Çevirmenin notu: 7 Ekim saldırısının ardından İsrail’in yıllardır abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi’ni tarumar edip insanları tehcire zorlaması Batı’da uzun zamandır görülmedik bir şekilde yankı buldu. Alana çıkıp protesto gösterilerine katılanlara dönük suçlamalar zaten uzun zaman önce hazırdı, fakat bunları doğru kabul etmenin ne kadar ahlaki olduğu ya da solun son yaşananlarda nasıl bir tavır aldığı dikkatle bakmayı hak ediyor.
Sol “Yahudi karşıtı” değil
Dave Zirin
The Nation
6 Kasım 2023
Şahit olduğumuz şey, insanların ‘Özgür Filistin’ gibi sloganları antisemitik ve protestoları da Yahudi varlığına yönelik tehditler olarak görmelerini sağlamaya yönelik bir çabadır.
Bill Maher 1983 yapımı D.C. Cab filminden beri komik değil. Yine de 40 yıl sonra, hala öyle olduğu söyleniyor.
Kısa zaman evvel yaptığı bir espri denemesinde, “İyi haber şu ki, bu ülkedeki aşırı sol ve aşırı sağ ortak bir payda bulmuş durumda. Kötü haber ise her ikisinin de Yahudilerden nefret ediyor olması,” dedi.
Maher, siyasi yelpazedeki sayısız makale, köşe yazısı ve haberde tekrarlanan aynı kışkırtıcı cümleyi tekrarlıyordu: Sol “Yahudilerden nefret ediyor”. Buna kanıt olarak da İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü ve Maher’in moda olmadan çok önce desteklediği savaşa karşı hızla yayılan protesto hareketini gösteriyorlar.
New York Times’ın değindiği husus pek çok ailemiz tarafından da yankılanıyor: Yahudilerin mevcut “çatışmada” müttefiklerinin olmadığı, solun Hamas’a ve dolayısıyla Hamas’ın 7 Ekim katliamına “amigoluk” yaptığı ve siyasi yelpazenin bir ucundan diğer ucuna Yahudi hayatlarının hiçbir öneminin olmadığı.
Bunlar daha fazla yalanı doğuran yalanlar. Ünlü dezenformasyon satıcısı Mayim Bialik, geçtiğimiz günlerde Kaliforniya Üniversitesi öğrencilerinin “Yahudi soykırımı istiyoruz” sloganları attığını paylaştı. Gönderi yüz binlerce kez paylaşıldı. Ayrıca doğru da değildi.
Bialik’in dikkatleri soykırımla karşı karşıya olan Filistinlilerden başka yöne çekmeyi seçmesi mide bulandırıcı. Fakat biraz nezaket göstermek gerekirse, şu anda herkes gergin ve korkmuş halde. Bastırılmış duygular ve sosyal medyanın birleşimi, bu tür krizleri tersine çevirebilecek türden viral dezenformasyon yaratıyor. Naomi Klein’ın deyimiyle, mülteci kamplarının bombalanmasına karşı mücadele eden üniversite öğrencilerinin Nazilerden biraz daha fazlası olarak gösterildiği bir “ayna dünya” yaratıyor. Biden yönetimi ateşkes ve özgür Filistin için yürüyenleri utanç verici bir şekilde Charlottesville’deki faşist haydutlarla bir tuttuğunda da bu bir abartı değildi.
Şu anda ayna dünyanın kriptoniti olan netliğe ihtiyacımız var. O yüzden açık olalım: Soldaki hiçbir örgüt ya da kitle bu protestolarda “Yahudi soykırımı” çağrısında bulunmuyor. Kaliforniya Üniversitesi’nde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu hedef alan slogan “Seni soykırımla suçluyoruz” idi. Gazze’nin bombalanması ve Batı Şeria’daki kontrolsüz yerleşimci şiddeti göz önüne alındığında, bu bütünüyle makul ve doğru. Ben 7 Ekim dehşetinden bu yana pek çok savaş karşıtı gösteri ve nöbete katıldım ve hiçbirinde antisemitizme tanık olmadım. Hatta çoğunda konuşmacı olarak hahamlar ve Barış İçin Yahudi Sesi ve Şimdi Değilse gibi koalisyon örgütleri yer almıştı.
