Nijer’deki son darbenin ardından AB dışişleri ve savunma bakanlarının bu hafta durumla başa çıkmak için bir strateji tartışması ve birliğin Sahel bölgesine yaklaşımını yeniden değerlendirmesi bekleniyor.
EURACTIV’in elde ettiği AB’nin diplomatik servisi (EEAS) tarafından hazırlanan ve İspanya’daki gayri resmi bakanlar toplantısı öncesinde üye ülkelere dağıtılan notta, ‘Nijer’in tüm sınırlarında ciddi bir güvenlik baskısı olmasına rağmen nispeten doğrusal bir siyasi, iktisadi ve toplumsal yörüngede olması nedeniyle darbenin ilk başta birçok gözlemciyi şaşırttığı’ belirtiliyor.
Bilgi notuna göre, AB’nin baş diplomatı Josep Borrell’in üye ülkelere AB’nin ‘Nijer’e yaklaşımını nasıl uyarlaması gerektiğini’ ve ‘durumun nasıl geliştiğine bağlı olarak, AB’nin kalkınma yardımı, güvenlik göçü ve sınır yönetimi açısından nasıl bir pozisyon almaya hazır olduğunu’ sorması bekleniyor.
Şimdiye kadar, kötüleşen ilişkilere, bölge halklarının birçoğunun güveninin azalmasına ve tekrarlanan darbelere rağmen Sahel bölgesinde yer almaya devam etme konusunda AB içinde bir mutabakat vardı.
AB bakanlarının ayrıca, üç merkezi Sahel ülkesi askeri cuntalar tarafından yönetilirken, ‘alt bölgedeki çıkarlarımızı ve hedeflerimizi, özellikle güvenlik alanında (terörizmle mücadele, Vagner grubunun etkisine karşı koyma) ve düzensiz göçü kontrol etme konusunda en iyi şekilde nasıl koruyabileceğimiz’ üzerinde düşünmeleri bekleniyor.
EURACTIV’e konuşan bir AB diplomatı, “Bölgeyi terk etmemeli ve Çin ya da Rusya gibi üçüncü ülkelere bırakmamalıyız,” derken, AB’nin Sahel’deki güvenlik ve savunma politikasının rolü üzerine düşünülmesinin memnuniyet verici olduğunu ekledi.
AB’nin iç bilgi notunda, “Nijer’deki mevcut siyasi krizin sonucu hala belirsizdir ve diğer hususların yanı sıra ECOWAS’ın yaptırımlar, diyalog girişimleri ya da tam tersine güç kullanımı bakımından atacağı adımlara [ve] Afrika Birliği’nin bölgesel örgütü nasıl destekleyeceğine bağlı olacaktır,” deniyor.
Belgede, ABD’nin, AB’nin bu krizin yönetiminde ‘koordinasyonu derinleştirebileceği ayrıcalıklı bir ortak olduğu’nun da unutulmaması gerektiği savunuluyor.