Editörün notu: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 19 Kasım 2024’te Rusya’nın nükleer caydırıcılık politikasını revize eden yeni doktrini imzaladı. Doktrinde nükleer silah kullanımı için öngörülen koşullar genişletildi ve Rusya’nın sınır ötesi askeri varlıklarının korunmasına vurgu yapıldı. Belarus da bu kapsamda Rusya’nın nükleer şemsiyesine dahil edildi. Siyaset bilimci ve eski Sol Parti milletvekili Dr. Alexander S. Neu’a göre yeni maddeler, uzay ve yeni nesil silah teknolojilerinin (hipersonik füzeler, SİHA’lar, lazer silahları) tehdit unsuru olarak değerlendirildiğini ortaya koyuyor. NATO’nun genişlemesi ve askeri altyapısının Rusya sınırlarına yaklaşması da özel bir tehdit olarak ele alınıyor. Doktrin, nükleer caydırıcılığı yalnızca savunma amaçlı bir mekanizma olmaktan çıkararak daha kapsamlı ve saldırgan bir çerçeveye yerleştiriyor. Doktrindeki bu sertleşme, Moskova’nın güvenlik çıkarlarını daha agresif bir şekilde savunma kararlılığını gösteriyor.
19 Kasım’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “Rusya Federasyonu’nun Nükleer Caydırıcılık Konusundaki Devlet Politikasının TEMELLERİ” başlıklı güncellenmiş nükleer doktrini imzaladı.
Bu doktrin, son olarak 2020 yılında güncellenmişti ve sadece dört yıl sonra tekrar ele alındı. İmza tarihi, Ukrayna’nın ABD yapımı ATACMS füzeleriyle Rusya’ya ilk kez saldırdığı güne denk geldi.
Bu güncelleme, Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerin kötüleşmesini ve hatta tırmanışını ölçen önemli bir gösterge olarak değerlendiriliyor. Zira bu gerilim, sadece Rusya-Ukrayna savaşıyla sınırlı kalmayıp, daha büyük bir küresel düzen mücadelesinin parçası haline gelmiş durumda.
Bunun yanı sıra, nükleer silahlar da dahil olmak üzere silah kontrol anlaşmalarının erozyona uğraması bu süreci daha da tehlikeli bir noktaya taşıyor.
2020 tarihli ve aynı başlığı taşıyan önceki versiyonda, nükleer silah kullanımına dair koşullar halihazırda sıkılaştırılmıştı. Bu koşullar, doktrinin “Rusya Federasyonu’nun III. Nükleer Silah Kullanımına Geçiş Şartları” başlıklı bölümünde şu şekilde tanımlanmıştı:
“19. Rusya Federasyonu’nun nükleer silah kullanma ihtimalini belirleyen şartlar şunlardır:
a) Rusya Federasyonu’nun ve/veya müttefiklerinin topraklarına yönelik balistik füzelerin fırlatıldığına dair güvenilir bilgiler alınması,
b) Düşmanın, Rusya Federasyonu’nun ve/veya müttefiklerinin topraklarına karşı nükleer silahlar veya diğer türden kitle imha silahları kullanması,
c) Düşmanın, Rusya Federasyonu’nun kritik öneme sahip devlet veya askeri tesislerine saldırıda bulunarak, bu tesislerin devre dışı kalması sonucu Rusya’nın nükleer kuvvetlerinin karşılık verme kabiliyetinin engellenmesi,
d) Geleneksel silahlar kullanılarak Rusya Federasyonu’na karşı gerçekleştirilen bir saldırının, devletin varlığını tehdit edecek boyuta ulaşması.”
Bu güncellemeler, Rusya’nın nükleer stratejisini yalnızca savunma amaçlı bir caydırıcılık mekanizması olmaktan çıkararak, çok daha geniş ve saldırgan bir çerçeveye oturttuğunu ortaya koyuyor.
Rusya’nın doktrindeki bu sertleşme, uluslararası arenada gerilimlerin tırmanmasıyla paralel ilerliyor ve özellikle Ukrayna savaşı bağlamında, nükleer silahların siyasi bir araç olarak nasıl kullanılabileceğine dair ciddi endişeler yaratıyor.
