Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden, selefi Donald Trump’ın yarım bıraktığı işi devam ettirdi; Washington, Çin’e teknoloji ihracatına yönelik kısıtlamaları “casusluk ve siber savaş risklerini azaltmak için kısıtlama” gerekçesiyle artırıyor. Bu uğurda “komünist Çin rejimine hassas teknoloji akışı” büyük ölçüde kesiliyor. Çin, Ar-Ge yatırımlarını artırırken ABD’nin bu ivmelenmeyi aksatmaya dönük eylemlerinin emeklemeden koşma evresine geçtiği görülebilir. Makalenin yayınlandığı The National Interest‘in, ‘neocon’ görüşlere sahip, zamanında Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” makalesinin göründüğü dergi olduğu da akılda tutulmalıdır.
Tekno-milliyetçilik: 21. yüzyıl için sanayi politikası
Jasper Hansen — The National Interest
20 Şubat 2023
Jeopolitik gereklilikler pek çok insanı küreselleşmenin olumsuzlukları konusunda ikaz etti ve devleti, rotasını düzeltmek için bir kez daha teknoloji odaklı sanayi politikaları izlemeye zorladı.
Çin ile ABD arasındaki ticari ilişkiler, 2018’de Trump dönemindeki ticaret savaşıyla başlayarak son birkaç yılda belirgin bir şekilde gerildi. Gümrük vergileri ve diğer tedbirler, Çin’in küreselleşmiş ticaret sisteminden orantısız bir şekilde yararlandığı ve böylece dünyanın ekonomik güç merkezi olarak ABD’ye meydan okuduğu yönündeki daha da gözet batan hakikati tersine çevirmeyi amaçlıyordu. Bu iktisadi başarı, Çin’in ABD öncülüğündeki düzene asimile olma ve liberal kurumlar ve değerleri benimseme konusundaki isteksizliği ile birleşince jeopolitik rekabeti iyiden iyiye hızlandırdı. Çin’in küresel piyasalarla bütünleşmesi sonucunda liberal reformların kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağı düşüncesi gibi genel kabul gören çeşitli teoriler yanlıştı. Aksine Çin, sanayi politikası izledi ve serbest ticaret politikalarından istifade ederek siyasi-iktisadi güç kazandı. ABD’nin buna verdiği yanıt, Çin’in yarattığı yeni jeopolitik ortama uyum sağlamak için kendi sanayi politikasını diriltmek ve tahkim etmek oldu.
Sanayi politikalarına zıt yaklaşımlar
Foreign Affairs’te kaleme aldıkları makalede John M. Deutch ve Ernest J. Moniz, 2015 yılında yayımlanan ve Pekin’in yerli yüksek teknoloji endüstrisini geliştirme planlarını detaylandıran “Çin’de üretilmiştir 2025” raporunun bir sonucu olarak ABD’de sanayi politikasına yönelik çift odaklı değişimin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. Düşük değerli ürünlerde güçlü bir imalat sanayisine sahip olan Çin’in yüksek teknoloji endüstrisi nispeten az gelişmiş halde ve Batılı şirketlerin hakimiyetindeydi [ve bir noktaya kadar öyle olmaya devam ediyor]. Çin, kamu tarafından finanse edilen Ar-Ge projeleri aracılığıyla yapay zekâ, yeşil enerji ve yarı iletkenler gibi gelişmiş sektörlerde dünya lideri olmayı umuyor. Çin’in Ar-Ge harcamalarını yıllık olarak artırma planları, Ar-Ge faaliyetleri GSYİH’sinin yüzde 2,55’ini oluştururken şu anki küresel olarak en büyük on ikinci harcama yapan ülke konumundan dünyanın en büyük harcama yapan ülkesi haline gelmesini sağlayabilir.
Peki Ar-Ge neden bu kadar önemli? İktisatçı Mariana Mazzucato’nun çalışmaları, ABD’nin en önemli teknolojik gelişmelerinin çoğunun kamu tarafından finanse edilerek devlet teşvikleriyle gerçekleştirildiğine işaret ediyor. Mazzucato, 1971 ve 2006 yılları arasında en önemli yeniliklerin yüzde 88’inin tamamen federal desteğe bağlı olduğunu yazıyor. Savunma Bakanlığı, DARPA ve Ulusal Bilim Vakfı gibi kurumlar aracılığıyla kamu tarafından finanse edilen araştırmalar; dokunmatik ekran teknolojisinin, internetin, SIRI’nin, GPS’in ve hatta Google algoritmasının geliştirilmesini sağladı. Aynı şekilde Elon Musk’ın Tesla ve SpaceX şirketleri de devletten milyarlarca dolar teşvik aldı. ABD’nin başarılı sonuçlar veren uzun bir devlet müdahalesi mazisi var, fakat bugünlerde kamuoyu serbest piyasa kapitalizmini ve devletin küçülmesini yüceltiyor ve devletin oynadığı kayda değer rolü küçümsüyor. ABD’nin devlet destekli Ar-Ge projelerinin elde ettiği başarılar, Çin’in kendisinin de yapmayı umduğu şeyler.
