Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Türkiye’nin kendi çıkarlarını da etkilemesine rağmen Husilerin saldırılarını durdurma amacıyla kurulan Refah Muhafızı Operasyonu’na neden katılmadığını inceliyor:
***
Türkiye neden ABD’nin Husilerle çatışmasına katılmıyor
Mehmet Alaca
Bölgesel çatışmalara karışmak istemeyen Türkiye; Kızıldeniz’de ABD öncülüğünde kurulan yeni deniz koalisyonuna katılmaktan kaçındı. Deniz misyonu, daha çok Husiler olarak bilinen Yemen’deki Ensarullah hareketinin İsrail bağlantılı gemilere yönelik saldırıları karşısında deniz taşımacılığını korumak amacıyla geçen ay kuruldu. Ankara’nın bu girişime katılması pek olası görünmüyor, bunun yerine çeşitli muhataplarıyla ilişkilerini dengelemeyi tercih ediyor. Türkiye ayrıca açıkça Husi yanlısı ya da karşıtı bir blokta yer almaktan ve Filistin yanlısı konumunu bir kenara bırakmaktan çekiniyor.
Yeni denizcilik koalisyonu
Gazze’de ateşkesi zorlamak için başlatıldığı düşünülen, İsrail bağlantılı gemilere yönelik haftalar süren Husi saldırıları şimdiden bölgesel güvenliği ve dünya ticaretini etkilemeye başladı. Yemenli grup Ekim 2023’ten bu yana Kızıldeniz’de ve stratejik Bab el-Mendeb Boğazı’nda yaklaşık 30 saldırı girişiminde bulunarak dünyanın önde gelen denizcilik şirketlerinden bazılarının rotalarını yeniden çizmelerine neden oldu. Kızıldeniz, tüketim malları ve enerji için dünyanın en işlek nakliye hatlarından birine ev sahipliği yapıyor. Küresel ticaretin yaklaşık %12’si Yemen’in batı kıyısındaki su yolundan geçiyor ve yılda yaklaşık 1 triyon dolar değerinde mal taşınıyor.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin tarafından geçen ay açıklanan ‘Refah Muhafızı Operasyonu’na başlangıçta on ülke katıldı. Ancak birkaç gün içinde Fransa, İtalya ve İspanya, bölgedeki güvenlik girişimlerini destekleyeceklerini ancak ABD komutası dışında özerk hareket edeceklerini söyleyerek geri çekildi. Bu arada Kızıldeniz’e kıyısı olan hiçbir ülke resmi olarak misyona katılmazken Bahreyn misyonda yer alan tek Arap üye oldu.
Koalisyonla ilgili soru işaretlerinin arttığı bir dönemde Pentagon, 21 Aralık’ta 20’den fazla ülkenin koalisyona katıldığını iddia etse de pek çok hükümet sözde katılımlarını gizli tutuyor. Açıklanmayan koalisyon üyeleri arasında Kızıldeniz’e kıyısı olan bazı devletlerin de olabileceğine dair spekülasyonlar var.
Ankara’nın çifte çıkmazı
ABD’nin askeri müttefiki ve NATO üyesi olmasına rağmen Ankara, Kızıldeniz’deki herhangi bir girişime mesafeli duruyor gibi görünüyor. Türkiye ve Yemen arasında Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanan derin tarihi bağlar var. Yakın geçmişte Ankara-Sana ilişkileri hem 1990’da Yemen’in kuzey ve güneyinin birleşmesinin ardından hem de 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara gelmesinden sonra gelişti. Bu bağlar Türkiye’yi Yemen’de temkinli bir yaklaşıma itiyor.
Türk politikasının bir diğer büyük itici gücü ise İran ve Suudi Arabistan ile olan kırılgan ancak hayati ilişkiler. Bu iki bölgesel güç merkezi Yemen’deki çatışmada farklı tarafları desteklerken -Riyad uluslararası alanda tanınan hükümeti destekliyor ve Tahran Husilere yakın- Ankara her iki bölge devletiyle ilişkilerini korumak için dikkatli bir diplomatik yaklaşım geliştirdi.
