ASYA

Şanghay Üniversitesi’nde Türkiye’nin BRICS başvurusu tartışıldı

Yayınlanma

24 Eylül’de Şanghay Üniversitesi Küresel Çalışmalar Enstitüsü, “Türkiye’nin Yeniden Asya Girişimi” ile ilgili bir çalıştay düzenledi.

Şanghay Üniversitesi Türk Çalışmaları Merkezi Direktörü Prof. Guo Changgang’ın moderatörlüğünde düzenlenen çalıştayda, Çin ve Türkiye’nin dış politikalarının yanı sıra, yükselen Küresel Güney, BRICS gündemi ve Türkiye’nin üyelik talebi konuşuldu.

Etkinliğin açılışını yapan Prof. Guo Changgang, “Ankara BRICS’e katılmak için başvururken, Türkiye’nin Asya politikasını konuşmak için iyi bir zaman” dedi ve Yeniden Asya Girişimi’ne vurgu yaptı.

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gürol Baba, “Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) katılma ve ASEAN’da yer alma çabaları, Türkiye’nin Batı ve Doğu arasında bir ‘sarkaç’ pozisyonu sergilediğini gösteriyor” dedi. Türkiye’nin BRICS’e katılım adımının onu bölgede daha “görünür” bir aktör haline getireceğini söyleyen Gürol Baba, “Türkiye aktif bir orta güçtür. Benzer düşüncedeki güçlerle çalışması gerekir. Örneğin, Türkiye MIKTA grubunun kurucu üyesidir. BRICS de Türkiye’nin benzer düşüncedeki ülkeleri bulabileceği bir yerdir” değerlendirmesini yaptı. Baba, Türkiye’nin Doğu ve Batı’yı dış politikasında birlikte tutmak istediğini söyledi.

Fudan Üniversitesi’den Prof. Zou Zhigiang, “Türkiye, Asya politikasını dönüştürüyor. Bunun nedeni, ekonomik ve teknolojik açıdan kendine güvenen, rekabetçi ve her anlamda yükselen bir Asya’nın göz ardı edilememesidir. Türkiye, şu anda bölgedeki etkileşimini artırmayı hedefliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2022’de bir NATO ülkesi olarak ilk kez Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesine katıldı. Ayrıca, Türkiye’nin BRICS’e katılmak için başvuruda bulunduğu da doğrulandı” dedi. Prof. Zou, Türkiye’nin neden Asya’ya bu kadar büyük bir önem verdiğini ise 4 maddede özetledi:

  1. Batı ve Avrupa Birliği ile biriken hayal kırıklığı. Türkiye’nin AB üyeliğinin yakın gelecekte gerçekleşmeyeceği artık açık.
  2. Türkiye, stratejik özerkliğe bağlıdır. Dünya üzerinde merkezi bir güç olmak ve dengeli bir politika izlemek istiyor. Doğu ile Batı arasında bir merkez olmak, NATO üyeliğinden de vazgeçmemek istiyor.
  3. Dünyada ŞİÖ ve BRICS’in artan küresel etkisi ve cazibesi.
  4. Türkiye’nin iç ekonomisi zorluklarla karşı karşıya. Yeni ekonomik pazarlar ve sermaye girişi, Türkiye için hayati öneme sahip.

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden Prof. Zhou Shixin ise Çin’in Asya politikasını ilişkin değerlendirmelerde bulundu:

