ABD, İran’ı müzakere masasına getirmek için İsrail saldırılarıyla tehdit edebilir, ancak Trump Tahran ile bir anlaşmayı tercih ediyor.
Arash Azizi / Al-Majalla
ABD Başkanı Donald Trump, uzun süredir İran konusunda tutarlı bir duruş sergiliyor: Ülkenin yöneticilerini değiştirmek istemiyor, ancak davranışlarını değiştirmeye, özellikle de İran’ın nükleer silah edinmesini engellemeye kararlı.
Bu hedefe ulaşmak için, ilk döneminde uyguladığı “maksimum baskı” politikasını geri getirmekte ısrarcı, yani İran’a yönelik sert yaptırımların uygulanmasını savunuyor. Biden döneminde bu yaptırımlar tamamen kaldırılmamış olsa da zaman zaman daha esnek bir şekilde uygulanmıştı. Ancak bu dönemi farklı kılan şey, Trump’ın İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını desteklemeye hazır olması ya da en azından bu tehdidi İran’ı müzakere masasına çekmek için bir araç olarak kullanması.
Trump, genel olarak her zaman İran’a sert bir havuç-sopa taktiği ile yaklaşıyor. Bu tutumu, başkanlığının ilk haftalarında da açıkça görüldü. 4 Şubat’ta ulusal güvenlikle ilgili bir başkanlık genelgesi imzalayarak İran üzerindeki baskıyı daha da artırdı. Ancak genelgeyi imzalarken, İranlı liderlerle müzakere etmek istediğini ve aslında bu belgeyi imzalamak zorunda kalmamayı dilediğini belirtti.
Bu duruşunu bir gün sonra Truth Social’da yaptığı bir paylaşımda yineledi. İran’ın nükleer silah sahibi olmadığı sürece “büyük ve başarılı bir ülke” olmasını istediğini söyledi. (Genelgede ayrıca İran’ın bölgedeki milislere verdiği destek ve balistik füze programları da yer alıyordu.) Trump, İran’ın “barışçıl bir şekilde büyümesine ve refah içinde gelişmesine” olanak sağlayacak “Doğrulanmış Nükleer Barış Anlaşması” için çağrıda bulundu ve iki ülkenin derhal bu konuda çalışmaya başlaması gerektiğini ifade etti.
İranlı liderlerden gelen ilk yanıt hızlı ve sert oldu. 7 Şubat’ta İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney, ABD ile müzakerelerin “akıllıca veya onurlu” olmadığını vurguladı. Geçmişte başarısız olan bu tür görüşmelerin yine başarısız olacağını söyledi. Ancak bunlar uzun bir sürecin ilk hamleleri. İran güvenlik kurumlarındaki hemen hemen tüm ciddi isimler, ülkenin er ya da geç ABD ile müzakere etmek zorunda olduğunu biliyor.
Yıpratıcı yaptırımlar
ABD’nin uyguladığı yaptırımlar, İran ekonomisini adeta çökertiyor. Hamaney’in konuşmasının ardından İran riyali, ABD doları karşısında neredeyse bir milyona kadar geriledi. Bu durum, İran parasını dünyanın en değersiz para birimlerinden biri haline getiriyor. Buna son iki yılda İran’ın “Direniş Ekseni” olarak adlandırdığı yapının aldığı ağır darbeleri ve ülkedeki kırılgan toplumsal barışını da eklediğimizde, ekonomik iyileşmenin ne kadar acil olduğu daha net anlaşılıyor.
Ancak ekonomik baskının İran’ı müzakere masasına getirmeye yetmemesi durumunda, Trump yönetiminin kullanabileceği başka bir araç daha var: İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik yıkıcı saldırı tehdidi. ABD medyasında çıkan son haberlere göre İsrail, önümüzdeki yıl İran’ın nükleer tesislerine saldırmak için hazırlık yapıyor.
