Bu satırlar kaleme alındığı sırada İsrail’in Gazze kara operasyonun başlamak üzere olduğu konuşuluyordu. Yom Kippur Savaşı’nın ellinci yıl dönümünde (7 Ekim 1973) uğradığı baskın ve binden fazla zayiatın ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtı ihtimallerden birisi olmaktan çıkmış ve ne zaman yapılacağı tartışılır hale gelmişti. Ayrıca Hamas baskınının ilk saatlerinden itibaren başta Amerika ve Batı dünyasının tam kadro ve kayıtsız-şartsız bir şekilde İsrail’in yanında olduğunu açıklaması Tel Aviv’i kara harekâtı konusunda iyice cesaretlendirmiş görünüyor. Bundan sonra kara operasyonunu ancak bir mucize durdurabilir.
HAMAS BASKINI, İSRAİL ZAYİATI
KOLLEKTİF BATI’NIN KOLLEKTİF ÇILGINLIĞI VE KOLLEKTİF İKİ YÜZLÜLÜĞÜ
Hamas baskını muhtemelen İsrail askeri tarihinin en kötü günlerinden birisi olarak hatırlanacaktır. Sovyetler Birliği askeri danışmanlarının yardımları ve Moskova’nın geniş çaplı askeri desteğiyle Mısır ve Suriye’nin, İsrail’e karşı profesyonelce hazırlanıp eş zamanlı olarak başlattıkları ve yaklaşık üç hafta süren Yom Kippur Savaşında (7 Ekim 1973) İsrail toplamda 2500-2600 civarında kayıp vermişti. Bu savaşta Enver Sedat ile Hafız Esat liderliğindeki Mısır ve Suriye Sovyetler Birliği ile yakın askeri ilişkileri sayesinde elde ettikleri askeri güç ve Moskova’nın sağladığı istihbarat ve danışmanlık ile kendi ordularının gösterdiği üstün başarı sayesinde savaşın ilk iki gününde 1967 savaşında İsrail’e kaybettikleri topraklarının tamamını geri almayı başarmışlardı. Örneğin Mısır ordusu işgal altındaki Süveyş kanalının doğusuna bir gecede seksen bin askeri geçirmeyi başarmış, Kanal’ın doğusundaki İsrail kuvvetlerini püskürterek aşılmaz diye düşünülen Bar-Lev hattını yarmıştı. Suriye birlikleri de Golan bölgesinin tamamını geri almayı başarmışlardı.
Amerika’nın doğrudan cephe hattına yoğun askeri malzeme göndermesiyle savaş dengelenip İsrail lehine dönerken Sovyetler Birliği de aynı şekilde Mısır ve Suriye ordularını kurduğu hava köprüsü ile ağır bir yenilgiden kurtarmış ve adeta savaş berabere bitmişti; ancak İsrail, tarihinde ilk defa Arap orduları karşısında bocalayıp yok olma tehlikesinin çok yakın olduğunu gördüğü için daha sonra Amerika’nın da baskıları ile Camp David Antlaşmalarını kabul etmişti. Türkiye ise 1964 yılında belirlediği yeni dış politikasına uygun bir şekilde Arapların meşru haklarına destek vermiş, savaş öncesinde, sırasında ve sonrasında İncirlik Üssü’nün Amerikan uçakları tarafından keşif amaçlı bile kullanılmasına izin vermemiş; böylece Suriye hariç bütün Arap devletleri ile 1950’lerde bozulan ilişkilerini tamir fırsatı bulurken bütün bunları İsrail’i kendisine düşman etmeden yapabilmişti.
