Bir “vaka çalışması”
Sırbistan’la Rusya arasındaki ilişkiler tarih boyunca hep problemli olmuştur. Bununla birlikte eğer bir “Slav kardeşliğinden” söz edilebilirse eğer, bu belki de her şeye rağmen en çok Sırbistan ve Rusya arasında gözlenir, hatta belki Belarus ve Rusya arasında olduğundan bile çok. Nedeni basit; uzaklığın getirdiği bir tür romantizm de var.
Sadece bu da değil: Sırbistan’ın kaderi, Rusya’da bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açılmasının itici güçlerinden biridir. (Ayrıntılar için bak. Yalan, provokasyon, bombardıman: “Yugoslavya’nın yok edilmesinin kısa tarihi”.)
Vucic 22 Şubat 2022’de, yani Rusya’nın “özel askeri harekâtının” başlamasına sadece iki gün kala, Putin tarafından imzalanan başkanlık kararnamesiyle Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinin tanınmasının ertesi günü, Sırbistan halkının büyük çoğunluğunun (yüzde 85!) Rusya’yı “daima destekleyeceğini” söylemişti. Vučić, bunun sadece halkın desteği olmadığını da vurgulamıştı: “Sırbistan medyasının yüzde 80’i Rusya yanlısı; sadece yüzde 20’si muhalif bir tutum takınıyor.”
Vučić bunu hiç de olumlu bir faktör saymıyordu aslında, ona göre: “Haber başlıklarımıza baktığınızda medyanın yüzde 80’inde objektivite olmadığını görebilirsiniz.”
Halkta ve medyadaki bu ortak eğilimi olumsuzlamak, Vučić için karakteristik, zira Sırbistan yönetimi hemen bütün tarihi boyunca olduğu gibi bugün de batı ve Rusya arasında sıkışmış durumda. Tercihi esasen siyasi olarak batıdan yana, ama Rusya’yı (“Slav kardeşliği”) aşamıyor. Tarafgirliğin bu siyasi niteliğini özellikle vurgulamak gerek, zira aslında, Lavrov’un Belgrad ziyaretinin aradaki ülkelerin hava sahasından geçmesine izin verilmediği için iptaline seyircilikle, Kiev rejimine el altından Sırbistan silahları sevkiyatına varan pragmatizmle, Rusya’ya karşı BM oylamalarında çekimserlik hatta onaylarla pekişen tuhaf bir şark kurnazlığı dikkat çekiyor. Kısmen Macaristan’a ve daha ziyade de akla gelecek ilk ülkeye bir benzerlik var elbette; bununla birlikte kurnazlığın gerçek itici gücü çatışmadan menfaat sağlama arzusu değil ülke içindeki siyasi güçsüzlük, “idealler” ve nesnellik arasındaki açı.
Bu nedenle Aleksandr Lısov’un (Rus-Sırp Kültür ve Enformasyon Merkezi “Orlı” yöneticisi) Vučić’in tutumunu Yanukoviç’le karşılaştırması, haklı.
Bir sınıf analizi
Lısov, Rusya’dan giden “rusofobiklerin” 2022’den sonra Sırbistan’da daha sık oturma izni almaya başladıklarını ve Sırp halkının Ruslara dostluğundan “yararlanarak” bir “rusofobik göçmen grubu” oluşturduklarını ileri sürüyordu.
Ama bu, aslında Rusya’da (ve ne yazık ki dünyada, dünya solunda) hep olduğu gibi, meselenin sınıfsal zeminini kaçırmak anlamına geliyor. Bütün bunların altında yatan şudur ve bunu kavramadan gidişatın nereye varacağı hakkında bir tahminde bulunmak güçtür:
Rusya’da “sistem-dışı” liberal muhalefetin sınıfsal zeminini en azından 2000’li yılların başındaki iktisadi yükselme ve nispi refahla birlikte, arkasındaki gerçek finansör büyük burjuvazi olsa bile, Rusya orta burjuvazisi ve küçük burjuvazinin zengin, kalburüstü kesimi teşkil etmiştir. Bu muhalefet hareketine dair bütün veriler (örgütlerin yapısı, gösterilerin yapıldığı şehirler, gösterilere katılanların gelir durumu, gözaltına alınanların mesleki aidiyetleri, vb.) bunu teyit eder. Alışılmadık bir görüngüdür bu ve sınıfsal nitelik doğru analiz edilmediği için Rusya’da “sistem-dışı” liberal muhalefet hemen her defasında başka ülkelerdeki halk muhalefetiyle (mesela Gezi’yle) bir tutulmuştur.
