DÜNYA BASINI

Samir Amin’in son savaşı: Çin’e uyarılar ve yeni bir Enternasyonal

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 2018’de yaşamını yitiren Mısır asıllı Fransız düşünür Samir Amin ile ilgili makale, Amin’in Çin ve uluslararası devrimci mücadele üzerine yaşamının son dönemindeki vurgularına dikkat çekiyor. Yazar Konstantakopoulos, Amin’in Çin’i sosyalist bir ülke olarak görmediğini yazıyor; ona göre Pekin’deki rejim ne kapitalist ne sosyalistti. Ama Amin, Çin Halk Cumhuriyeti’nin mali sermayeye teslim olmaması için uğraşmak gerektiğini düşünüyordu. Mısır asıllı düşünürün diğer isteği ise, dünyada devrimci mücadeleyi kumanda edecek yeni bir Enternasyonal kurmaktı. Amin’in, yazar Konstantakopoulos’un  panik halinde yazdığı görülen ‘iklim değişikliğine karşı mücadele’ hakkında neler söyleyeceğini düşünmek, ilginç bir düşünce deneyi olabilir.


Samir Amin’in son iki savaşı

Dimitris Konstantakopoulos
Defend Democracy Press
31 Mart 2024

Samir Amin, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı bir dizi yazıda, kendisini esas olarak ilgilendiren iki konuyu ortaya koymuştu. Birincisi Çin’in finansal küreselleşmeye, yani küresel mali sermayenin totaliter gücüne boyun eğmeyi reddetmesi; ikincisi ise bir ‘Beşinci Enternasyonal’ inşa etme ihtiyacıydı. Çin’e birlikte gitmiştik ve onun her iki konudaki büyük endişesini hatırlıyorum. Bir gün beni uyandırdı ve acilen odasına gitmemi istedi, Çin televizyonunda röportaj yapıyordu, konuşmak için, Moskova’da yaşadıklarımı, Sovyet rejiminin çöküşünü ve kapitalist üretim ve dağıtım ilişkilerinin restorasyonunu bir gazeteci olarak izlediğimi Çin kamuoyuna anlatmak için. Pekin’in kendine özgü evriminin bir dönemecinde kapitalizme doğru kararlı bir dönüş yapabileceğinden korkuyor ve Çinlileri bir şekilde önceden ‘aşılamak’ istiyordu. 

Samir, Çin rejiminin sosyalist bir rejim olduğuna inanmıyordu. Pekin’deki prestijli bir üniversitede yaptığı konuşmada, “Çin’in sosyalist olduğunu söylemeyeceğim, Çin’in kapitalist olduğunu da söylemeyeceğim,” demişti. Bazen, devlet kapitalizminden devlet sosyalizmine ve nihayetinde sosyalizme giden bir yol olabileceğini umuyordu. 

Eğer Çin finansal küreselleşmeyi ve onun hiyerarşik yapısını tamamen benimseyecek olursa, kendisi çok büyük sorunlarla karşı karşıya kalacaktır, fakat aynı zamanda, şu anda Ukrayna’daki savaşta hepimizin operasyonel çerçevesine tanık olduğumuz, hızla oluşmakta olan Hiper-emperyalist sistemi de kararlı bir şekilde güçlendirecektir. Bugün, kolektif Batı’nın tüm devletleri, belki Türkiye ve çok sınırlı bir biçimde Macaristan hariç, en temel ulusal çıkarlarına açıkça karşı hareket etmektedir. Türkiye bir istisnadır. Yarısı Batı’ya, yarısı da gezegenin periferisine aittir. Elbette hiçbir şekilde anti-emperyalist bir güç değildir, yine de önemli ölçüde bağımsızlığa sahiptir ve bunu Batı emperyalizminin saflarında, onun tüm politikalarıyla özdeşleşmeden ayrıcalıklı bir statü elde etmek için kullanmaktadır.

Hiper-emperyalizmin yükselişi, büyük uluslararası mali sermayenin tüm demokratik kurumlar üzerinde kontrol sahibi olması ve bu kurumları ulusal ve demokratik özlerinden sıyırması nedeniyle Batılı ulus-devletleri sadece birer piyona indirgeme eğilimindedir. Başlıca kapitalist ülkelerde hâlâ burjuva demokrasisi türünden bir kalıntı var ama giderek içi boşalıyor.

