GÖRÜŞ

Yeni “uzun telgraf”

Yayınlanma

Britanya’nın eski Moskova Büyükelçisi David Manning (1990-1993) ve Blair hükümetleri boyunca başbakanlık özel kalem müdürü Jonathan Powell (1995-2007), Financial Times’e, Rusya’ya “Kennan planı” çerçevesinde yaklaşmak gerektiğini yazdılar.

Yeni bir “telgraf” hikâyesi.

George Kennan akıllı, ama obsesif ve dahası ikinci sınıf bir diplomattı, ancak 1946’da Amerikan dışişlerine yazdığı mektup (“uzun telgraf”), “soğuk savaşın” yol haritası oldu. İlginçtir bu, yeterince çapsız bir veya bir grup adamın arzularının zamanın ruhuyla örtüştüğünde nasıl ideolojik postüla haline geldiğini gösterir.

Kennan, Sovyet yönetiminin Orta ve Doğu Avrupa’da genişleme emelleri güttüğünü ileri sürüyordu. Düpedüz demagojik, zira emel filan yoktu, tersine Yalta vardı; ama konuşmaları belgeli de olsa işine geldiğince unutmak bir Amerikan klasiğidir. “Uzun telgraf” bu “emellere” buna karşı koymak için “çevreleme” siyaseti öneriyordu. Aslında Kennan bunu hep yapıyordu, ta 1930’ların ortasından beri (o sırada Moskova’da, elçilikte çalışıyordu); ama bu ikinci sınıf diplomatın hezeyanları ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eksiksiz kabul gördü.

Financial Times’in yazarları da bugün dünyanın “iktidarını ve nüfuzunu ABD’nin ve onun ortaklarının zararına genişletmeyi hedefleyen yeni bir Rusya lideriyle” karşı karşıya bulunduğunu ileri sürüyorlar. İlki, malûm, Stalin’di. Yeni “uzun telgrafın” müellifi bu iki diplomata göre bugün de tıpkı 1946’da olduğu gibi “laf dinlemeyen Rusya ile birlikte yaşama ve onu çevreleme yolunu bulmak zorundayız”.

Ve gene tıpkı ilkinde olduğu gibi ikinci “uzun telgraf” da kuvvet kullanma kararlılığını gösterme çağrısında bulunuyor, zira (ikincisinin yazarlarına göre) Kennan “uzun telgrafını” bugün yazsa, ABD’nin Putin’in siyasetine karşı koymak zorunda olduğunu vurgulardı; ne ki bugün fark, “çelik yumruk göstermenin” yetersiz olması. Gene de bu ilginç bir nokta, şundan ötürü: yazarlar, Rusya’nın tarihi endişelerini yansıtan “bu derin problemlere bir çözüm bulmamız gerektiğini” söylüyorlar. Onlara göre “uzun telgrafın” argümantasyonu hâlâ doğru: Rusya vatandaşlarının kimileri batının soğuk savaştan beri kendilerini yok etmek istediğine “içtenlikle” inanıyorlar. “Çözüm” bunu gözetmeli, ama aynı zamanda “Ukrayna’nın ve Rusya’nın diğer komşularının egemenlik ve toprak bütünlüğüne zarar vermemeli”.

İki yazara göre, tıpkı Kennan’ın Stalin hakkında dediği gibi, Putin’in de “batıya düşmanlığı Rus insanlarının gerçek dünya görüşünü yansıtmıyor”; bu yüzden “onlara” (yani Rusya halkına) “Rusya’nın geleceğinin Putin’in Çin’le ‘eşitsizler ittifakında’ çok daha zayıf ortak olarak bir Rusya değil, ama büyük bir Avrupa ülkesinin geleceği olduğuna inandığımızı göstermeliyiz.” Önemli; Kremlin ve kitleler arasındaki rıza bağını koparmak için Rusya halkını Çin’e bağımlılıkla korkutmaya çalışıyor.