Ama eğer ABD şimdiye dek devlet güdümlü bir inovasyon merkezi olduysa sanayi politikası neden şimdi tekrar ön plana çıkıyor?
Yeni başlayanlar için Amerika hala, her biri kendi kâr teşviklerine göre faaliyet gösteren çeşitli güçlü kurumsal aktörlerin bulunduğu bir “bırakınız yapsınlar” ekonomisinde yaşıyor. Mazzucato, bu olguyu — riskin topluma mal edilmesi ve mükâfatın özelleştirilmesi — ABD’nin izlediği politikanın tuzağı olarak tanımıyor; devlet araştırmaya önemli ölçüde yatırım yaparken, buna eşlik etmesi gereken istihdam artışı, vergi geliri artışı ve mal ve hizmeti ihracatında artış gibi faydaların hiçbirini elde edemiyor. Bunun yerine bu mükâfatlar, kurumsal risk sermayedarları tarafından özelleştirilip ticarileştiriliyor. Bu tür kişi ve kurumlar vergiden kaçma ve vergi kaçırma konusunda uzman ve üretimde dış kaynak kullanımı/offshoring ve hisse senedi geri alımları gibi verimsiz işler yaparak kârlarını maksimize etmeye çalışırlar. Üretimin Çin’e kaydırılmasının zararlı etkileri, Çin’in bu maliyetli Ar-Ge yatırımlarıyla uğraşmamasını sağlayan ve yurt içinde çalıntı teknolojinin kullanılmasını teşvik eden yoğun fikri mülkiyet hırsızlığıyla zaten açığa çıkmıştı.
Buradan çıkan netice, ABD devletinin Çin devletine kıyasla daha az merkezileşmiş olduğu gözlemi. ABD’de yüksek miktarda devlet müdahalesi varken, özel holdinglere ve bireylere önemli kârların tahakkuk ettirilmesi ve bunların faaliyet göstermelerine imkân tanıyan özgürlük, Çin’in her yerde bulunan Çin Komünist Partisi koordinasyonu ve farklı çıkarlara sahip kapitalist seçkinlere zulmetme yaklaşımıyla tezat oluşturuyor. Çin’de gücün merkezi ÇKP’yken ABD’de hem özel hem de kamu çıkarlarından oluşan daha dağınık bir sistem mevcut.
ABD siyaseti, bu ayrı grupların sürekli güç mücadelesine sahne olur ve bu çıkarlar çoğu zaman birbiriyle çatışır: Bir holding için mali açıdan en kârlı olan şey, istihbarat camiasının korumakla görevli olduğu ulusal güvenlik çıkarını tehlikeye atabilir. Önceki yıllarda Çin ile ilgili jeopolitik ve güvenlik risklerinin az olması, Steve Blank’in de belirttiği üzere “özel sermaye ve girişim sermayesinin Amerikan sanayi politikasının fiili karar vericileri olmasından” ileri geliyordu. Bu durum Çin ile kazançlı bir işbirliğini beraberinde getirdi, bu da ulusal güvenlik risklerinin artmasına neden oldu. Bu artan risk seviyesi, uluslararası ilişkilere bir kez daha bir doz gerçekçilik enjekte etti, bu da güvenliğin ekonomiden daha üstün olduğu anlamına geliyordu.
Tekno-milliyetçilik
Doğmakta olan yeni sanayi politikası da bunu amaçlıyor. Tekno-milliyetçilik, bilindiği üzere “teknolojik yenilik ve imkanları doğrudan bir ülkenin ulusal güvenliği, ekonomik refahı ve sosyal istikrarıyla ilişkilendiren yeni bir merkantilist düşünce biçimi”. Bu, “Batı’nın giderek daha basiretsizleşen bırakınız yapsınlar modeline ve Çin’in devlet merkezli kapitalizmine” bir yanıt olarak “fırsatçı veya düşman devlet ve devlet dışı aktörlere müdahale etmek ve bunlara karşı koruma sağlamak” için daha fazla devlet müdahalesi çağrısında bulunmak demek.