Trump’ın 5 Şubat’ta yaptığı barış yanlısı paylaşımı bile örtülü bir tehdit içeriyordu. Eğer bir anlaşma sağlanmazsa, ABD’nin İsrail’le birlikte İran’a saldırabileceği imasında bulunuyordu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, uzun zamandır bu tür saldırıları savunuyor. Trump’ın başkanlık koltuğunda olması, Netanyahu’ya bu planları gerçekleştirmek için gerekli desteğe sahip olduğu hissini verebilir. Ancak Trump, bu tehdidi İran’dan tavizler koparmak için bir pazarlık aracı olarak da kullanabilir.
Trump’ın Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ilk Orta Doğu gezisinin ilk durağı olarak İsrail’i ziyaret etti. Netanyahu, Rubio ile görüştükten sonra 16 Şubat’ta yaptığı açıklamada, görüşmelerinin ana gündem maddesinin İran olduğunu belirtti. Batı Şeria, Lübnan, Irak ve Suriye’deki istikrarsızlığın sorumlusunun İran olduğunu iddia eden ABD ve İsrail, İran tehdidine karşı “omuz omuza” durdu. Rubio, Senato’daki onay oturumlarında yaptığı konuşmalara benzer şekilde İran rejimini eleştirerek, İran halkının “rejimin kurbanı” olduğunu ifade etti.
Rubio, burada patronunun yapmadığını yaparak, İran İslam Cumhuriyeti’nin İran halkını meşru bir şekilde temsil etmediğini savundu. Rubio bu yaklaşımıyla, İran halkına rejimi devirmeleri yönünde çağrı yapan Netanyahu’ya benziyor. ABD istihbarat raporlarına göre, İsrail İran’da rejim değişikliği hedefliyor, ancak bu hedefin gerçekleştirilmesi söylemek kadar kolay değil.
Buna karşın, Trump’ın doğrudan rejim değişikliğini desteklemesi pek olası görünmüyor. İran ile daha iyi bir anlaşma yapmak, onun dış politika yaklaşımına ve ilan ettiği gündeme daha uygun düşüyor. Ancak İsrail’in tehditlerini desteklemek, Trump açısından müzakere sürecinde faydalı bir taktik olarak görülebilir.
Obama döneminde 2015 anlaşmasını müzakere eden üst düzey yetkililer bile ABD’nin artık askeri güç kullanmaya hazır olması gerektiğini söylüyor. İran’ı endişelendiren bir hamle olarak Trump, Biden yönetiminin İsrail’e ağır MK-84 bombalarının sevkiyatına getirdiği yasağı kaldırdı. 900 kilogram ağırlığındaki bu bombalar, İsrail’in saldırı planları için kritik öneme sahip olabilir.
Ekonomik baskı ve askeri tehditlerin bir araya gelmesi muhtemelen İranlı müzakerecileri masaya oturtmaya yetecektir. Görüşmelerin gerçekleşmesi halinde pek çok ülke arabuluculuk yapabilir. CNN’e göre hem ABD hem de İran ile iyi ilişkilere sahip olan Suudi Arabistan bu konuda açık olduğunu belirtti. Ayrıca Katar’ın da bu rolü üstlenmek istediğine dair haberler var.
Bölge açısından bakıldığında, İran’ın nükleer programını sınırlandıracak ve bölgedeki yıkıcı faaliyetlerini azaltacak bir anlaşma, savaş tehdidini ortadan kaldırabileceği için büyük bir fayda sağlayacaktır. İran’a yönelik yaptırımların kaldırılması, Suudi Arabistan ve diğer bölge ekonomileriyle ticareti kolaylaştırabilir. 2015’in aksine, bugün Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin çoğunun İran ile iyi ilişkileri var ve bir anlaşmaya karşı çıkmaları beklenmiyor.