Son güncelleme, yukarıda belirtilen a) ila d) maddelerini kısmen tamamlamakta ve bunlara yeni bir madde ekliyor:
b) “Rusya Federasyonu’nun ve/veya müttefiklerinin topraklarına karşı düşman tarafından nükleer silahlar ya da diğer türden kitle imha silahlarının kullanılması” maddesine şu ifade eklendi: “Devlet sınırları dışında bulunan askeri birliklere veya tesislere karşı.”
Bu ifadeyle açıkça Rusya’nın Suriye’deki askeri üsleri, deniz kuvvetleri unsurları ya da Ukrayna’daki askeri varlıkları gibi sınır ötesi varlıkları kastediliyor.
d) maddesi, “Rusya Federasyonu ve/veya Belarus’a yönelik geleneksel silahlarla gerçekleştirilen bir saldırının devletin varlığını tehdit edecek bir boyuta ulaşması” olarak güncellendi. Bu ifade, Rusya’nın nükleer şemsiyesinin artık Belarus’u da kapsayacağını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Güncellenen doktrine eklenen tamamen yeni bir madde şu şekilde: e) “Düşmanın hava ve uzay kaynaklarını kullanarak gerçekleştirdiği ve Rusya Federasyonu’nun sınırlarını ihlal eden önemli bir saldırıya dair doğrulanmış bilgiler.”
Bu yeni madde, hava ve uzay sistemlerine dair yeni nesil silah teknolojileri konusundaki devasa teknik ve teknolojik devrime doğrudan bir yanıt niteliği taşıyor. Burada özellikle hipersonik füzeler, lazer silahları ve savaş dronları gibi sistemlerin kastedildiği aşikâr.
Bu değişiklik, silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) modern savaş alanında oynadığı dönüştürücü rolü yansıtıyor. SİHA’lar, özellikle kara muharebesinde kullanılan zırhlı araçların (örneğin, ana muharebe tankları, zırhlı personel taşıyıcılar ve diğer askeri nakliye araçları) etkinliğini büyük ölçüde azaltarak, kara savaşının doğasını kökten değiştiriyor. Özellikle Ukrayna’da, SİHA’ların etkisiyle tankların önemi hızla azalıyor.
SİHA’lar yalnızca bir “oyun değiştirici” değil; aynı zamanda kara muharebesine dair gerçeklikleri yeniden şekillendiren araçlar olarak görülüyor. Bu durum, gelecekteki savaş stratejilerinin ve askeri planlamanın merkezinde yer alacaklarını açıkça gösteriyor.
Nükleer caydırıcılık, politik ilkeler
Rusya’nın yeni nükleer doktrininde, askeri ve askeri-teknik şartlar ile bunların tamamlayıcı unsurlarının yanı sıra, politik koşullar (Bölüm: “Nükleer Caydırıcılığın Doğası”) da kapsamlı bir şekilde revize edildi.
Bu bölüm, Rusya’nın caydırıcılık stratejisinde potansiyel tehditleri daha somut hale getirerek düşman aktörlerin çerçevesini genişletiyor. Artık yalnızca “potansiyel düşman” ifadesi kullanılmıyor, bunun yerine “tekil devletler ve askeri koalisyonlar” deniyor.
Bu, özellikle NATO gibi askeri blokları ve ittifakları kapsamakta olup, bu yapıların nükleer silahlar ve/veya diğer kitle imha silahlarına sahip olmalarına ve Rusya tarafından potansiyel tehdit olarak değerlendirilmesine atıfta bulunuyor.
Bu ifadeye ek olarak, doktrinde şu vurgu yer alıyor: Nükleer caydırıcılık, aynı zamanda “kontrol ettikleri devlet topraklarını, hava sahasını, deniz alanlarını ve kaynaklarını, Rusya Federasyonu’na saldırı hazırlığı ve icrası için sağlayan” devletlere de yöneliktir. Bu ifade, özellikle Ukrayna ve diğer post-Sovyet ülkelerini hedef alıyor gibi görünmektedir.