“Çelik yumruğun” yetersizliği argümantasyonu da böylece sonuca varıyor; iki yazar Rusya ve ABD’nin ilişkilerini düzeltmek için şunları öneriyorlar:

— soğuk savaş sırasında en yüksek seviyede siyasi diyalog yürütülebilmesine imkân sağlayan Helsinki sürecinin devamı (Helsinki süreci ve anlaşması Sovyetler Birliği’nin, en çok da Gromıko’nun diplomatik başarısıydı);

— NATO ve Rusya arasında yeni ilişkiler kurulması;

— START 3 anlaşmasının uzatılması ve süresi dolmuş olan Avrupa’daki konvansiyonel silahlı kuvvetler sözleşmesine dönülmesi.

Üç madde Rusya karşısında siyasi geri çekilme anlamına gelmiyor. Sadece START 3 anlaşmasının dondurulmasının ve en genelde de nükleer tehdidinin ABD için bir varoluş meselesi olduğunu, bu nedenle asgari diplomatik kanalları açık tutma ihtiyacını gösteriyor. Rusyalı senatör Aleksey Puşkov, Putin’in federal meclis konuşmasının ardından batıdan gelen şaşkınlık mesajlarını yorumlarken bunu yeterince açık ifade etmişti: “Amerikalıların müttefikleriyle birlikte Rusya’yı stratejik bozguna uğratma yolunu tuttuklarını ilan ettiklerinde iyi düşünmeleri gerekirdi. Esas soru, bugün neden Moskova’nın cevabına şaşırdıklarıdır. Amerikalılar tek taraflı eylemlerine tepki göstermememize alışmışlar. Şimdiyse kendileri için en önemli alanda, nükleer güvenlik alanında cevap veriyor olmamızdan hoşnutsuzlar.”

Demek ki temel vasıta, çatışmayı doğrudan kendisine sıçratmamaya çalışırken “çelik yumruk”.

İki yazara göre, tıpkı Kennan’a göre Stalin’in emperyalist kamptaki (nihayetinde emperyalist bir savaşa ve devrimci bir sarsıntıya varması beklenen) ihtilafları kullanmasında olduğu gibi, Putin de “batı demokrasilerinin yozlaştığına ve yıkıma mahkûm olduğuna inanmak istiyor”. İlginç bir ideolojik benzeştirme doğrusu. Stalin açıkça emperyalist kamp açısından bir varoluşsal tehlikeyi temsil ediyordu; iki yazar bugün de Putin nezdinde benzer bir varoluşsal tehlikeye gönderme yapıyorlar. “Hür dünyayı” hep birden ayağa kaldıran, işte bu varoluşsal tehlike.

İki yazar, Putin’in 24 Şubat arifesinde “Ukrayna’yı hızla ele geçirmeyi planladığını”, bu sırada batıdan ciddi bir direniş beklemediğini ileri sürüyorlar. Yazarlara göre ABD’nin Afganistan’dan kaçışı Kremlin’de ABD’nin zayıflığına dair yanılgıyı güçlendirdi. Oysa iki yazarın bu iddiası da düpedüz yanlış, zira ABD’nin Afganistan kaçışı sadece iki anlama geliyordu: 1) El Kaide, IŞİD ve Taliban aracılığıyla Orta Asya ülkelerinde Rusya’nın müdahale etmek veya stratejik yoğunlaşma yapmak zorunda kalacağı kargaşaların kapısını aralamak; 2) bundan sonraki çabalarını Ukrayna’ya yoğunlaştırmak.

