Sudan’da ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki güç mücadelesinde en çok tartışılan ve yanıt aranan sorulardan biri hangi büyük gücün kimi desteklediği. Batı özellikle de ABD medyası Rus Wagner grubunun Sudan ordusuna karşı HDK’ye destek sağladığı propagandasına odaklanıyor. Sık sık özelde Sudan genelde Afrika ve Arap dünyası üzerinde Rusya ve Çin’in artan varlığına dikkat çekiliyor.
Büyük güçlerin ki ABD ve Avrupa da buna dahil bölge için giriştikleri rekabet açık. Bu rekabetin Sudan’da nasıl şekillendiği ile ilgili bilgiler ise sınırlı. Bu sınırlı bilgilerle büyük çıkarımlar yapılmaya devam ederken Nanjala Nyabola çok üzerinde durulmayan Sudan’daki şiddet ile Avrupa dış politikası arasındaki bağlantıya dikkat çekiyor.
Kenya’da yaşayan siyasi analist Nanjala Nyabola, The Nation’da yayınlanan makalesinde Avrupa’nın sınır politikasının Sudan siyasetiyle yakın ilişkisine mercek tutuyor ve savaşın bir tarafı olan ve Rusya’nın desteklediği propagandası yapılan RSF’nin bugüne kadar göçmen ve mülteci akışını durdurdukları için Avrupa hükümetlerince zımnen desteklendiğini söylüyor.
Makalenin tamamı:
***
Dünyanın Sudan Hakkında Bilmesi Gerekenler
Hartum’daki şiddeti anlamak için Avrupa’nın dış politikasını anlamak gerekir.
Sudan’da Mısır’dakinden daha fazla piramit var; Hartum’dan arabayla yaklaşık bir buçuk saat uzaklıktaki Meroe’de bunlardan oluşan bir ağa ev sahipliği yapıyor. Mısır’daki piramitlerden daha küçük olmalarına rağmen, Meroe’deki piramitler daha eski ve bir zamanlar bölgeye yayılmış olan Kuş Krallığı için mezar olarak inşa edilmişler. Tarihçiler, Mısır’dakiler gibi düz saç yerine kıvırcık saçlı insan imgelerine rağmen bunların Gize piramitlerinin prototipleri olduğunu ve üzerlerinde çizimler ve hiyeroglifler bulunduğunu söylüyor.
Sudan, tüm karmaşıklığı ve değişkenliğiyle âşık olunacak bir yer. Bu durum son olayları daha da yıkıcı kılıyor. Ordu ile utanç verici Cancavid milislerinin küllerinden inşa edilen paramiliter bir birlik olan Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasındaki mantık evliliği, başkent Hartum’un bir nesildir gördüğü en kötü çatışmaya dönüştü. Sudan halkı 2019 askeri darbesinden bu yana askeri rejimi protesto ediyor ve dünyayı bunun olabileceği konusunda uyarıyor. Hem mevcut fiili başkan hem de RSF lideri, Sudan genelinde toplu katliamlara imza atan devrik eski başkan Ömer el Beşir’in yandaşlarıydı. Sudan halkı yeni yöneticilerinin sahte değişim vaatlerini hemen anladı ve demokratik yollarla seçilmiş bir hükümet talep etti. Söz verilen sivil yönetime dönüş tarihi yaklaştıkça, askeri gücün iki kolu arasındaki çekişme en az 300 kişinin ölümüne yol açan çatışmalara dönüştü.
Uluslararası medyanın gündeminden düşme eğilimine rağmen Sudan, demirin ilk kez dövüldüğü Meroe antik kenti kadar çağdaş tarihin de merkezinde yer alıyor. RSF’yi el Beşir kurmuş olabilir, ancak grup hayatta kalmasını kısmen Avrupa hükümetlerinin zımni desteğine ve Eritre, Somali ve Sudan’dan yönelen mülteci ve göçmen akışını durdurma isteğine borçlu. 2015 yılında Eritreliler, Akdeniz’i tehlikeli yollarla geçerek Avrupa’ya ulaşmaya çalışan, milliyetlerine göre en büyük gruptu. Aynı yıl el Beşir, her ne kadar grup Darfur’da savaşırken insan hakları ihlalleriyle suçlanmış olsa da RSF’yi Sudan’ın sınır muhafızları olarak özellikle de Eritre’ye açılan sınır kapısı Kassala’da görevlendirdi.