Madde 10: “Bir askeri koalisyonun (blok veya ittifakın) parçası olan bir devletin Rusya Federasyonu ve/veya müttefiklerine yönelik saldırısı, tüm koalisyonun (blok/ittifak) saldırısı olarak kabul edilecektir.”
Bu düzenleme, Moskova’nın NATO üyeleri arasında ayrım yapmayı bırakıp, bir NATO üyesi ülkenin Rusya’ya karşı saldırıya geçmesi durumunda NATO’nun tamamını sorumlu tutma yaklaşımını benimsediğini gösteriyor.
Bu politika değişikliği, Avrupa’daki yalnızca bazı NATO üyesi ülkelerin Ukrayna’ya asker gönderme olasılığına dair spekülasyonlara bir yanıt niteliği taşıyor. Bu tür bir durum, Rusya tarafından ilhak edilmiş bölgelerdeki Rus birlikleriyle doğrudan çatışma ihtimalini beraberinde getirebilir.
Madde 11: “Nükleer silaha sahip bir devletin desteğiyle veya katılımıyla, bir nükleer silaha sahip olmayan devletin Rusya Federasyonu ve/veya müttefiklerine saldırısı, her iki devlet tarafından ortak bir saldırı olarak kabul edilecektir.”
Bu madde özellikle Ukrayna ve ABD arasındaki ilişkilere işaret ediyor. Metnin bu şekilde şekillendirilmesinin, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin Rusya Federasyonu’na bağlı Kursk oblastına yönelik halen tam anlamıyla savuşturulamamış saldırılarından kaynaklandığı değerlendiriliyor.
Madde 15: Nükleer caydırıcılığı tetikleyecek tehditlerin kapsamını genişletiyor.
Metinde şu ifadeler yer alıyor:
“Rusya Federasyonu’na karşı bir tehdide dönüşebilecek ve nükleer caydırıcılıkla etkisiz hale getirilmesi gereken en önemli askeri tehlikeler şunlardır:
a) Potansiyel düşman tarafından sahip olunan ve Rusya Federasyonu’na ve/veya müttefiklerine karşı kullanılabilecek nükleer silahlar ve/veya diğer kitle imha silahları ile bu silah türleri için kullanılan taşıma sistemleri.
b) Potansiyel düşmanlar tarafından Rusya Federasyonu’na karşı kullanılma olasılığı bulunan füze savunma sistemleri, orta ve kısa menzilli seyir füzeleri ile balistik füzeler, yüksek hassasiyetli nükleer olmayan silahlar ve hipersonik silahlar, insansız saldırı platformları ve enerji silahlarının varlığı ve konuşlandırılması.”
b) maddesi, bir yandan silahlanmadaki yeni teknolojik gelişmelere, diğer yandan bu silahların Rusya topraklarına yakın bölgelere konuşlandırılmasına işaret ediyor.
“c) Düşman konvansiyonel (nükleer olmayan) kuvvetlerinin Rusya Federasyonu’nun sınırlarına veya bitişik deniz alanlarına yakın yerlerde konuşlandırılması, buna nükleer silahların taşıma sistemleri ve bu silahların kullanımını mümkün kılacak askeri altyapı da dahil.”
c) maddesi, Rusya sınırlarına yakın konvansiyonel askeri kuvvetlerin ve altyapının varlığına duyulan karşıtlığı bir kez daha vurguluyor. Bu nokta, Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin gerekçesi olarak Putin’in konuşmalarında da özellikle belirtilmişti.
“d) Düşmanlar tarafından uzay tabanlı füze savunma sistemlerinin, uydu karşıtı silahların ve saldırı sistemlerinin geliştirilmesi ve konuşlandırılması.”
d) maddesi, uzayın askerileştirilmesini Rusya için bir tehdit olarak ele alıyor.