Gene de iki yazarın haklı olduğu bir nokta var: Rusya’nın 24 Şubat arifesinde batı bloğunun bu derece “kenetlenmesini” beklemediği doğru; Avrupa’nın siyasi bağımsızlığını korumaya çalışacağını ve geleneksel sanayi sermayesinin yeşil vb. savaş kışkırtıcılığına direneceğini düşünüyorlardı. Kremlin bunda tümüyle yanıldı. İki yazar bu yanılgıya dayanarak Kennan’ın postülasını tekrar ediyorlar: “SSCB’ye” (yani bugün Rusya’ya) “karşı koyuşun başarısı batı dünyasının göstereceği kenetlenmeye, metanete ve enerjiye bağlıdır.” Ama gene yanılıyorlar, çünkü arada büyük bir fark var: 1946, kapitalizmin altın çağına geçişin eşiğiydi ve bu çağ, Sovyetler Birliği ile stratejik bir karşı karşıya gelişle birlikte Sovyetler Birliği’nin dünyaya tanıttığı sosyal kazanımların önemli bir bölümünün benimsenmesiyle de sonuçlanmıştı. Oysa bugün altın çağ değil yozlaşma ve diktatörlük eğilimleri öne çıkıyor; bu yüzden karşılaştırma yapılacaksa 1946’yı değil 1936’yı nirengi noktası almak gerek.

İki yazar, Kremlin’in “renkli devrimle” yıkılabileceği beklentisini de tekrar ediyorlar. Ama Rusya’da sosyal çatışmanın olası sonuçlarından birazcık endişeliler de, zira Putin’in yerine “çok daha milliyetçi bir lider” geçebileceğinden korkuyorlar.

Batılı entelektüel (ve onun genellikle kopyası olan bizimki) tekrar ve klişelere, kavramları çarpıtmaya ve belirsizleştirmeye bayılıyor. Çokça yazdım şunu: Kremlin “milliyetçi” değildir. Rusya’nın çok-uluslu ve çok-inançlı bir ülke olduğunun altını devamlı olarak çizer ve buna tehdit teşkil edebilecek bütün siyasi organizasyonları da takibat altında tutar. İki yazarın kastettiği, bu yüzden, milliyetçilik değil, sadece (gene onların pek sevdiği amiyane tabiri kullanmak gerekirse) “şahinlik”. İki yazar, “askeri bloktan” korkuyorlar; dolayısıyla (24 Şubat’tan önce neredeyse hep dolaysız, ama bugün dolaylı olarak büyük burjuvaziden, yani emperyalizmle bir çevre ülkesi olarak ilişki kurmaktan) yana olan “mali bloğa” karşı “askeri blok” hızla güçlenebilir, şu nedenlerle: 1) devlet ideolojisi olarak yurtseverlik ve sosyal adaleti savunuyor olması, 2) büyük burjuvazinin geriletilerek orta ve küçük burjuvazinin kalkınmasını savunuyor olması; 3) bu iki nedenle solla ilişki kurmasının çok daha kolay olması.

Demek ki iki yazar, gerçekte, daha büyük bir tehlike karşısında daha küçük bir tehlikeyi yönetilebilir kılmaya çalışmak gerektiğini savunuyorlar.

Öte yandan iki yazar, gene “uzun telgrafa” dönerek, ABD’nin “BM Genel Kurulu tarafından onaylanmış” kendi koalisyonunu kurması gerektiğini söylüyorlar. Bu ne demek? BM Genel Kurul kararları sadece tavsiye niteliği taşır; bu kararlara dayanarak “koalisyon” kurmak (burada kastedilen kuşkusuz ki askeri-siyasi paktlar) açıkça BM hukukunun ihlali demektir. Bu, troykanın yapmadığı bir iş değil; Irak’ın yok edilmesi için hep birden ayağa kalktıkları beri yeni dünya düzeninin temelini bu oluşturuyor zaten: kukla rejimler çeşitli yollarla satın alınır (çoğu durumda satın almaya da gerek yoktur) ve gelsin oylar.

Peki neden bu öneri? Hemen arkasından gelen kapanış cümleleri yüzünden önemli: iki yazara göre diğer sebeplerin yanısıra Rusya’nın başlıca müttefiki Çin’in güçlenmesi yüzünden küresel ticaret şartları yeniden değerlendirilmeli.

Bu, yeniden paylaşım demektir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version