Gazze’ye dönük savaşı destekleyenlerin tanık olduğu şey, insanların “Özgür Filistin” gibi sloganları antisemitik, protestoları da Yahudi varlığına yönelik tehditler olarak görmelerini sağlamaya yönelik bir çabadır. Bu organize histeri hem sağın hem de savaş yanlısı liberallerin, İsrail’in savaş gündemine dönük her karşı çıkışı Yahudi karşıtlığı olarak gösterme çabalarından bir parçasıdır ve (benim de yazdığım üzere) anti-Siyonizm ile antisemitizmin aynı şey olmadığını göz ardı etmektedir. Ayrıca bu gösterilerin çoğunun Yahudiler tarafından düzenlendiğini de görmezden geliyorlar. Bunun yerine, bu protestocular ya Trump’ın İsrail büyükelçisinin sözleriyle “gerçek Yahudi olmamakla” damgalanıyor ya da tamamen siliniyor. Onlara göre bu Yahudiler “Bizim adımıza değil” dedikleri ve Gazze’deki dehşetin yeni bir Holokost’u önlemeyi amaçlamasıyla bir şekilde ahlaki olduğu şeklindeki utanmazca yanlışa meydan okudukları için sakıncalı.
İsrail onlarca yıldır Filistin işgalini meşrulaştırmak için Holokost’u silah olarak kullandı. Şimdi de Temsilciler Meclisi’nin bir üyesinin İsrail Savunma Kuvvetleri üniforması giyerek gelmesi ve ardından Kongre kürsüsünde enkaz altında kalan Filistinli sivilleri Nazilerle kıyaslamasıyla bu düşünce tarzının hormonlu bir şekilde uygulandığını görüyoruz. Bu, Gazze’deki gerçek kitlesel kayıplardan ziyade Kaliforniya Üniversitesi’ndeki sahte bir gösteriye daha fazla üzülmemizi amaçlayan ırkçı bir canavarlaştırma kampanyasıdır. İsrail yanlısı muhafazakâr ve liberal medya, üniversite kampüslerindeki aktivizme kafayı takmış durumda zira bütün bir nesli kaybettiklerinin farkına varmaya başladılar.
Solun Yahudi karşıtı olarak nitelendirilmesi, bir yalan olmasının yanı sıra, sağın Yahudi karşıtı bağnazlık konusundaki kapsamlı mazisini de gizliyor. Bugün bu, 2017’de Charlottesville’de ve Pittsburgh’da Hayat Ağacı katliamında şahit olduğumuz gibi, büyüyen bir proto-faşist hareket şeklini alıyor. Cumhuriyetçi Parti tabanını oluşturan Hıristiyan Siyonistler İsrail’i seviyor ama Yahudilerin kıyametle birlikte cehenneme gönderileceğini düşünüyor. Hepsi de Yahudi karşıtı nefretin tehlikeli bir savunucusu olan Donald Trump tarafından yönetiliyor.
Tarihsel olarak orantısız bir şekilde Yahudi olan sol, antisemitizmle savaşır, faşizmle savaşır, baskıyla savaşır ve bunu yapmaktan gurur duyan bir geleneğe sahiptir. Solun 7 Ekim’den sonra uyanıp Yahudi karşıtı olduğu ya da kendinden nefret ettiği fikri bir ayna dünya yanılsamasıdır. İsrail işgali karşıtlarına iftira atmak için sağcı antisemitlerle yakınlaşmayı bir endüstri haline getiren Bari Weiss’ın aksine, anti-Siyonist soldakiler Yahudi karşıtlığının ilkeli savaşçılarıdır.
Filistin’in özgürleştirilmesi ve İsrail işgalinin sona erdirilmesi, milyonlarca insanın —ve sayısız Yahudi’nin— uğruna mücadele ettiği temel sol görüştür. Temelinde adil bir talep —Filistinlilerin işgal altında yaşamaması— yatar. Bazıları iki devletli bir çözüme inanırken, diğerleri herkes için eşit haklara sahip tek bir devlete inanır. Fakat eski Başkan Jimmy Carter’dan Rahip Desmond Tutu’ya kadar pek çok şahsiyetin İsrail apartheid’ı olarak kabul ettiği bu duruma son verilmesi konusunda ortak bir tavır sergiliyorlar. Muhammed Ali’den Howard Zinn’e kadar uzanan bir yelpazede işgalin adaletsizliğine karşı mücadele eden insanların geleneğinde yer almaktan gurur duymalıyız.