2018’de Avrupa Birliği, protestolar devam ederken bile el Beşir ve askeri rejime göçle ilgili tahmini 200 milyon dolar destek vermeyi kabul etti. Bu paranın büyük bir kısmı muhtemelen ülkenin resmi sınır muhafızı olan RSF’ye tahsis edildi ve askeri rejimi daha da destekledi. Avrupa’nın sınır politikasının Sudan siyasetiyle yakın ilişkisi, Avrupa’nın mülteci ve göçmenlere yönelik etik dışı davranışlarının ulus ötesi sonuçlarını hatırlatıyor.
Sudan’daki şiddet beklenmedik bir durum değil. Sudan halkı askeri rejimin iktidara gelmesinden bu yana şiddetten korkuyor. Rusya da dahil Avrupa’nın rutin olarak başkalarının politikalarının arka planı olarak gördüğü iki bölge olan Afrika ve Arap dünyalarının kavşağında yer alan Sudan, bu bölgelerdeki insanların yaşamlarının, uluslarının Avrupa ekonomilerinde oynadıkları role göre nasıl ikinci sınıf muamele gördüğünün bir başka örneğini sunuyor.
Siyaset felsefecisi Immanuel Wallerstein 1970’lerde dünyanın farklı bölgelerinin birbirleriyle nasıl ilişki kurduğunu açıklamak için Dünya Sistemler Teorisini geliştirdi. Wallerstein’a göre, uzun sömürü ve şiddet geçmişleri nedeniyle para ve kaynakların yoğunlaştığı merkez bölgeler vardır. Öte yandan, merkez ülkelerin küresel sistemdeki konumunu ve geçimlerini sürdürmek için ihtiyaç duydukları hammaddeleri üretmeye indirgenmiş çevre ülkeler vardır. Merkez ülkedeki liderler ve güç simsarları genellikle bu bölgeleri insanların yaşadığı ve sevdiği yerler olarak değil, yalnızca hammaddelerin bulunduğu yerler olarak görürler. Aslında, merkez ülkelerdeki insanlara göre, hak ve adalet talebi olan insanlar genellikle aşılması veya üstesinden gelinmesi gereken engellerdir.
Dünya Sistemler Teorisi, hem sömürü dinamiklerini hem de Avrupa’daki elitler ile Sudan’daki el Beşir ve yandaşları gibi insanlar arasındaki suç ortaklığını açıklıyor. 1998’den beri yaptırım altında olmasına rağmen Sudan’ın altın ihracatı hiç durmadı ve mevcut savaşın kahramanları da bu endüstrinin bir parçası ve özellikle Rusya, Ukrayna’yı işgalinin ardından değerli metale olan ilgisini artırdı.
Batı medyası Sudan ile Rusya’nın Ukrayna savaşı arasındaki bağlantılara odaklanma eğiliminde. Bu anlaşılabilir bir durum; Putin hükümeti açık ve agresif bir şekilde Sudan’dan diplomatik destek aradı. Sudan’daki savaşın baş kahramanlarından Hamideti, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı başladığından beri Moskova’yı en az bir kez ziyaret etti ve Sudan Birleşmiş Milletler’de defalarca Rusya’nın izolasyonuna karşı oy kullandı. Yine de sadece buna odaklanmak aşırı basitleştirme olur. Aslında Sudan’daki kriz, otoriter liderlerin zengin ülkelere istikrar ve süreklilik yanılsaması sunarak küresel denetimi aştığı neoliberal pazarlığın en çirkin sonuçlarını temsil ediyor.