Ne var ki bu orta burjuvazi 24 Şubat’tan sonra ya tamamen deklase olmuş ya da büyük ölçüde etkisizleşmiştir; “kısmi seferberlikten” kaçmak için başta Avrupa ülkelerine, Sırbistan’a, kısmen Yunanistan’a, daha ziyade Türkiye’ye, BAE’ye ve İsrail’e yahut Ermenistan, Gürcistan ve Kazakistan’a göç edenlerin büyük çoğunluğu, bunlardır. Bu göçler her özgül ülke için bu sınıfların ayrı bir klanına işaret eder: BAE ve İsrail, orta burjuvazinin en zenginleri ve büyük burjuvazinin ikinci vatanı olmuştur, Avrupa onları bir tık geriden takip eder. Sırbistan daha ziyade “aktivistlerin” ve entelijensiyanın tercihidir. Türkiye ve Yunanistan orta burjuvazinin mütevazı, etliye sütlüye daha az dokunan kesimlerine ev sahipliği yapar. Ermenistan, Gürcistan ve Kazakistan ise daha elit yerlere göçmeye gücü yetmeyenlere, bu meyanda özellikle küçük burjuvazinin zenginlerine.
Yeni “göçmenler” kendilerini iç savaş sırasında ve sonrasında başta İstanbul’a ve sonra Avrupa’ya akan göçmenlerle bir tutuyorlar. Bu, yaşadıkları ideolojik sarsıntıya işaret etmesi açısından ilginç. İç savaş sırasında ve sonrasında sadece eski düzenin hakim sınıfları ülkeyi terk etmişti ve bunlar, teşviklere rağmen (Türkiye hariç, zira kemalist iktidar, Sovyetler Birliği’ne karşı herhangi bir eylemin üssü olmama konusunda son derece kararlıydı; dahası Cerjinskiy ve daha sonra dışişleri bakan yardımcısı olacak Potyomkin sayesinde Türkiye’deki göçmen sorunu daha 1923 gibi çok erken bir tarihte büyük ölçüde çözülmüştü) Sovyet karşıtı harekete kütlesel olarak katılmamışlardı. Daha 1920’lerin sonuna varmadan göçmen kütlesinin büyük bölümü bu ülkelerde erimiş, hatta önemli bir kısmı (Polonya’yı istisna tutarsak) sol hareketlere de katılmıştı. Bugün ise öyle bir durum yok ve beklememek gerek, çünkü Rusya’da iktidar değişikliği hedefinin yerine Kremlin’le uzun süreli barışın konulması, emperyalist sistemin küresel reorganizasyon gündemi nedeniyle, mümkün değil; bu durumda göçmenlerin önemli bölümü, bu kavramın belki de ilk ispanik anlamına yakın bir “beşinci kol” olarak varlığını devam ettirecek.
Bununla birlikte, bütün genellemelerde olduğu gibi bunda da hata payını korumak gerek. Baltık dışında Post-Sovyet ülkeleri ve Türkiye gibi yerler, aynı zamanda paralel ithalat sayesinde yeni bir orta burjuvazinin palazlanmasına da olanak sağlıyor.