“Nehirden denize, Filistin özgür olacak,” sloganı defalarca “soykırımcı” olarak tanımlanmış olsa da sloganın kökenleri esasında Hamas’ın düşmanlarına, yani laik Filistinlilere dayanıyor; bu slogan, zorla çıkarıldıkları topraklara geri dönüş hakkı anlamına geliyordu. Adam Johannes’in yazdığı üzere, “‘Nehirden denize’, apartheid’in 1948’de İsrail’in Filistin’in etnik temizliği yoluyla kurulmasıyla başladığının kabulüdür. Bu bir soykırım çağrısı değildir… Güney Afrika’daki apartheid’ın yıkılması için yapılan çağrının beyazların yok edilmesi için yapılan bir çağrı olmasından daha fazla bir şey değildir.” Bu sloganı reddedenler, Netanyahu’nun daha bir ay önce BM’de kendi “nehirden denize” İsrail haritasını göstermesini de atlıyorlar; Netanyahu, Gazze’yi yerle bir ederek bu sağcı hayali ilerletirken bile bu konudan söz edilmiyor. Columbia’da atılan bir sloganın, Netanyahu’nun Filistin topraklarını göz göre göre etnik temizlikten geçirerek en çılgın “nehirden denize” fantezisini gerçekleştirmesinden daha büyük bir günah olarak görüldüğü ayna dünya yine karşımızda.
Solun “Hamas’a amigoluk yaptığı” fikri de bir yalan. New York Times’ın editoryal sayfasından eski DSA üyelerine kadar liberaller bunu yayıyor. Bu gerçek değil, kandırmacadır. Bir kişi bir gösteride berbat bir konuşma yaptı ya da bir üniversite öğrencisi korkunç bir tehditte bulundu diye milyonlarca kişilik bir harekete karşı bu tür suçlamalarda bulunmak, hızla zemin kaybeden işgal yanlısı köhne siyasi koalisyonun çaresiz bir eylemidir. Antisemitizm, Bronx’taki bir Yidiş kültür merkezine yönelik Cadılar Bayramı vandalizminde olduğu gibi ortaya çıktığında, her köşeden kınanmalıdır.
İsrail’in savaş gündemi nedeniyle tüm Yahudileri suçlamak antisemitiktir ve Netanyahu’nun ekmeğine yağ sürmektedir. Netanyahu, çocukları ayrım gözetmeksizin bombalamasını protesto eden kitlesel genç sola saldırmayı haklı göstermek için bilinmeyen ve hesap vermeyen birkaç insanın eylemlerini kullanmak istiyor. Sonuç olarak, çok sayıda liberal köşe yazarı ve Instagram fenomeni Netanyahu’nun kendi “büyük yalanını” —sokaklardaki milyonların özgür bir Filistin özleminin örtüsü altında Yahudi karşıtlığının yükselişini temsil ettiği— tahkim etmeyi görev bildi.
Liberalizmin kurşun askerleri, antisemitizmin en büyük motorunun esasında Netanyahu olduğundan nadiren bahsediyor. Netanyahu, ABD’nin İsrail’i seven ve Yahudilerden nefret eden radikal sağ kanadına koruma sağladı ve hatta onları yükseltti. Onların yardakçıları “Yahudiler bizim yerimizi alamayacak,” diye slogan atıyor. Ayrıca Hamas’a, Filistin halkı içinde seküler bir direnişin inşasını engellemek maksadıyla şiddet yanlısı dini bağnazlıklarını finanse ederek bir milyon solcudan daha fazlasını yapmıştı. Ancak Mayim Bialik, Amy Schumer ve bu savaşın diğer dijital ödül avcıları bunu atlıyorlar. Ayrıca Netanyahu’nun savaş suçları işleyerek Yahudilerin hayatlarını koruduğu yönündeki ısrarıyla antisemitizm ateşini körüklediğini de atlıyorlar.
Tüm bunlar çok temel bir soruya bizi geri götürüyor: Toplum olarak antisemitizmle en iyi nasıl mücadele edebiliriz? Orta Doğu’da nükleer bir ulus devlet hakikaten elimizdeki en iyi cevap mı? Yoksa her ortaya çıktığında baskıya karşı çıkan diğerleriyle dayanışma içinde olmamız daha mı iyi olur? Bir zamanlar birincisini ifade etmek gülünç olurdu. Bir yüzyıl önce, bir büyüğümün bana belirttiği gibi, New York’un Aşağı Doğu Yakası’nda uluslararası Siyonistlerden daha fazla Yahudi sosyalist vardı. Holokost ve ona eşlik eden travmalar bunu tersine çevirdi. Şimdi bunun sonuçlarıyla yaşıyoruz.
Dünya 7 Ekim’den sonra kesinlikle değişti ama sadece yorumcuların hayal ettiği şekilde değil. Bu durum, halk olarak nasıl güvende olabileceğimiz sorusunu gündeme getirdi. Bu sorunun cevabı İsrail devletinde yatmıyor; bu, yangını söndürmek için benzin aramak gibi bir şey. Cevap dayanışmada yatıyor. Cevap şu değerli sözcüklerin içinde yatıyor: bizim adımıza değil.