Biraz pişmiş aşa su katmak biraz da şeytanın avukatlığı ama görünen o ki, Suriye’deki son olaylar ve ortaya çıkan yeni durum pek de bizim lehimize gelişiyor gibi değil. Aslında yeni şartların yani Suriye’nin devlet olmaktan çıkması sonucu doğurması kuvvetle muhtemel kargaşadan en fazla kimin kazançlı çıktığını geçtiğimiz pazar akşamı (8 aralık) Netanyahu bütün dünyaya ilan etti.
Suriye-İsrail sınırına giden İsrail başbakanı Esat’ın ülkeyi terk etmesini ve Baas rejiminin çökmesini İsrail açısından büyük zafer olarak ilan etti. Bunda kendilerinin Suriye’yi sürekli bombalayarak vurdukları darbelerin önemli bir rol oynadığının altını çizdi. Amerika derseniz aynı şekilde bayram havasında… Önceki yıllarda cihatçı terör örgütü lideri olarak tanımladıkları Colani çoktan ‘muhalif’ lidere dönüşmüş durumda ve ABD medyası tarafından parlatılıyor. Halep’ten aşağıya Suriye şehirlerini (Hama, Humus ve Şam) sırasıyla kendi kontrolleri altına alan ‘muhalifler’ ise ‘temiz yüzlü gençler’ olarak pazarlanıyorlar. Colani ve ekibi bütün Suriye halkına ılımlı mesajlar veriyor ama bu sürecin ne kadar devam edeceği meçhul.
İSRAİL İÇİN İYİ OLAN BİR ŞEY BİZİM İÇİN DE İYİ OLAMAZ MI?
İsrail için iyi olan bir şey bizim için kötü veya bizim için iyi olan bir şeyin İsrail için kötü olması şart değil. Sonuçta İsrail bizim ideolojik rakibimiz veya düşmanımız değil; Amerika da aynı şekilde…. Fakat İsrail ve Amerika’nın öncelikleri açısından baktığımızda onların yapmak istedikleri bizim hak ve menfaatlerimizle örtüşmüyorsa veya bizim hak ve menfaatlerimiz açısından tam anlamıyla ‘tehlikeli’ unsurlar içeriyorsa o zaman sorun var demektir.
Nitekim Netanyahu’nun Suriye sınırında yaptığı açıklamaların ardından İsrail Hava Kuvvetleri Şam başta olmak üzere pek çok şehirdeki hava savunma sistemlerini, askeri tesisleri vururken aynı zamanda hükümet binalarını, tapu dairelerini de bombalıyor. Limanlar, deniz kuvvetleri tesisleri vs. hepsi yerle bir. Bu hava operasyonlarının devam edeceğine hiç şüphe yok. Öte yandan İsrail kara birlikleri Suriye sınırını geçerek yaklaşık 14-20 kilometre içeriye girmiş bulunuyorlar. Bunun devam etmesi de oldukça muhtemel. Bu arada Tel Aviv 1973 Arap-İsrail savaşının ardından 1974 yılında İsrail ile Suriye arasında oluşturulan ateşkes hattının da Suriye birlikleri o bölgeden çekildiği için sona erdiğini duyurdu. Yani özellikle Durzilerin yaşadığı o coğrafyada kalıcı bir şeyler planlamakta olduğunu şüphe kalmadı.
İsrail’in o bölgede ne yaptığı veya yapacağı da meçhul değil. Yıllardır İsrailli liderler ve siyasi elit tarafından dile getirilen Suriye’yi dört parçaya bölme (Durzi devleti, Sünniistan, Alevi devleti ve Kürt devleti) projesi hayata geçirilme aşamasına gelmiş durumda.
Bu parçalı yapının Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet eder bir tarafı olmayacağı açık; ama esas sorun bu yapının Kürt devleti olarak Fırat’ın doğusundaki geniş ve verimli topraklarda kurulacak Teröristan’ın nasıl önleneceği ile ilgili. Daha şimdiden Amerika’da sesini yükselten İsrail lobisinin önemli isimleri (Lindsay Graham ve vd.) Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki bu yapıya dokunmasına izin verilmemesi gerektiğini hatta buna kalkışırsa yaptırım uygulanmasını konuşmaya başladılar bile.
İsrail ise PKK/PYD kontrolündeki bu örgütlenmenin denize açılma sorununu çözmek için Tanf’den Suriye’nin Durzi bölgesine giden bölgeyi kendi kontrolüne alıyor. Hatta almış durumda… Böylece 2014-15 yıllarında denenen ve Türkiye’nin silahla karşılık vermesi yüzünden gerçekleştirilemeyen ‘koridor’ – ki, buna Türk yetkililer doğru bir şekilde terör koridoru adını vermişlerdi – şimdilerde güneyden dolaştırılarak İsrail üzerinden Akdeniz’e açılmış olacak. Türkiye’nin bu bölgeye harekat yapma girişimi her defasında hem Amerika-İsrail hem de Suriye içinden merkezi hükümeti kontrol eden HTŞ ve bileşenleri tarafından engellenmeye çalışılacaktır. Gerekçe olarak da İran’ın bu bölgeden uzak tutulması gibi şeyler söylenecek ki, bunlar Türkiye’deki siyasal/selefi İslamcı grupların da kulağına hoş gelecektir. Böyle bir Kürdistan yapısı ise daha sonra Türkiye’den de kopartılacak büyükçe bir parça ile birlikte oluşturulacak Büyük Kürdistan’ın temel taşları görevini görecektir.