“Çin, ABD tarafından en büyük tehdit olarak görülüyor ve bu nedenle ABD ve bazı müttefikleri tarafından engelleniyor ve dışlanıyor. Çin ve ABD arasındaki ilişkiler, Asya-Pasifik bölgesel güç kayması ve düzen geçişini iten en büyük unsurlardan biridir. Çin, Asya Pasifik’teki varlığını genişletiyor ve etkisini artırıyor. Çin, modern ve egemen bir ülke olarak hareket ediyor, toprak bütünlüğünü ve egemenlik bağımsızlığını savunmaya ve ulusal yeniden birleşmeyi sağlamaya büyük çaba gösteriyor. Çin ayrıca ABD ile barışçıl ve eşit şekilde bir arada yaşamaya ve etkileşimde bulunmaya çalışıyor, ancak ABD’yi zorlamaya çalışmıyor. Çin, “dostluk; samimiyet; karşılıklı fayda ve kapsayıcılık” ilkelerine dayalı olarak daha fazla bölgesel ülke ile güvenlik ve ekonomik ilişkileri güçlendirmeye çalışıyor. Çin, komşularıyla toprak anlaşmazlıklarını ilk olarak ikili diplomatik istişareler ve müzakereler yoluyla yönetmeye ve çözmeye çalışıyor.”

Türkiye’nin Asya Yeniden Girişimi’ni de değerlendiren Prof. Zhou, Ankara’nın Stratejik Derinlik Doktrini’ne dayalı olarak çok boyutlu dış politika istekliliğini sergilediğini söyledi ve şu önerilerde bulundu: “Türkiye, Güney Asya ve Kuzeydoğu Asya’dan daha fazla Güneydoğu Asya’ya odaklanabilir, Türkiye, Asya-Pasifik ülkeleri ile bir NATO üyesi olarak değil, egemen bir ülke olarak etkileşimde bulunabilir, hatta Japonya ve Güney Kore ile bile. Türkiye, güvenlik işbirliğinden ziyade daha fazla ekonomik işbirliğini teşvik edebilir, Türkiye, bir Asya ülkesi olarak Asean Bölgesel Forumu’na katılmak için başvurabilir ve AB’ye katılmadan önce Asya-Pasifik ülkeleri ile Güney Kore (1 Mayıs 2013), Malezya (1 Ağustos 2015) ve Singapur’un (1 Ekim 2017) ötesinde daha fazla STA müzakere edebilir. Sonuç olarak, Çin, Türkiye’nin bazı bölgesel ülkelerle daha fazla koordinasyon sağlamasına yardımcı olmaya isteklidir.”

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden Prof. Zhou Yiqi, Çin’in Orta Doğu politikası üzerine konuştu:

Orta Doğu’da dört önemli taraf var: Arap ülkeleri, İsrail, İran ve Türkiye. Çin, buradaki büyük güçlerin çoğuyla ilişkilerini güçlendirdi. Ancak, Türkiye şu ana kadar Çin ile ortaklık anlaşmasına varmamış tek taraf olarak kalıyor. İki taraf arasındaki diplomatik ilişki: Stratejik işbirliği ilişkisi. Çin-İsrail ilişkisi oldukça kötü olmasına rağmen, hâlâ bir yenilikçi ortaklık ilişkisi mevcut. Dahası, Çin, İran ve Suudi Arabistan arasındaki çatışmayı başarıyla müzakere etti. Çin’in bu iki ülke arasındaki ortaklığı, onları bir araya getiren bir köprü haline geldi.

Geleneksel klişe, Çin’in sadece ekonomik meselelere ilgi duyduğu ve bölgedeki güvenlik konusunda bedavacı olduğu yönündedir. Ancak, İran ve Suudi Arabistan arasındaki arabuluculuğu ve Gazze’ye barış getirme çabaları sonrasında, Çin, Orta Doğu’daki güvenlik meselelerinde aktif bir aktör haline geldi. Ancak yine de, ABD’nin ittifakı pazarlık kozu olarak kullandığı çabalardan farklıdır. Çin, Orta Doğu’da her zaman oldukça adil olmuştur, bu yüzden güven kazanmıştır. Ancak aynı zamanda adaletin yanında durmaktadır, örneğin Filistin konusunda..