ABD, bırakınız yapsınlar tutumunu yeniden değerlendirmeye ve devletin piyasadaki rolüne ilişkin benzer bir tutum benimsemeye zorlanıyor. Ancak bu, Çin’in sanayi politikasının kopyası olmaktan ziyade ABD’nin her daim benimsediği politikaların desteklenmesi anlamına geliyor.
Washington; DARPA, Ulusal Bilim Vakfı ve Savunma Bakanlığı aracılığıyla yeni teknolojilerin devlet desteğiyle geliştirilmesine özgün bir yorum getirmiş olsa da bu teknolojileri fikri mülkiyet hırsızlığı yoluyla ele geçirilmekten başarılı bir şekilde koruyamadı ve yeni teknolojileri uygulamak için dirençli ve zaruri bir yerli imalat endüstrisi geliştirmedi. Ucuz tüketici ürünleri söz konusu olduğunda — örneğin atölyelerde üretilen plastik oyuncaklar ve giysiler gibi — offshoring çok az güvenlik tehdidi oluşturuyor ve fikri mülkiyet hırsızlığı çok az önem arz ediyor. Öte yandan yarı iletken çip üretiminin deniz aşırı yapılması yeni bir dizi sorun ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla tekno milliyetçi sanayi politikası, ileri teknolojinin oynağı son derece mühim role ve bu teknolojinin yanlış kullanılması halinde ülkeye yönelen ulusal güvenlik tehditlerine odaklanıyor.
Başkan Joe Biden, kısa süre önce yaptığı yıllık ulusa sesleniş konuşmasında, ABD’nin yerli imalat sanayisinin gerilemesinden yakınarak, Amerika’nın “ürün ithal ettiğini ve iş gücü ihraç ettiğini” söyledi. Özellikle yarı iletken endüstrisini öne çıkararak, çip teknolojisini ABD’nin icat etmesine rağmen şu anda toplam küresel arzın yalnızca yüzde 10’unu ürettiğini belirtti. Biden, tedarik zincirindeki aksaklıkların deniz aşırı üretimin getirdiği dezavantajları ön plana çıkardığını kaydetti. Başkan’ın retoriği, 2016 Trump kampanyasının retoriğiyle büyük ölçüde örtüşüyor ve bu süreklilik bu tür sanayi politikalarının gerekliliğini ortaya koyuyor. Biden, yorumlarında yerli yarı iletken üretimi, istihdam geliştirme ve Ar-Ge için 52,7 milyar dolar sağlayan Çip ve Bilim Yasasına da değiniyor. ABD, ayrıca yerli rakipleri Nokia ve Ericsson’u Huawei’ye karşı harekete geçirmeyi hedefliyor. Dahası, Çin’in “Çin’de üretilmiştir 2025” politika belgesi nasıl ileri yapay zekâ teknolojisi geliştirmeye odaklanıyorsa ABD de Çin’inki boğarken kendi teknolojisini güçlendirmeyi hedefliyor ve bu da teknolojik bir silahlanma yarışı olarak tanımlanabilecek bir duruma yol açıyor.
Bu olgu yalnızca ABD ile sınırlı değil; ortaya çıkan bu jeopolitik rekabete fazlasıyla dahil olan Avustralya’nın da benzer bir duruş sergilediğine şahit oluyoruz; Avustralya’nın kendi DAPRA’sini geliştirme planlarının yanı sıra kendi yarı iletken endüstrisini ve nadir toprak mineral rafinerilerini geliştirmeye yönelik ilgisi de bunu ispatlıyor.
Buradan varabileceğimiz netice, serbest egemen küreselleşme döneminin yavaş yavaş sona ermekte olduğu. Bu yeni sanayi politikası, “piyasa sonuçlarının maksimum faydayı sağlayacağını varsaymak yerine devletin teraziye parmağıyla basması” fikrini yeniden gündeme getiriyor. Piyasa, ulusal güvenlik ve siyasetin dürtüleriyle çatışmaya başlayan farklı güdülerle hareket ediyor. İktisatçılar, Donald Trump döneminde ilk kez uygulamaya konulan ticari gümrük vergilerine öfkelenmişti ama Trump döneminin sona ermesinin ardından bu vergiler yürürlükte kaldı ve daha da fazla kısıtlama ve karşı tedbirleri de beraberinde getirdi.