Türkiye dengeli bir tutum sergileyerek uluslararası alanda tanınan Yemen hükümetini destekliyor. Ancak Husilerin Sana’yı ele geçirmesinin ardından Ankara, Yemen hükümetini yeniden iktidara getirmek için 2015 yılında Suudi Arabistan öncülüğünde başlatılan askeri müdahaleye katılmadı. Ankara aynı zamanda Yemen’deki çatışmayı sona erdirecek kapsamlı bir barış anlaşmasına varılmasına yönelik çabaları da destekledi. Geçen sonbaharda Türk Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın ev sahipliğindeki görüşmeleri memnuniyetle karşıladı ve “kardeş Yemen’in ulusal birliği ve toprak bütünlüğüne” desteğini yineledi.
Ankara’nın tutumu kısmen Riyad ile gelişen ilişkilerini koruma arzusundan da etkileniyor. İkili ilişkiler, muhalif Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2018 yılında Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki konsolosluğunda öldürülmesinin ardından dibe vurmuştu. Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkesindeki ekonomik krizin ortasında zengin Körfez Arap ülkesine yönelmesiyle ilişkiler son dönemde ısındı. Suudi Arabistan da Türkiye’nin bu yaklaşımına karşılık vererek savunma sanayisini güçlendirmek için harekete geçti. Ankara ve Riyad Temmuz 2023’te aralarında Türk insansız hava araçlarının satışının da bulunduğu çeşitli anlaşmalar imzaladı.
Suudi Arabistan’ın da ‘Refah Muhafızı Operasyonu’na katılma konusunda isteksiz olduğu göz önüne alındığında -özellikle Husilerle olası bir barış anlaşmasını raydan çıkarmaktan kaçınmak için- Türkiye, ABD liderliğindeki koalisyona katılarak Krallık ile halihazırda güçlü olan ilişkisini torpillemek ve potansiyel olarak Yemen barış görüşmelerini tehdit etmek istemiyor.
Türkiye ayrıca İran ile ilişkilerini göz önünde bulundurarak pozisyonunu ayarlıyor. Amwaj.media’nın daha önce bildirdiği gibi, İslam Cumhuriyeti, Husilere askeri destek ve özellikle de gemisavar füzeleri sağlıyor. Bu destek, İran’ın bölgede güç projeksiyonu sağlama stratejisinden kaynaklanıyor. İran, uzun süredir Husileri destekliyor ve Yemenli hareketin eylemlerini övüyor olsa da Kızıldeniz’de gemilerin hedef alınmasında herhangi bir ilgisi olduğunu reddetti.
Daha büyük resim ise Ankara’nın İran destekli hareketlerin bölgedeki etkisinden rahatsız olduğu yönünde. Türkiye, Irak ve Suriye gibi yerlerde İran’a yakın silahlı gruplarla çatıştı. Güney Kafkasya’da da Ankara ile Tahran arasında gerginlikler var. Bu çerçevede Türkiye, ‘Refah Muhafızı Operasyonu’na katılarak İran ile mevcut gerilimlere yeni bir boyut eklemekten kaçınmak istiyor.
Filistinlilere Destek
Türkiye’nin ABD öncülüğündeki deniz koalisyonuna katılma konusundaki tereddüdü, Husilerin deniz saldırılarını Filistin davasına destek olarak başarılı bir şekilde pazarlamasından da kaynaklanıyor. Ankara, hem ülke içinde hem de uluslararası alanda önemli bir gösterge olan “Gazze yanlısı” imajını korumak istiyor. Dolayısıyla İsrail’e destek olarak yorumlanabilecek herhangi bir eylem siyasi olarak zarar verici olacaktır.
