Her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haziran sonlarında yaptığı olumlu açıklama ile başlamıştı. Suriye Devlet Başkanı Esat’ın bir hafta öncesinden Türkiye ile müzakerelere başlamak için ön şartları olmadığı anlamına gelen sözlerine cevaben Erdoğan ‘Suriye Devlet Başkanı Esed’ diyerek Şam’daki mevkidaşının meşruiyeti ile ilgili bir tartışma olmadığını söylemiş oluyordu. Dahası, konuşmasında Suriye tarafını rahatsız eden ‘rejim’ lafını kullanmamaya özen gösterdiğini belli eder gibi konuşmuştu. Verdiği mesajın belki de en önemli kısmı ise Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir niyetimizin olmadığını belirten bölümüydü.
Suriye tarafının da olumlu karşılık vermesiyle süreç bir anda hızlanmış ve sanki normalleşme ile birlikte barış ve barışmanın önünde engel kalmamış gibi düşünülmüştü. Fakat Erdoğan’ın açıklamalarının birkaç hafta sonrasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın mesajında olumsuz pek çok unsur yer alıyordu. Örneğin o sevimsiz rejim lafı konuşmanın içinde sırıtıyordu. Ayrıca siyasi çözüm ve Suriye hükümetinin muhalefetle uzlaşması gibi tatsız tuzsuz laflar da vardı. Bunları kazaen söylemiş gibi düşünelim derken Milli Savunma Bakanlığının Reuters Ajansına verdiği yazılı açıklama geldi ki orada yeni anayasa, siyasi çözüm gibi oyun bozan her şey yerini almıştı.
DIŞİŞLERİ KAYNAKLARININ AÇIKLAMASI TÜY DİKTİ
Geçen hafta ortasında Dışişleri kaynaklarına dayandırılan haberler ise bu yanlış/kötü gidişatın üzerine adeta tüy dikti. Dışişlerimiz Suriye’de siyasi çözümde ve bu konuda 2015 yılının aralık ayında alınan 2254 sayılı BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) kararının uygulanmasında ısrarcı görünüyor. Ayrıca Suriye terörden temizlenmeliymiş. Sığınmacıların geri gönderilmesi konusunda uygun ortam oluşturulması ve sürekli insani yardım gönderilmesine uygun koşullar da ilave taleplerimizmiş.
Aslında bu açıklama Suriye ile uzlaşmaya niyetimiz olmadığının farklı bir şekilde ifadesinden başka bir şey değil. Her ne kadar geçtiğimiz günlerde Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov Rusya’nın İngilizce uluslararası kanalı Russia Today’e verdiği röportajda Türkiye ile Suriye arasında Rusya ve İran yetkililerinin de katılımıyla bir toplantı yapılacağını açıkladı; ancak bu toplantının hangi seviyede gerçekleşeceği, örneğin liderler seviyesinde olup olmayacağı gibi konulara değinmemiş olması Ankara-Şam hattında hızlı bir iyileşme ihtimalinin sorgulanmasına sebep olmaya devam ediyor.
Öte yandan Türk Dışişleri taleplerinin iler tutar tarafı yok; çünkü, örneğin Suriye’nin terörden temizlenmesini istiyorsak bu konuda mevcut politikamızı değiştirmemiz gerekir. Cihatçı terör örgütlerinin kol gezdiği İdlib’de terör operasyonu yapılamamasının en büyük sebebi Türkiye’nin Suriye ve Rusya’nın bu bölgeyi temizleme amaçlı harekât yapmasına karşı çıkmasından kaynaklanıyor. Ankara Türkiye’ye daha fazla sığınmacı gelmesinden endişe ettiğini ileri sürerek bu bölgede kapsamlı bir operasyon yapılmasını istemiyor. Hatta bundan dolayı birkaç kez Rusya ile neredeyse çatışmanın kenarından döndük (özellikle 2020 yılı Ocak-Şubat ayları).