ANAYASA VE GEÇİŞ DÖNEMİ
Suriye’de bölünmeden önceki senaryo yeni bir anayasa ile başlayacaktır. Şu anda milli-üniter yapıdaki Suriye anayasasının değiştirilmesi, içinde otonom ve/veya federe üniteler barındıran yeni bir anayasal yapıya gidiş anlamına gelir. Yıllardır Türkiye’nin Suriye hükümetine tavsiye ettiği ve benim sürekli olarak eleştirdiğim böyle bir gidişatın şimdilerde önünün açıldığına hiç şüphe yok. Böyle bir anayasanın uygulamaya girmesiyle aslında bölünmenin alt yapısı hazırlanmış olur; çünkü yukarıda belirtilen dört devlet (Sünnistan, Alevi Devleti, Durzi devleti ve PKK/PYD bölgesi) kendi iç yönetimleri ve güvenlik kuvvetleri (ordu, polis ve hatta yargı) de bulunan otonom veya federe bölgeler haline gelip anayasaya dahil edilirler. Hristiyanlara böyle bir bölge verilip verilmeyeceğini söylemek şimdilik erken görünüyor.
Öte yandan böyle bir anayasa yapım süreci ve geçiş dönemi yeni çatışmaları da beraberinde getirebilir. Örneğin Irak’ta ciddi sayıda Amerikan, İngiltere ve başka Avrupalı ülkelerden birlikler doğrudan alanda görev yaparken bu tür çatışmalar başlamıştı. Baas mensupları – gerek güvenlik kuvvetleri gerekse Baas bürokrasisi – yeni anayasa sürecinden dışlanınca Baas Sünnilerin temsilcisi gibi muhalefete ve hatta silahlı direnişe başlamış; ardından El Kaide unsurlarının Irak’a gelmesi orada kendileriyle uyumlu gruplar ve insanlarla birleşmesiyle başlayan eylemler yüz binlerce Iraklının hayatına mal olmuştu.
Benzeri gerilimlerin Suriye’de de yaşanmayacağının garantisi yok. Suriye’de halen en örgütlü yapının Baas olduğunu düşünecek olursak bunların yeni sisteme entegre edilip edilmeyeceği önemli sonuçlar doğuracaktır. Amerika Irak’ı önce işgal etmişti ve bu istila için BM’den herhangi bir onay çıkmamıştı; ancak tek taraflı ve gayri meşru bu işgalin ardından Amerika BM Güvenlik Konseyi’nden işgalci ülke statüsü almıştı. İşgalci ülke olarak kuvvet bulundurmak hakkı ve asayişi sağlamak yükümlülüğü vardı. Anayasa ise büyük ölçüde Amerika tarafından hazırlanarak Irak halkına empoze edilmişti; ancak bütün bunlara rağmen ciddi karışıklıklar çıkması engellenememişti. Suriye’de Amerikan birlikleri kadar büyükçe bir güç yok/olmayacak. Birbirlerine şüpheyle hatta düşmanca bakan grupların sayısı Irak’taki Kürtler ve Araplar ile Araplar arasında da Sünniler ve Şiiler ayrımlarından çok daha fazla. Dolayısıyla Türk yetkililerin bütün Suriyeliler için demokratik, huzurlu ve mutlu bir Suriye beklentisi Akdeniz’in sularına yazılan bir yazıya benziyor.
NELER YAPILABİLİR? SORULAR, SORULAR…
Türkiye Esat ile anlaşmak suretiyle ulusal çıkarlarını çok daha kolaylıkla koruyabilir ve Türkiye-Suriye sınırlarında güvenlik sorunları olmayabilirdi. Aynı zamanda ülkedeki Suriyeli sığınmacıların gönderilmesi ve Suriye ile birlikte PKK/PYD ve Cihatçı terör örgütlerine karşı ortak mücadele edilebilirdi. Ancak bu ihtimaller şimdi artık tarih oldu. Ayrıca öyle bir uzlaşma ile Suriye’deki mevcut durum sürdürülerek PKK/PYD üzerinde psikolojik baskı kurulabilir ve görevi devraldığında Trump’ın bu ülkeden çekilmesi daha kolay hale getirilebilirdi.
Yeni dönemde Türkiye’nin önceliği PKK/PYD’nin devletleşmesini önlemek olmalıdır; fakat hem İsrail’i en sert biçimde eleştirerek Amerika’daki İsrail lobisinin tamamen Türkiye karşıtı haline gelmesine sebep olup öte yandan da Amerika nezdinde girişimlerde bulunmak nasıl sağlanacaktır? Yıllardır yeni bir Suriye anayasası isteyip şimdilerde bu anayasada PKK/PYD’nin otonom bir ünite olarak yer alması nasıl önlenir? Eğer bunlar önlenemezse -ki, çok zor – o zaman sınırlarımızda iki Teröristan görmemiz hiç de ihtimal dışı değil.
Birisi HTŞ ve bileşenlerinin kontrolünde ve ipleri tamamen Amerika ve özellikle İsrail’in elinde olanı diğeri ise PKK/PYD. Diğer sorun ise aslında Suriye’den çekileceğini söyleyen Trump’ın görevi devraldığında şartların çekilmeyi ciddiyetle değerlendiremeyeceği kadar karmaşık hale gelmiş olması ki, mevcut durumun o tarafa evrilmesi hiç de azımsanacak bir ihtimal değil. Televizyonlardaki çubuklu veya Vileda saplı uzmanlar veya sokaklarda ‘Halep’i düşürdük’ naralarıyla tempo tutanlar bu soruların cevaplarını pek tabii ki bilemezler; ama inşallah yetkililer nelerle karşı karşıya olduğumuzu düşünmüşlerdir.