evriliyor. Bu yüzyılın başlarında çoğumuzun beklediği şey bu değildi ama bu eğilim görmezden gelinemez ve hem Moskova’yı hem de Yeni Delhi’yi etkiliyor.
Rusya her geçen yıl daha da doğuya yöneliyor, Çin ile olan çoklu bağlarını güçlendiriyor ve geliştiriyor. Hindistan her geçen yıl daha da batıya yöneliyor ve ABD ile çeşitli işbirliği biçimlerini artırıyor. Daha fazla ilerlemeden önce kabul etmemiz gereken hakikat budur.
Bu eğilim ciddi riskler içeriyor. Orta vadede devam ederse, iki dost ülke sonunda kendilerini karşıt jeopolitik, iktisadi ve teknolojik bloklar içinde bulabilir. “Ortak Avrasya alanı” fikri boş bir hayal olarak kalacak ve geniş ortak kıtamız belirsiz bir gelecek için Doğu ve Batı arasında bölünmüş olarak kalacaktır. Yirminci yüzyılın Soğuk Savaş sistemi, 21. yüzyılın uluslararası sisteminde bir kez daha dirilecektir. Zaman içerisinde Moskova ile Yeni Delhi’nin ikili işbirliğini derinleştirmek ve genişletmek bir yana, mevcut düzeyde sürdürmeleri bile giderek zorlaşacaktır.
Bugün ne Moskova ne de Yeni Delhi, uluslararası sistemin süregelen evrimindeki bu talihsiz ve yıkıcı eğilimi kökten tersine çevirmek açısından gereken kaynaklara ve fırsatlara sahip. Rusya ile Hindistan ne tek başlarına ne de birlikte sistemin bütünlüğünü yeniden tesis edebilecek konumda. Ancak bu, Moskova ile Yeni Delhi’nin yaklaşmakta olan katı uluslararası iki kutupluluk döneminin pasif gözlemcileri rolüne teslim olmaları gerektiği anlamına gelmez. Rusya ve Hindistan’ın (ve Avrupa ve Orta Doğu’dan Afrika ve Latin Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkenin) ABD ile Çin arasındaki ihtilafta taraf olmaya zorlanmaları halinde kaybedecekleri çok şey, kazanacakları ise pek bir şey yoktur. Ortaya çıkmakta olan iki kutupluluğa direnmek ve mümkün olan yerlerde, çok taraflı uluslararası işbirliği mekanizmalarını desteklemeye vurgu yaparak, bunun olumsuz yansımalarını hafifletmek ortak çıkarlarına olacaktır.
Mesela Rusya, Hindistan ve Çin BRICS ve ŞİÖ’nün üyeleri. Moskova ve Yeni Delhi, bu kurumların “sıra dışı beyefendiler ligine” dönüşmemesi, bunun yerine en hassas güvenlik ve kalkınma konularında bile ortak bir payda arayışında etkili araçlar haline gelmesini sağlama yönünde ek çaba sarf etmeli. Dahası, Moskova bu tür çok taraflı oluşumlardan “Batı karşıtı kulüpler” yaratma hevesinden de uzak durmalı; böyle bir yaklaşımı Hindistan’a kabul ettirmek zaten mümkün olmayacaktır. Bunun yerine BRICS ve ŞİÖ, Çin ile Hindistan arasında da olmak üzere uzlaşı arayışları için kullanılmalı. Rusya, Hindistan ve Çin’in katılımıyla ayrı bir üçlü koordinasyon mekanizması olan RHÇ [Rusya-Hindistan-Çin üçlüsü] de bu yönde gelişebilir.