Hamas saldırısının Yom Kippur’un yıl dönümünde gerçekleştirilmesine şimdilik ilginç demekle yetinelim; çünkü normalde Hamas gibi radikal İslamcı örgütler hiçbir zaman laik-seküler karakterli Enver Sedat ve Hafız Esat gibi yönetimlerin askeri başarılarına sahip çıkmamışlardı; ama bu defa muhtemelen 7 Ekim 1973’de İsrail’in bayramın ilk gününde nasıl gafil avlandığından ders çıkararak bu saldırıyı gerçekleştirdiler. Yom Kippur savaşında toplamda 2500-2600 civarında kayıp vermesi İsrail üzerinde muazzam bir psikolojik baskıya sebep olmuştu o yıllarda. Şimdi Hamas baskınıyla bir günde binden fazla kayıp vermesi ve sayıları tam belirlenemeyen yüzlerce rehineden söz ediliyor olmasının İsrail’in ne pahasına olursa olsun kara harekâtına karar vermesinde etkili olacağına hiç şüphe olmasa gerektir; çünkü bu kadar kayıptan sonra herhangi bir ateşkesi kabul edecek hükümet ve politikacı İsrail’de siyasi olarak hayatta kalamaz.
Öte yandan yapacağı kapsamlı bir operasyon İsrail açısından çok daha büyük kayıpları beraberinde getirebilir. İsrail Gazze’nin kuzeyinde yaşayan bir milyonu aşkın insana derhal bölgeyi boşaltmalarını söylese de bu nüfusun gideceği pek bir yer yok gibi. Operasyon düzenleyeceği bölgeyi sivillerden arındırmaya çalışan İsrail burada karşısına çıkan herkesi ‘terörist’ olarak tanımlamaya çalışacaktır. Bu konuda özellikle Batı dünyasından kendisine yönelik ciddi eleştiriler gelmese de meskûn mahal operasyonunda epeyce zorlanması ve büyük kayıplar vermesi oldukça muhtemeldir. Yani kayıp verdiği Hamas baskınına cevap olarak başlatacağı bir operasyon daha fazla kayıp vermesine sebep olurken, iddia ettiği gibi Hamas’ın kökünü kazıması da pek mümkün olmayabilir. İsrail’in herhangi bir Filistin organizasyonuyla iki devletli bir çözümü sonuç getirecek bir şekilde müzakereye yanaşmaması sorunun esas kaynağı olmaya devam ettikçe ne Hamas’ın kökü kazınabilir ne de Hamas gibi örgütlerin ortaya çıkması engellenebilir.
HİZBULLAH VE DİĞER AKTÖRLER
İsrail’in başlatacağı kara operasyonuna Arap devletlerinin herhangi bir askeri cevap vermeyeceğine şimdilik kesin gözüyle bakabiliriz. Hamas’ın istisnalar hariç diğer Arap ülke yönetimlerine yönelik şiddetli eleştirileri ve diğer devletler tarafından tasvip edilmeyen İslamcı karakteri başta Mısır gibi İsrail ile diplomatik ilişkileri bulunan ve resmi diplomatik ilişkiler kurmaya hazırlanan Arap devletlerinin bu krizde Filistin halkı ve mücadelesi lehinde açıklamalar ve itidal çağrısı yapmakla yetinmelerine sebep olmuş durumda. Bu tavırlar ve politikaların İsrail’in Gazze operasyonundan gelecek vahşet görüntüleriyle artan bir eleştiriye sebep olsa da büyük ölçüde değişmeyeceğini düşünmek yerinde olur.
Öte yandan kendisini ‘Direniş Ekseni’ diye tanımlayan güçlerin merkezinde konumlandıran Hizbullah’ın kuzeyden cephe açıp açmayacağı üzerinde önemle durulması gereken bir değişken olma özelliğini koruyor. İsrail’in bugüne kadar kendisine yönelik bütün saldırılarını püskürtmeyi başaran Hizbullah’ın Hamas’tan katbekat daha güçlü silah sistemlerine sahip olduğunu ve askeri organizasyon yapısının İsrail’i korkutacak/ürkütecek düzeyde bulunduğunun altını çizmek gerekir. En son 2006 yılında İsrail’in Güney Lübnan’a yaptığı, çoğu zaman olduğu gibi aşırı orantısız güç kullandığı ve sivil/militan ayrımı yapmadığı operasyonu Hizbullah’ın nasıl püskürttüğü konuyu takip edenlerin hafızalarında hala canlılığını koruyor. O zaman elindeki füzelerle Tel Aviv dahil İsrail yerleşim yerlerini vuran ve daha ileri gidebileceğini gösteren Hizbullah’ın bugün itibariyle çok daha güçlü ve menzili uzun füzelere ve hava savunma sistemlerine sahip olduğunu varsaymak durumundayız. Dolayısıyla Hizbullah’ın kuzeyden cephe açması İsrail açısından işleri oldukça çetrefil hale getirebilir.