Ancak bunu tali saymak gerek; çünkü mevcut durumda dinamikler daha uzun vadeli olan iktisadi açıdan yeni bir orta burjuvaziye nefes kanalları açma yönünde işlerken, kısa vadede tayin edici olan siyasi açıdan ise aslında liberal muhalefet için yeni imkânların ortaya çıkması yönünde işliyor. Rusya’da “fonlanma” imkânı kalmayan muhalefet daha rahat “fonlandığı”, daha serbest (hatta bütünüyle engelsiz) hareket ettiği ülkelerde “çalışıyor”.
Bu çerçeve içinde iki ülke özgüllükleriyle öne çıkıyor. Türkiye ve (Ermenistan dışında) post-Sovyet coğrafyası ülkeleri, Baltık bir kenara konulacak olursa, Rusya ile ilişkileri ve hiç değilse şimdilik belli bir denge siyasetini devam ettirme zaruretleri yüzünden liberal muhalefetin siyasi faaliyetleri açısından iyi ev sahibi değiller. Ama Sırbistan ve Ermenistan, Rusya ile tarihi ilişkileri ve karşılıklı kültürel bağlara rağmen iktidarın batı yanlısı oryantasyonu sayesinde bu rol için ideal adaylar.
Bir gelecek tahmini
Liberal muhalefet iki başlıkta ele alınabilir. İlki, “Post-Rusya Hür Halklar Forumu”. Bu forum, adından anlaşılacağı gibi, siyasi olarak Rusya’nın parçalanmasını hedefliyor. Liberal muhalefetin etkili ama geçen yıl susturulan sesi Novaya Gazeta, bu yıl 3 Şubat’ta (Rusya’da kapatılıp gittiği) Avrupa’dan, “Forum”un arkasında Ukraynalı Oleg Magaletskiy’in olduğunu yazmıştı. En ilginç isim, İlya Ponomaryov. Bir tür Fouché örneği bu; Hodorkovskiy’in YUKOS’undan Komünist Parti’ye, Adil Rusya’da Duma parlamenterliğine, hatta “Sol Cephe” üyeliğine kadar tuhaf bir hayat hikâyesi var. Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasına karşı oy veren tek parlamenterdi; bu yüzden Adil Rusya’dan atıldı. O zamandan beri ABD ve şimdi Kiev’de yaşıyor.
Bu “ütopistleri” çok da ciddiye almaya gerek yok (geçenlerde Kuril adalarını Japonya’ya vermek için Tokyo’da parlamentoda grubu olan bütün partilerle görüşmeler yapmak gibi delice eylemleri ancak güldürür); ama varlıkları, “realistler” için gerekli ve önemli. Bunların başını ise ünlü Hodorkovskiy çekiyor.
Çok daha ciddi, temkinli ve örgütlü çalıştıkları anlaşılıyor “realistlerin”; sadece fon ve hayal peşinde koşmakla yetinmeyip başta Avrupa olmak üzere sağlam, kalıcı bağlar da kuruyorlar. Geçen haziranda Avrupa Parlamentosu’nda yapılan “Brüksel Diyalogu”, Hodorkovskiy’in siyasi faaliyetlerindeki son halkaydı ve analitik bakışıyla muhakkak göz doldurmuş olmalı. Örneğin şu sözler:
“Rusya vatandaşları savaşa başladıktan sonra, haksız ve hata bile olsa kaybedilmesinin kabul edilemeyeceğini, çünkü bunun Rusya’nın dağılmasına götüreceğini düşünüyorlar. … [Oysa] Ben, Rusya’nın dağılması tehdidinin Putin’in iktidardan gitmesinden değil Putin’den geldiğini… söylüyorum.”
“Saharov Merkezi”nden (Avrupa’da adına ödül dağıtılan Andrey Saharov anısına 1996’da kuruldu, 18 Ağustos’ta, Adalet Bakanlığı tarafından kapatıldı) Kirill Rogov, aynı yerde:
“Putin rejiminin Ukrayna’da tam bir bozgunu tehlikelidir, zira Rusya’da istikrarsızlık yaratır. Bu nedenle, rejimin transformasyonuna yönelik zayıflaması için kısmi bir bozgun daha iyidir.”