Esas sorunlu talep ise adına siyasi çözüm dediğimiz kısım. Buna göre Suriye’ye yeni bir anayasa hazırlanacak, bu yeni anayasaya göre seçimler yapılacak, bu arada geçici bir hükümet kurulacak ve bunun içine adına muhalefet dediğimiz Suriye’nin ise terörist olarak gördüğü gruplar da dahil olacak (mümkünse Esat ve partisini temsilen kimse bu hükümette yer almayacak) ve seçimlerde kazananlar hükümet kurarak yeni bir dönem başlatacaklar.
Burada gizlenen husus şu: Türkiye hükümeti, alanda çatışmalar yoluyla yıkamadığı Esat yönetimini ülkemizdeki Suriyeliler ve Suriye’de bizim kontrolümüzdeki topraklarda yaşayan Suriyeliler (toplamı 10 milyon civarında) ile İdlib’de cihatçı terör örgütlerinin kontrolü altında yaşayanlar ve Fırat’ın doğusunda PKK/PYD’nin etnik temizlik yaparak denetimine aldığı bölgedekilerin hepsinin Esat aleyhine oy kullanması sayesinde sandıkta devirmiş olacak. Yani aslında Esat’ın devlet başkanlığı makamında oturduğu Suriye ile uzlaşmaktan ziyade Esat’ı bu siyasal çözüm projesiyle sandıkta devirmek ister gibiyiz.
Suriye yönetiminin bu talepleri kabul etmesi düşünülemez. Bugünküne göre çok zor durumda oldukları zamanlarda bile bu dayatmaları reddetmişlerdi. Öte yandan bu taleplerin Türkiye’nin hangi ulusal çıkarına hizmet ettiğini anlamak ise tam bir muamma. Örneğin Suriye mevcut halde bizim gibi milli-üniter yapıya sahip bir ülke. İçinde otonom, federe siyasal yapıların yer bulması söz konusu değil. Zaten adı konulmuş veya konulmamış bir federal yapı Orta Doğu’da ve tepesinde Amerika/İsrail gibi akbabaların dolaştığı bir coğrafyada Suriye’nin fiilen dağılması anlamına gelir. Veya en azından dağılmanın başlangıcı demektir. Suriye anayasasının, içinde otonom/federe üniteler barındıracak şekilde değiştirilmesi Fırat’ın doğusunda yuvalanan ve Amerika’nın desteğiyle ayakta durmaya çalışan PKK/PYD’nin kukla yapılanmasının meşruiyet kazanması demektir.
Onlar bu işten çok memnun olurlar. Yani açık söylemek gerekirse, Esat’ı sürekli zorlamak, toprakları üzerinde tam ve eksiksiz hakimiyet kurmasına mâni olmak, kontrolümüzdeki toprakların Suriye Milli Ordusu adını verdiğimiz grupların yönetiminde otonom yapılara dönüşmesini istemek aynı zamanda PKK/PYD’nin kukla devlet olarak Fırat’ın doğusunda tutunmasına ve yeşermesine destek olmak anlamına gelir. Amacımız buysa Suriye veya Türkiye içinde ve özellikle son yıllarda ve bilhassa son aylarda PKK’ya hayatı dar etmek için Irak’ta askeri operasyonlar yapıyoruz?
Ayrıca bütün bu taleplerimize gerekçe olarak kullandığımız 2254 sayılı BMGK kararını neden adeta kutsal bir metin gibi öne sürüyoruz. Eğer BMGK kararları bizim açımızdan bu derece değişmez ve uygulanması şart olan metinler ise biz neden Kıbrıs’la ilgili BMGK’nın aldığı haksız kararlara itiraz ediyor ve uygulamıyoruz? Çünkü KKTC’nin tanınmamasını ve tanınmasına yol açacak hiçbir girişimde bulunulmamasını bütün üye ülkelerden talep eden BMGK’nın 541 ve 550 sayılı kararları haksız da ondan. O yüzden biz de doğru adımlar atarak KKTC’yi tanıdık, büyükelçilik açtık, doğrudan uçuşlar/ticaret vs. ne gerekiyorsa yaptık ve yapıyoruz.