Hindistan: Küresel kararsız devlet
Moskova’da, Hindistan’ın sadece gezegendeki en büyük demokrasi olmadığı, aynı zamanda Avrasya’daki büyük ölçekli iktisadi ya da jeopolitik teşebbüslerin başarısı veya başarısızlığını belirleyen en büyük Avrasya ve küresel kararsız devlet olduğu her zaman akılda tutulmalı. Eğer Hindistan OBOR ya da RCEP projelerinin sonsuza dek dışında kalırsa, bu projelerin kıta açısından pratik önemi sınırlı olacaktır. Hindistan ileride bir noktada bunlardan herhangi birine şu veya bu formatta katılırsa, projeler başka bir seviyeye yükselecek ve sadece bölgesel değil, gerçekten kıtasal ölçek ve etki kazanacaktır.
Quad, Pasifik ve Hint okyanuslarında ancak Hindistan’ın aktif katılımıyla sahici bir askeri-politik faktöre dönüşebilir; Hindistan’ın aktif katılımı olmadan Quad, ABD’nin Japonya ve Avustralya ile mevcut ikili askeri-politik bağlarını tamamlamak adına çok az şey yapacaktır. Özetle, Avrasya’nın Hindistan’ın aktif rolü olmadan yeniden birleşmesi beklentisi tamamen boş görünüyor. Avrasya yeniden birleşmeden de yeni ve katı bir küresel iki kutupluluk neredeyse kaçınılmaz görünüyor.
Avrasya’nın geleceği
Nihayetinde Avrasya’nın geleceği büyük ölçüde Çin ile Hindistan arasındaki ilişkilerin geleceğine bağlı. Rusya da dahil olmak üzere hiçbir yabancı aktör Pekin ile Yeni Delhi yerine bu ilişkileri “düzeltemez”. Fakat Rusya da dahil olmak üzere yabancı aktörler, her iki tarafın da üçlü veya diğer çok taraflı formatlarda birbirleriyle etkileşime girmeleri konusunda teşvikler yaratarak bu ilişkilerin “resetlenmesine” katkıda bulunabilirler. Alternatif bir yaklaşım —yani Pekin ve Yeni Delhi’yi birbirlerine karşı dengelemek— Moskova’ya bazı durumsal avantajlar sağlayabilir ama Rusya’nın uzun vadeli stratejik çıkarlarına hizmet etmeyecektir.
Moskova, Hindistan ve Çin’e Kuzey Kutbu’nda, Orta Asya’da ve Rusya’nın Uzak Doğu bölgesinde üçlü işbirliği için yeni fırsatlar sunabilir. İki stratejik ortağını, üç ülkenin birbirini birçok önemli açıdan tamamladığı üçgen bilişim ve siber girişimlere dahil etmeye çalışabilir. Tarım ve gıda işleme endüstrisi çok taraflı işbirliğinin diğer alanları olabilir. İlaç ve biyoteknoloji gibi alanlarda da büyük fırsatlar beliriyor.
Genel manada Moskova’daki karar alıcılar Hindistan ve Çin’e, Rus dış politikasının aralarında bir seçim yapılması gereken veya birbirlerinden ayrı olarak geliştirilmesi gereken iki paralel kolu olarak yaklaşmamalı.
Aksine Pekin ve Yeni Delhi, birbirleriyle aktif bir şekilde çalışma becerileri arttıkça Rusya açısından değeri de artan ortaklar olarak görülmeli. Aynı şekilde Yeni Delhi’deki politikacılar da Rus-Çin işbirliğine stratejik bir meydan okuma olarak değil, Pekin ile olan bazı sorunlarını çözmeye yardımcı olacak bir fırsat olarak yaklaşmalı. Bu, Avrasya’daki uluslararası ilişkiler açısından gerçek bir oyun değiştirici olabilecek “proje temelli çok taraflılığın” formülü.
Bu tür bir değişim, Rusya ile Hindistan arasındaki ilişkiler üzerinde çalışan herkesin çok fazla uzmanlık bilgisi, diplomatik beceri ve siyasi irade göstermesini gerektirecektir. Yine de beklenen getiriler gerekli yatırımı tamamen haklı çıkarıyor. Akıllıca bir şekilde belirtildiği üzere, “değişimin sırrı, tüm enerjinizi eskiyle savaşmaya değil, yeniyi inşa etmeye odaklamaktır.”