Var olan engeller
Ancak herhangi bir anlaşmanın önünde hâlâ büyük engeller var. Birincisi, Nisan ayında 86 yaşına girecek olan Hamaney, hayatının bu son döneminde uzlaşmaya yanaşmayabilir. Trump ile yapılacak büyük bir anlaşmanın, İran İslam Cumhuriyeti için tam bir teslimiyet olarak görülebileceğinden endişe edebilir. 1979’da kurucularından biri olduğu rejim, böyle bir anlaşma sonrasında özünü koruyamayabilir.
İkincisi, herhangi bir anlaşma Trump’ın kendi ekibi içinde dikkatle incelenecek ve tartışmalara yol açacaktır. Böyle bir anlaşma, halk desteğinin aşınması ve bölgesel müttefiklerinin zayıflaması nedeniyle büyük ölçüde güç kaybeden İran’a can simidi atmak gibi görülebilir. Trump’ın çevresindeki İran karşıtı şahinler ise farklı bir yaklaşım önerebilir: İran’a sürekli darbeler indirerek onu zayıf tutmak ama aynı zamanda yeniden yapılanmasına yardımcı olabilecek bir anlaşmaya varmadan nükleer silah girişiminden vazgeçirmek.
Üçüncüsü, İsrail’in Trump ile İran arasında yapılacak bir anlaşmaya razı olması durumunda, bunun karşılığında başka büyük talepleri olabilir. Örneğin, Filistinlilerle olan çatışmasında daha fazla taviz isteyebilir. Trump’ın, Netanyahu tarafından da desteklenen Gazze’ye yönelik etnik temizlik planları böyle bir oyunun sadece ilk aşaması olabilir.
Ancak Suudi Arabistan gibi bölgenin güçlü Arap ülkeleri bu planlara kesin bir şekilde karşı çıkıyor ve muhtemelen bu tutumlarını sürdürecekler. ABD, bölgesel desteği olmadan Orta Doğu’da geniş kapsamlı anlaşmalar yapamaz.
Dördüncüsü, İran ile yapılacak herhangi bir anlaşmanın, nükleer meseleyle ilgili teknik zorlukların yanı sıra, ABD’nin diğer kaygılarını da ele alması gerekecek. Bunlar arasında İran’ın bölgedeki müttefiklerini içeren “Direniş Ekseni” ve balistik füze programı da bulunuyor. Bu konuların ele alınması ise sabır ve ayrıntılı müzakereler gerektiriyor.
Trump yönetimi, Obama döneminde 2015 İran Nükleer Anlaşması’yla sonuçlanan yoğun müzakereleri yürütecek yeterli kadroya, sabra ve dirayete sahip mi? Görüşmeler uzarsa, İsrail süreci sabote edip doğrudan saldırıları mı tercih edecek? Trump’ın sert pazarlık tarzı Tahran’a işlemeyecek mi, yoksa müzakereleri başlamadan çıkmaza mı sokacak? Bu sorular, herhangi bir müzakere sürecinin üzerinde bir gölge gibi duracak.
Zorluklar aşılabilir
Bu engeller ne kadar zorlu olsa da hiçbiri aşılamaz değil. Hamaney üzerindeki iç baskı, onu bir anlaşmayı kabul etmeye zorlayabilir. Trump’ın ekibinde, Başkan Yardımcısı JD Vance gibi, rejim değişikliği politikalarına oldukça şüpheyle yaklaşan ve anlaşmaya karşı çıkanlara karşı denge unsuru olabilecek birçok üst düzey isim var.
Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri, Trump’ın Filistin konusundaki tartışmalı planlarını dizginleyebilir ve bu konuyu İran müzakerelerinden bağımsız hale getirebilir. Son olarak, Trump, belki de Orta Doğu özel temsilcisi Steve Witkoff’un himayesinde, müzakereleri yürütmek için alışılmadık yollar bulabilir.
Orta Doğu ve Trump yönetimi söz konusu olduğunda öngörüde bulunmak çok kolay değil. Ancak İran’a yönelik askeri saldırı tehditleri yakın gelecekte artsa bile Trump yine de Tahran ile bir anlaşmaya varmayı tercih edecektir.