Türkiye’nin Yeniden Asya Girişimi hakkında da değerlendirmelerde bulunan, Prof. Zhou Yiqi, “Türkiye’nin Çin ile ilişkilerini geliştirmesi hayati önem taşıyor diye düşünüyorum. Çünkü Çin-Türkiye ilişkileri, Çin-İsrail ilişkilerinden bile daha zayıf. Çin, görünen belirsizlik karşısında istikrar arayışında. Ancak neden Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye geri dönüp aniden Çin’den ithal edilen elektrikli araçlara vergi artırımı yaptığını anlamıyorum. Bu tür meseleler Çin sosyal medyasında gündem oldu ve bu, halklar arası anlayış için kesinlikle olumlu değil” dedi.

Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Selçuk Aydın, Türkiye’nin Asya ile ilişkilerine dair şu değerlendirmeleri yaptı:

“Modern Türkiye’nin kökenleri 19. yüzyılın başlarına kadar uzanır. O dönemdeki en büyük olay Yeniçerilerin kaldırılmasıydı. Yani Osmanlı İmparatorluğu bir dönüşüm geçirirken bu süreç “yeni” bir terimle ifade ediliyordu. 1920’lere baktığımızda yine “Yeni Türkiye” üzerine tartışmalar yapılıyordu. Erdoğan iktidara geldiğinde de tüm haberler “Yeni Türkiye” hakkındaydı. Aslında, Asya Türkiye için yeni bir şey değil; tarihsel, kültürel ve dini açıdan zaten bağlantıları var. Doktor Serdar’ın Uygur ve Sincan konularında çalıştığını düşünüyorum. Tarihsel olarak, bu bölge Türkiye ile oldukça bağlı ve etkileşim halindeydi.

İkinci olarak, Kuşak ve Yol Girişimi’ne Türkiye’nin katılımı büyük bir girişimdir. Türkiye’de Çin’e dair, Çin’de de Türkiye’ye dair bir gizem var. Türkiye burada nasıl algılanıyor peki? Çin için Türkiye kavramı muhtemelen NATO ile sınırlı. Sonrasında ise Sincan meselesi geliyor. Türkiye’nin Çin ile işbirliğini engelleyen iki önemli mesele var.

İlk olarak tartışmamız gereken adım, Türkiye’nin ABD’nin Orta Doğu’da yapmasını zorladığı şeylerden memnun olmaması. Özellikle Suriye olayı. Bu, diplomaside bir dönüm noktasıydı. Diğer bir örnek ise FETÖ olayıdır. Gülen’in ABD ile yakın ilişkisi vardı ve darbe girişimi yaşandı. Bu olaydan sonra Türkiye’nin diplomatik yönü değişti. Arap Baharı’ndan sonra Türkiye, ABD’nin Orta Doğu’daki liberal hareketleri desteklemediğini, sadece kendi çıkarlarına odaklandığını fark etti. Bunun ardından Türkiye, Orta Doğu meselelerine daha fazla dahil olmaya başladı; örneğin, yurtdışındaki askerî hareketleri Suriye, Azerbaycan ve benzeri yerlerde harekete geçti.

Türkiye’nin dış politikasını bu açılardan analiz etmeliyiz. Birincisi tarih, ki bu aynı zamanda dinle iç içedir. Osmanlı İmparatorluğu, Halifeliğin merkezindeydi. İkincisi ise ırksal boyuttur, bu da geç Osmanlı İmparatorluğu’ndan izler taşır. Bu yüzden Türk konsoloslukları, Türkiye’nin dış politikasının temel dayanağıdır. Türk politikasının üçüncü ayağı ise batı-dışı yaklaşımı desteklemektir. Bu, modern Türkiye’nin temelleriyle ilgilidir ve oldukça anti-sömürgecidir. Aynı zamanda Türkiye, coğrafi olarak batı ülkelerine yakındır ve tarihsel olarak onlarla işbirliği yapmıştır.

Türkiye’nin komşu ülkeleri, çoğunlukla iç savaş ya da çatışmalar içinde. Bu yüzden Türkiye Asya’ya yönelmek zorunda çünkü Çin’in bu bölgede inanılmaz dersleri var. Orta Doğu’da barışı isteyen tek süper güç belki de Çin olabilir.”