Yirminci yüzyılın çarpıklıkları ve yenilgilerinden sonra sosyalizme giden yolun nasıl yeniden açılabileceği kesinlikle açık bir sorudur. Bu yolun açılabilmesi için, hızla gelişen totaliter Batı kapitalizminin, modern teknolojik güçlerin kendisine sunduğu işbirlikçi olanaklarla daha da güçlenmesine giden yolun eş zamanlı olarak kapatılması hayati önem taşımaktadır. 

Bu da bugün Yugoslavya ve Ortadoğu halklarının direnişi sayesinde, Avrupa ve Latin Amerika’daki toplumsal mücadeleler sayesinde, Rusya’nın dünya siyasetine geri dönüşü sayesinde, Çin’in muhteşem ekonomik yükselişi sayesinde mümkün hale gelmiştir.

Bu nedenle her devrimci Marksist, nereden gelirse gelsin, kıtamızın güneyinden, doğusundan ya da batısından, Batılı emperyalist müdahalelere kararlılıkla karşı çıkmalı ve Batı emperyalizminin kullandığı insani ve ’demokratik’ bahanelerle yoldan çıkmamalıdır. Müdahalelerinin hiçbiri demokrasi getirmemiş, hepsi de gerçekleştikleri ülkelerde toplumsal ve ulusal felaketlere yol açmıştır. Bugün solun her bilinçli militanının ilk görevi emperyalist savaşlara ve yaptırımlara karşı çıkmaktır.

Bu kesinlikle Sırbistan ya da Afganistan, Irak ya da İran, Rusya ya da Çin gibi emperyalizm tarafından her seferinde saldırıya uğrayan rejimlere koşulsuz destek anlamına gelmemektedir. Bu, Batı’nın gezegen üzerindeki tam hakimiyetinin insan uygarlığı ve insan türünün hayatta kalması için ne anlama geldiğinin anlaşılması anlamına gelmektedir.

Bugün BRICS’in ortaya çıkışı, çok kutuplu bir dünyaya doğru atılan adımlar, doların rolünün zayıflaması yeni, demokratik bir dünya düzeninin önünü açıyor. Bunlar büyük, tarihi adımlardır. Fakat bunlar yeni bir dünya düzeni için yeterli değil, sadece gerekli koşullardır. Sorunumuz Batı dünyasını yenerek yerine yenisini koymak değil, tüm insanlığı, geliştirdiğimiz üretici güçler ve teknolojiler nedeniyle insanlık tarihinde ilk kez ortaya çıkan ve kontrol altına alınmadığı takdirde çok yakında insanlığın hayatta kalmasını tehlikeye atacak olan muazzam tehditlerle yüzleşebilecek yeni bir medeniyete doğru taşımak olmalıdır.

Batı, insanlığın yükselen çoğunluğunu yenecek araçlara sahip değildir. Fakat küresel hakimiyetini kaybetmemek için, Rusya ve Çin’e yönelik maceracı politikalarının doğasında var olan bir tehlike olan kitle imha araçlarıyla insanlığı havaya uçurabilecek politikalar izleyebilir.

Bu senaryo gerçekleşmese bile, iklim krizi hızla gelişiyor ve ne Batı ne de yükselen küresel güçler, nükleer çatışma tehlikesini bile geride bırakan, varoluş tarihimiz boyunca insanlığa yönelik en ciddi tehdidi ele almak için harekete geçmiyor.

Çünkü nükleer savaş olabilir de olmayabilir de. Fakat İklim Değişikliği olasılıkla değil, kesin olarak geliyor ve insanlar bundan kurtulamayacak. Bunu durdurmak zorundalar ama bunu durdurmak için başka bir toplumsal sisteme ve başka bir medeniyete ihtiyaç var. Yani, bir Dünya Savaşı felaketinden kaçınsak bile, Kuzey ve Güney, Doğu ve Batı arasında uzun süreli bir çıkmaz ve çatışma nedeniyle kendimizi bir yıkım ortamında bulma riskiyle karşı karşıyayız. Eğer Rosa Luxemburg bir asır önce ‘sosyalizm ya da barbarlık’ arasında bir seçim yapmamız gerektiğini söylediyse, bugünkü ikilem şudur: “sosyalizm ya da yok oluş.”