“e) Nükleer silahların ve bunların taşıma sistemlerinin nükleer olmayan ülkelere konuşlandırılması.”
e) maddesi, esasen uzun süredir var olan bir sorunu, teknik nükleer katılımı gündeme getiriyor: Resmi olarak nükleer olmayan devletler, topraklarında nükleer silahlar barındırıyor. Sonuç olarak, bu ülkeler komuta zincirlerinin son aşamasında bir ölçüde bu silahların kullanımına karar verme gücüne sahip olabiliyor. Kendi nükleer silah taşıma kapasitesine sahip savaş uçaklarıyla bu bombaları hedef bölgeye taşıma gibi durumlar buna örnek.
“f) Yeni askeri koalisyonların (bloklar, ittifaklar) oluşturulması veya mevcut askeri ittifakların genişletilmesi sonucu, bu yapıların askeri altyapısının Rusya Federasyonu sınırlarına yaklaşması.”
Bu madde, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini ifade ediyor. NATO’nun doğuya doğru genişlemesi (Ukrayna’nın NATO üyeliğine dahil edilmesi planları gibi) doğal olarak Rusya sınırlarına yaklaşmasını veya Baltık ülkeleri, Norveç ve Finlandiya gibi ülkeler üzerinden zaten sınır hattında yer almasını beraberinde getiriyor.
“g) Rusya Federasyonu’nun bazı topraklarını izole etmeye yönelik önlemler, örneğin kritik altyapı ve ulaşım bağlantılarının engellenmesi.”
Bu noktada Rusya tarafı, özellikle Baltık Denizi’ndeki Kaliningrad bölgesini ve muhtemelen Karadeniz’deki Kırım’ı dikkate alıyor. Her iki bölge de teorik olarak Rusya tarafından yoğun bir askeri operasyonla izole edilebilir: Kaliningrad, Baltık Denizi’ne erişimin etkili bir şekilde engellenmesiyle; Kırım ise kara bağlantısının geri alınması ve Kırım Köprüsü’nün zarar görmesiyle.
Sonuç olarak üç temel tespit yapılabilir:
Birincisi: Nükleer silahların kullanım eşiğinin düşürüldüğü açıkça görülüyor. Rusya’nın gözünde düşman aktörlerin ve tehdit potansiyellerinin kapsamının genişletilmesi ve bu tehditlerin somutlaştırılması, bu durumu açıkça ortaya koyuyor.
İkincisi: Rusya’nın sınırlarına yapılan sık göndermeler, güvenlik politikasının özel bir boyutunu vurguluyor; Rusya, kendi sınırlarında ya da sınırlarına yakın bölgelerde başka bir büyük gücü veya bu güçlerin müttefiklerini kabul etmeyeceğini net bir şekilde ifade ediyor (bu durum, 1962’deki Küba Krizi’ndeki argümanlarla paralellik gösteriyor).
Moskova’nın bu güvenlik çıkarı –meşru olup olmadığı bir yana– geçmişte Varşova Paktı askeri ittifakının oluşturulmasında da önemli bir rol oynamıştı. İdeolojik çatışmanın ötesinde, Moskova’nın öncelikli hedefi ideolojik etki alanlarını genişletmek değil, stratejik bir derinlik yaratmaktı; bu ya kendi müttefikleri aracılığıyla ya da tampon devletlerle sağlanmaya çalışılmıştı.
Üçüncüsü: Bu politik ilkelerin yalnızca müttefik Belarus ile mi sınırlı olduğu, yoksa son dönemde yakınlaşma yaşanan Kuzey Kore’yi, hatta Çin ve İran’ı da kapsayıp kapsamadığı belirsizliğini koruyor. Zira yalnızca Belarus’tan bahsedilmiyor, Rusya’nın müttefiklerinden çoğul bir ifadeyle söz ediliyor. Bu belirsizlik, tesadüfi değil, kasıtlı.
Her halükârda, Batı açısından şu tespit yapılabilir: Moskova’nın güncellenmiş nükleer doktrini, bir uyarı sinyali olarak görülse de bugün farklı menzillerdeki Batı füzelerinin Rusya’ya yöneldiği gözlemleniyor, sonuç ise belirsiz.