2020’den beri “yabancı acentası” sayılan Lev Ponomaryov da gayet “pratik” bir öneriyle çıktı:
“Rusya’da 7/24 sansürsüz televizyon yayını yapacak bir uyduyu uzaya fırlatmak gerek. Orada dizi filmler gösterilmeli, çünkü insanlar dizi filmleri seviyor, reklamlar yerine de demokrasiyi anlatmak lazım.”
Bütün bu sözleri, “birliği” korumak için sistem-dışı liberal muhalefetin sistem-içi muhalefetle işbirliği girişimi sayılmalı. Tam bu noktada, 17 Ağustos’ta Foreign Affairs’te sistem-dışı liberal muhalefete akıl veren Jade McGlynn ve Kirill Şamiyev ile karşılaşıyoruz. Yazarların sorusu şu: liberaller milliyetçiliğin yükselişini Rusya’da iktidar değişikliğinden sonra kullanacaklar? Muhteşem bir pragmatizm örneği:
“Prigojin isyanı, liberal muhalefetin milliyetçiliğin her tür biçimini evrensel liberal değerlerle uyumlu değil diye reddeden görece küçük bir kesiminin karşı karşıya bulunduğu güçlüklerin de altını çizdi. Bu liberaller insanların büyük çoğunluğunun bilhassa istikrarsızlık ve kayıplar döneminde kendilerinden daha büyük bir şeyin parçası olmak için duydukları güçlü arzuyu kabul etmedikçe toplumda anlayış görmeleri neredeyse imkânsız. Bunlar, ister etnik bir grup, bir yurttaşlık veya devlet olsun, tarihi süreklilik duygusu tatmak için can atıyorlar. Rusya liberalleri ise tersine insanların büyük çoğunluğunun yüreğinde karşılık görmeyen mesihçi bir bireycilik önermek istiyorlar. … Ancak gerçekçi bakmak gerekirse Rusya’da siyasi geçişin her tür biçimi son derece sıkıntılı ve kanlı olacaktır. Rusya’nın demokratikleşmesini hayal ederken bu karanlık tabloyla karşılaşanların ülkede küreselleşmeci bir liberal rejim kurmaya kalkışmamaları gerekli; tersine, milliyetçiliğin her halükârda ortaya çıkacağı ve iyisi mi ona, daha çirkin biçimlerinden ayırt edecek bir biçim kazandırmaya çalışmak gerektiği gerçeğini kabul etmeli.”
Liberal muhalefetin realist kanadının bu neredeyse naif açıklığı, beni her zaman şaşırtmıştır.
10 Eylül’de bütün Rusya’da federal bölge seçimleri yapılacak. Bunlar arasında boşalan 4 Duma üyeliğinden başka 21 federal bölgenin başkanları (doğrudan seçim), 5 federal bölgenin başkanları (4’ü yeni federal bölgeler; parlamento tarafından), 20 federal bölgenin parlamento seçimleri, 11 federal bölgenin yerel temsil organlarının seçimleri de var. Mali, siyasi ve ideolojik açıdan başını Hodorkovskiy’in çekmeye devam ettiği liberal muhalefetin eylem programı da böylece ortaya çıkıyor: “başka biçimde” bir milliyetçiliği pompalayarak ve Rusya’nın birliği görüntüsünü vererek, fazla sivri unsurlarından kurtulmuş, sistem-içine çekilmeye çalışan bir siyasi çizgi geliştirmeye çalışmak.
Federal bölge seçimleri büyük önem taşıyor olsa bile liberal muhalefetin herhangi bir bölge yönetimini kazanması, Yekaterinburg dahil, mümkün değil. Ama faaliyet kitleler nezdinde meşrulaşmaya dönük ve esas amaç, öyle görünüyor ki, gelecek yıl yapılacak başkanlık seçimleri.
Bu başlıkta altını çizmek istediğim isim, Dmitriy Muratov; ancak şimdilik sadece adını anmakla yetinmeli.