İklim değişikliğine karşı mücadelemizde sosyalizm için savaşıyoruz. Ve sosyalizm mücadelemizde gezegeni kurtarmak için savaşıyoruz.

İnsanlığın karşı karşıya olduğu büyük sorunların hiçbiri şu anda ulusal veya bölgesel düzeyde ele alınamaz. Yeni bir Enternasyonal’e şiddetle ihtiyaç duymamızın nedenlerinden biri de budur.

Yukarıda bahsettiğim sorunlar ve benzeri diğer meseleler yalnızca egemen Batılı güçlere karşı olan devletlerin eylemleriyle çözülemez, bu arada bu devletler çoğunlukla muhafazakârdır ve tek amaçları Batı’nın kendilerini rahat bırakması ve işlerine karışmamasıdır ki bu da imkânsızdır çünkü Emperyalizm Kapitalizmin doğasıdır. Her halükarda, insanlığın karşı karşıya olduğu zorlukların üstesinden gelmek için sadece devletlere güvenmek yeterli değildir, gezegenin hem kuzeyinde hem de güneyinde geniş halk kitlelerinin bilinçli seferberliğine ihtiyacımız var. Ayrıca Batılı halk sınıfları ile Güney’in ezilen ulusları arasında bir ittifaka ve tüm dünyada halkların seferberliğine ihtiyacımız var.

Böyle bir ittifak, ulusal, bölgesel ve küresel olarak planlanmış ve demokratik olarak kontrol edilen bir ekonomi doğrultusunda sosyo-ekonomik, jeopolitik ve ekolojik sorunların eş zamanlı olarak ele alınması anlamına gelmektedir. Stratejik hedefimiz bu olmalıdır. Günümüzde ekolojik sorunlarla ilgilenip toplumsal sorunlarla ilgilenmemek, toplumsal sorunlarla ilgilenip jeopolitik sorunlarla ilgilenmemek, jeopolitik sorunlarla ilgilenip toplumsal sorunlarla ilgilenmemek mümkün değildir. Çeşitli nedenlerle, dünyanın bölgelerini yeni bir sosyalist proje temelinde birleştirmek için 5. Enternasyonale ihtiyacımız var; çünkü böyle bir birlik olmadan savaş kaçınılmaz hale gelecektir. Ayrıca kapitalizme, emperyalizme, totalitarizme, iklim değişikliğine ve doğanın tahribatına karşı mücadeleleri birleştirmemiz ve koordine etmemiz gerekiyor. Örneğin, farklı ülkelerin farklı konumlarını dikkate almadan fosil yakıtların kullanımını aşamalı olarak durduramayız vs. vs. İlerleme ve planlama eşanlamlı hale gelir. 

Yirminci yüzyıl deneyimlerinin ışığında, kendimizi üretici güçlerin devlet mülkiyetiyle sınırlayamayız; özyönetim yöntemlerinin yaygın kullanımı yoluyla toplumsal mülkiyet ve kontrol arayışına girmeliyiz. Sosyalizm devlet mülkiyeti anlamına gelmez, iktidarın her düzeyde halk tarafından kullanılması anlamına gelir. Bu aynı zamanda üretici güçlerin sürekli olarak geliştirilmesi arayışını da yeniden düşünmemiz gerektiği anlamına gelmektedir. Beşinci Enternasyonal’in bu alternatif geçiş programının ne olması gerektiğine dair bazı fikirler için, sizi bazı ilk soruları soran bir metnime yönlendiriyorum.

(*) Bu metin 22 Eylül 2023 tarihinde Brezilya’da Rio de Janeiro Federal Üniversitesi’nde düzenlenen Dünya Sistemi konulu bir sempozyumda sunulmuştur.

Çok Okunanlar

Exit mobile version