Türkiye-Çin ilişkilerine dair değerlendirmelerde bulunan Dr. Serdar Yurtçiçek şunları söyledi:

“Profesör Yiqi Ortadoğu’da dört önemli güç (Türkiye, Arabistan İran ve İsrail) olduğunu ve bunlardan üçüyle Çin’in çok iyi ilişkilere sahip olmasına rağmen Türkiye ile ilişkilerini bir türlü geliştiremediğinden bahsetti. Bunun nedeni biraz önce Selçuk hocanın ifade ettiği gibi Uygur sorunudur. 2016 yılından beri Çin’de yaşıyorum ve Türkiye’nin Çin politikasını araştırıyorum. Bu süre boyunca birçok Çinli akademisyen ve politikacı ile karşılaştım. Deneyimlerimden ve çalışmalarımdan çıkardığım sonuç Türkiye ve Çin arasındaki en önemli sorunun Uygur sorunu olduğu ve bu sorun çözülmedikçe diğer bütün işbirliği alanlarının karşılıklı güven ilişkisi içerisinde inşa edilemeyeceğidir. Geçtiğimiz yıl eski büyükelçi Emin Önen “Türkiye-Çin ilişkilerinde 99 noktada karşılıklı anlayış var bir noktada da anlaşamayalım. Bu ikili ilişkilerin gelişmesini engellememeli” demişti. Prof. Yang Chen ise Çin’in Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istediğini ancak bu noktanın diğer 99 nokta kadar önemli olduğunu, iki ülkenin verdiği karşılıklı sözleri tutması gerektiğini ifade etmişti. Bu nokta Uygur sorunudur. Ve açıkça görülüyor ki Türkiye akademisi ve politikası Xinjiang sorununun Çin için ne kadar önemli ve ulusal egemenlik bakımından tartışılamaz bir konu olduğunun farkında değil.

Türkiye Çin ilişkileri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ölçüde ABD’nin çizdiği dış politika sınırları içerisinde gelişti. Özellikle Kore İç Savaşı’nda Çin’e karşı savaşılması ve sonunda Türkiye’nin NATO’ya katılması, İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra gibi Uygur figürlerin Türkiye’ye iltica etmesiyle sonuçlandı ve Türkiye’yi ayrılıkçı Çin karşıtı Uygur örgütlerin merkezi haline getirdi. Türkiye ile Çin arasındaki diplomatik ilişkiler bile ABD’nin Çin ile diplomatik ilişkiler kurmasından sonra başlayabildi.
İkinci dünya savaşı öncesinde de durum farklı değildi. Türkiye dış politikasında Sovyetlerle dostluğunu öncelemişti ve Sovyetler’i kızdıracak hamlelerden çekiniyordu. Örneğin 1944’te Türkiye ve Çin Cumhuriyeti neredeyse bir dostluk antlaşması imzalayacak seviyeye gelmiş ancak Türkiye son dakikada Sovyetleri kızdırmamak için antlaşmayı imzalamaktan vazgeçmişti. Çünkü Türkiye’nin Boğazlar sözleşmesi konusu başta olmak üzere Sovyetlerle ciddi sorunlar yaşıyordu. Benzer bir durum Çin için geçerliydi. Xinjiang büyük ölçüde Sovyetlerin kontrolündeydi. Bir Türk diplomata göre eğer bir Çin yetkilisi Xinjiang’a gitmek istiyorsa önce Sovyetler Birliği’nin Kaşgar’daki konsolosundan izin almak zorundaydı.

Bugün ilk defa Çin ve Türkiye arasında üçüncü bir ülkenin gölgesi olmadan stratejik ilişkiler kurulabilme ihtimali belirmektedir. Türkiye’nin BRICS üyeliği talebi de bu çerçevede değerlendirilmelidir.”

Çok Okunanlar

Exit mobile version