Suriye ile ilişkilerini normalleştiren Arap ülkeleri ve bazı Batılı (İtalya) ülkeler neden 2254 sayılı kararı Şam hükümetinin gözüne sokmuyorlar da biz buna çok istekliyiz? Kaldı ki, bütün bu taleplerin gerçekçi bir tarafı yok/kalmadı. Suriye savaşı kazandı. İç savaş sona ermiş durumda. Bazı topraklarında Türkiye, Fırat’ın doğusunda ise Amerika ve PKK/PYD yüzünden tam ve etkili egemenlik kuramıyor. İç savaş sona erdiği için Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi Suriyeli sığınmacıların kendi topraklarında kalıcı hale gelmemeleri yönünde kararlar alıyor. Kısacası bizim Suriye politikamızın sürdürülebilir bir tarafı olmadığı gibi ulusal çıkarlarımıza hizmet eder bir yanı da yok.
Bir diğer husus ise sığınmacılar meselesi. Türkiye muhtemelen on milyon civarında Suriyeliye bakıyor. Geçtiğimiz yıllarda Türk yetkililer önce yedi sonra dokuz milyon rakamlarını telaffuz etmişlerdi. Yani Türkiye’deki sığınmacılar ve Suriye topraklarında büyük ölçüde Türkiye’nin yardım ve desteğiyle ayakta duran Suriyeliler yaklaşık on milyon civarında olmalı. Meselenin askeri ve stratejik maliyeti de ayrı bir konu. İçinden geçmekte olduğumuz ağır ekonomik koşullarda bu krizin bileşenlerinden birisi olduğuna hiç şüphe olmayan sığınmacıların geri gönderilmesini istememek anlamına gelen bu politikalar zaten hükümetin sonunu çok feci şekilde getirebilir. Nitekim 31 Mart tarihinde yapılan yerel genel seçimler ve o günden bu yana yapılan kamuoyu yoklamaları açıkça buna işaret ediyor.
Sığınmacıları gönderebilmek için Şam hükümeti ile anlaşmak zorunda olduğumuz gibi PKK/PYD’ye karşı etkili mücadele edebilmek için de Suriye’ye ihtiyacımız var. Özellikle teröre karşı ortak mücadele Suriye devletinin de öncelikleri arasında olduğu için bu konuda hızlı bir şekilde işbirliği ortamı oluşturmak mümkün görünüyor. Pek tabii ki, bizim açımızdan PKK/PYD’ye karşı mücadele öncelik arz ederken Suriye’nin haklı olarak bunlara ilaveten cihatçı terör örgütlerine karşı da ortak mücadele isteyeceğini kabul etmemiz gerekir.
Suriye’ye karşı terör eylemleri yapan örgütlerin büyük kısmı İdlib’de yuvalanmış durumda ve bunların neredeyse tamamı zaten Ankara’nın terörist örgütler listesinde yer alıyor. Geriye kalan bizim Suriye Milli Ordusu dediğimiz ve Şam hükümetinin terörist olarak gördüğü yapı var ki, bunların da Suriye’nin çıkardığı ve belki de ilaveten çıkaracağı af kanunlarıyla büyük ölçüde ülkelerine entegre edilmesi mümkün olabilir.
Rusya ve İran’ın tam destek verdiği bu normalleşme sürecini falan örgüt, filan grup veya 2254 sayılı BMGK kararı gibi armudun sapı, üzümün çöpü gerekçelerle kaçırırsak bu işin siyasi faturası hükümet üzerinde yıkıcı olabilir. Ülkeye ekonomik, stratejik, sosyal ve hatta kriminal faturası ise ödemekle bitmez ve süreci savsaklayanların boynunda asılı kalır. Bizden söylemesi…