Türkiye’nin Filistinlileri destekleyen söylemleriyle öne çıktığı da göz ardı edilmemeli. Ekim 2023’te, Filistinlilerin İsrail’e sürpriz saldırısının ardından Gazze savaşı patlak verdiğinde Erdoğan, “Hamas bir terör örgütü değil, topraklarını ve halkını korumak için savaşan bir kurtuluş grubudur” dedi. Buna karşılık Türkiye Cumhurbaşkanı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu “Gazze kasabı” olarak tanımladı. Türkiye, ABD liderliğindeki deniz misyonuna katılarak bu konumunu baltalamak ve zımnen de olsa İsrail yanlısı olarak algılanmak istemiyor.
Daha da önemlisi Ankara, bırakın ‘Direniş Ekseni’ni, Husi kampının bir parçası olarak bile görülmek istemiyor. İran liderliğindeki bölgesel ittifak ağı, Husiler ve Hamas’ın ötesinde Lübnan Hizbullah’ını, Irak’taki Şii silahlı grupları ve Suriye hükümetini bir araya getiriyor. Erdoğan, İngiliz ve ABD’nin Yemen’e misilleme niteliğindeki hava saldırılarını hâlâ kınayarak, ‘Kızıldeniz’i kan gölüne çevirmeye hevesliler’ dedi.
Husiler ve Hamas’ın ötesinde, İran liderliğindeki bölgesel ittifak ağı Lübnan Hizbullah’ını, Irak’taki Şii silahlı grupları ve Suriye hükümetini bir araya getiriyor. Yine de Erdoğan, Yemen’deki misilleme niteliğindeki İngiliz ve ABD hava saldırılarını kınadı ve “Kızıldeniz’i kan gölüne çevirmek istiyorlar” dedi.
Türkiye, Yemen dışında dengeleme çabası kapsamında Husilerin İsrail’i insansız hava araçları ve füzelerle hedef almasına ve İsrail ile ABD’nin Irak ve Suriye’deki İran destekli silahlı gruplara yönelik saldırılarına sessiz kaldı.
Devam eden güvensizlik
Ankara, bölgedeki mevcut durumun kırılganlığının ve hızla daha geniş çaplı bir yangına dönüşebileceğinin farkında. Gazze’de devam eden savaşın ortasında Husilerin asimetrik saldırıları bölgesel ticareti giderek daha fazla tehdit ediyor.
Devam eden güvensizlik küresel tedarik zincirlerini etkiliyor. Dünyanın en büyük nakliye firmalarından bazıları ticareti Afrika’nın güney ucundaki Ümit Burnu’na yönlendiriyor ve Süveyş Kanalı’ndan kaçınıyor. Bu durum, Ankara’nın kanalı kullanan nakliye rotalarına yakınlığından faydalanan Türkiye’nin ticaretini de etkiliyor.
Kızıldeniz’deki krizin uzaması, Doğu Akdeniz’deki limanlardaki konteyner sayısını azaltarak ve navlun maliyetlerini artırarak Türk çıkarlarını etkileyecek ve Ankara için ekonomik belirsizliğin olduğu bir dönemde mali strese neden olacaktır. Bu nedenle Türkiye Gazze ve Kızıldeniz krizlerinden kaynaklanan hasarı en aza indirmeye ve ticareti elinden geldiğince desteklemeye çalışıyor. Örneğin 4 Aralık’ta bir Husi mermisinin isabet ettiği Panama bandıralı 9 numaralı konteyner gemisi Türkiye’nin Yalova limanında tamir edildi.
Bölgedeki muhataplarının çeşitli itme ve çekme çabalarına rağmen Türkiye yeni bir çatışmanın içine girmek istemiyor. Bu nedenle hem ‘Refah Muhafızı Operasyonu’na hem de Husilere ve gemilere yönelik saldırılarına mesafeli duruyor. Ankara doğrudan bir güvenlik tehdidi algılamadığı sürece karmaşık denge oyununu sürdürmeye çalışacaktır.