Sudan’daki askeri rejim en azından son 10 yıldır bölgedeki çatışmalara sessizce dahil oldu. Bölünmüş cunta Yemen, Çad ve Libya’ya savaşmaları için asker gönderdi ve Etiyopya ile Mısır arasında Nil suyu konusunda tırmanan diplomatik çıkmazın içinde yer aldı. Sudan, Batı dünyasının olmasa da güncel siyasetin merkezinde yer alıyor.
Çevre ülkelerdeki insanlar için karışıklığın sona ermesi, hikayeler artık popüler mecazlara uymadığı anda küresel ilginin yitirilmesi anlamına geliyor. Rekabetçi seçimlerin yapıldığı ülkeler, büyük adamların çatışmasının anlatı yükünü çekmek zorunda. Çatışma çıkması uzmanların ilkel gerilim arayışlarını tetikler. Siyasi liderlerimiz kötü politikalarını bağnazlık ve fanatizmin arkasına saklayabiliyor, çünkü bu egzotik “Öteki” kalıbına uyuyor. Küresel medya, iç politikanın neden çözüldüğüne dair açıklamalarında açgözlülüğü ve yabancı sermayenin agresif yayılımını görmezden geliyor. Liderlerimizin eylemleri, insanlar yöneticilerine direnirken bile, kültürlerimizin derinliklerindeki bir şeye yanlış atıf yapıyor.
Bu tablonun, siyasi gelişmelere tepki verme gücü olan kişiler üzerinde zincirleme etkileri oluyor. Sudan halkı karışıklığın sona ermesini en derinden, liderlerinin siyasi tercihleri nedeniyle katlandıkları toplu cezalandırmada hissetti.11 Eylül saldırılarından sonra Sudan’a uygulanan yaptırımların el Beşir gibi askeri liderlerin küresel siyasete katılmasını engellemesi gerekiyordu. Bunun yerine milyonlarca Sudanlıyı yoksulluğa iterken, merkez ve çevre ülkelerdeki elit ağlar bu askerleri zengin ve yakın tuttu.
Sudan Afrika’daki başlıca altın ihracatçılarından biri olmaya devam ediyor ve yetkililer resmi piyasalarda satılan altının dört katı kadar altının ülke dışına kaçırıldığını tahmin ediyor. Bugün Sudanlılar dünyaya bunun kendi savaşları olmadığını, son üç yıldır protesto ettikleri iki asker arasındaki bir savaş olduğunu hatırlatmak için büyük çaba sarf etmek zorunda. Çoğu zaman manşetlerden düşmeyen yerlerin daha geniş bağlamını anlama çabasını birbirimize borçluyuz. Bu sadece hikâye anlatımıyla ilgili değil. Bu, Sudan’daki gibi durumlara, dünyanın bir tarafındaki geçmiş siyasi tercihlerin diğer taraftaki günümüz sonuçlarını nasıl beslediğini anlayacak şekilde yanıt vermemizi sağlayan daha anlamlı çalışmalara yer açmakla ilgili. Daha geniş bağlamı anlamak, vatandaşların kendi hükümetlerini, başkalarının hayatlarını altüst etmede oynadıkları rolden dolayı sorumlu tutmalarını sağlar. Sudan halkı, başkalarının onları görmeyi talep edeceği kadar geniş bir bağlamda, kendi şartlarında görülmeyi hak ediyor.
Empati kurmak için hepimizin Sudan uzmanı olması gerektiğini savunmuyorum, ancak insanların sorunlarının yalnızca Batı’nın sorunlarıyla nasıl bağlantılı olduklarını gösterebildikleri takdirde önemli olduğunu söyleyen bir tablodan daha fazlasını istemek aşırı gelmiyor. En azından Sudan halkının kendisi, çatışan generallerin üzerinde duyulmayı hak ediyor. 2019’dan bu yana darbe karşıtı protestoları harekete geçiren sivil bir yönetim olan “Madaniya (medeniyet)” talebi her zamanki kadar acil ve önemli olmaya devam ediyor.