İRAN FAKTÖRÜ
Öte yandan İsrail hükümetinin ve özellikle Netanyahu’nun Amerika ve Kolektif Batı’nın desteğini tam olarak yanında bulmuşken İran’ı da içine katarak savaşı genişletmek isteyebileceği ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. İran’ın kolay lokma olmayacağını düşünerek bu ihtimalin az olduğunu düşünsek dahi Hizbullah’ın devrede olduğu çatışmaların gidişatına göre ABD ve İsrail’in nasıl hareket edebileceğine hükmetmek pek kolay değil. Her ne kadar bu yazının yazıldığı sırada Hizbullah daha güçlü İran ise daha zayıf bir ihtimal görünmekle birlikte tırmanacak krizin nasıl sonuçlara yol açabileceğini kestirmenin pek de kolay olmayacağı açık.
TÜRKİYE NE YAPMALI VE NASIL YAPMALI?
Krizin başından itibaren dengeli ve dikkatli bir tavır sergileyen Türkiye’nin bu çizgide kalması ulusal çıkarlar açısından elzem görünüyor. Yakın zamana kadar adeta düşmanca ilişkiler içinde bulunduğumuz ve bir anda Yunanistan’a kaptırdığımız Mısır ve İsrail ile normalleşme sürecimizin bu krizden zarar görmemesi fevkalade önemli. Yapılan açıklamalardaki İsrail eleştirilerinin dozunun belirli bir oranda tutulması ve içeriğinin İsrail’in Orta Doğu’da yaşama hakkını sorgulayan unsurlarla doldurulmaması olağanüstü bir öneme sahip. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Herzog arasındaki yapıcı diyaloğun sürdürülmesine özen göstermek gerekli. Yunanistan’ın pusuya yatarak tam kadro İsrail yanında yer alması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyük bir gayretle normalleştirdiğimiz İsrail ilişkilerini tekrardan ve toptan kopararak büyükelçimizi geri çağıracağımız ve Ankara’daki İsrail büyükelçisini de geri göndereceğimiz varsayımına dayanıyor. Yunanistan böylece tekrardan İsrail’e yanaşarak Türkiye’ye karşı ortak tavır oluşturmayı ve Doğu Akdeniz petrol ve doğal gaz sorunlarında Ankara’ya karşı Tel Aviv ile işbirliği yapmayı amaçlıyor. Buna izin vermemek ve hem Mısır hem de İsrail ile olan ilişkilerimizin bu krizden yara almadan çıkmasını sağlamak şart.
Türk yetkililerin Filistin sorununa iki devletli çözüm önerileri – fiilen ve coğrafya olarak İsrail’in izlediği yerleşimci politikaları yüzünden oldukça zorlaşmasına rağmen – oldukça yerinde ve dünyanın büyük bir kısmıyla uyum içinde. Bu açıklamaları yaparken Kıbrıs’ta 1974’den bu yana kan akmamasının sebebinin adada oluşturulan iki devlet sayesinde olduğuna da vurgu yapmakta fayda olabilir; çünkü bu krizin ardından hem İsrail hem de Arap ülkeleri nezdinde elde edeceğimiz prestiji Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması konusunda da fırsata çevirebiliriz/çevirmeliyiz.