SÖYLEŞİ
‘ABD’nin ateşkes planı uygulanabilir değil’
Yayınlanma
Yazar
Esra KarahindibaABD Dışişleri Bakanlığı Eski Başdanışmanı Vali Nasr, Harici’ye konuştu. Bu aşamada BMGK’da kabul edilen ateşkes planının uygulanabilir olmadığını söyleyen Nasr, “çünkü İsrail’in tutumu en iyi ihtimalle geçici bir ateşkes istedikleri yönünde, böylece rehineleri serbest bıraktırıp savaşa geri dönmek istiyor” dedi.
Johns Hopkins Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Orta Doğu Çalışmaları alanında profesör olan Nasr, özellikle İslam dünyasındaki politik gelişmeler üzerine yoğunlaşmaktadır. İran kökenli bir Amerikalı olan Nasr, ABD-İran ilişkileri ve ABD’nin Orta Doğu politikaları konusunda fikirlerine danışılan ve bu alanda öne çıkan isimlerden biridir.
Bir dönem ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Dış İlişkiler Politikası Kurulu üyesi olan Nasr, 2009-2011 yılları arasında ise ABD’nin Afganistan ve Pakistan Özel Temsilcisi Büyükelçi Richard Holbrooke’un Kıdemli Danışmanı olarak görev yapmıştır.
ABD dış politikasında etkili kuruluşlar olan Atlantik Konseyi’nin ve Dış İlişkiler Konseyi CFR’nin kıdemli araştırmacısı Nasr, The Dispensable Nation: American Foreign Policy in Retreat, The Shia Revival ve How Sanctions Work: Iran and the Impact of Economic Warfare kitaplarının yazarıdır.
Vali Nasr, Gazze’de ateşkes, iki devletli çözüm, ‘ertesi gün’ tartışmaları ve diğer bölgesel ve küresel gelişmeler üzerine gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘İsrail rehineleri serbest bıraktırıp savaşa geri dönmek istiyor’
Gazze, şu anda dünyanın her yanında bir numaralı konu. İnsanlar bir ateşkes bekliyorlar. Başkan Biden’ın önerdiği üç aşamalı ateşkes BMGK’da kabul edildi. Ancak aynı zamanda İsrail’in Refah’taki Filistinlilere yönelik saldırıları da devam ediyor. Beyaz Saray sözcüsü ise bunu askeri bir operasyon olarak görmediklerini söyledi. Pek çok farklı parametre var. Bu ateşkes planı bu denklemde nasıl uygulanabilir?
Ateşkese çok fazla odaklanıldığı konusunda size katılıyorum. Durumu sakinleştirmek ve Gazze’deki insani felaketi sona erdirmek için bu kesinlikle gerekli. Ama bu aşamada bunun uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Çünkü İsrail’in tutumu en iyi ihtimalle geçici bir ateşkes istedikleri yönünde, böylece rehineleri serbest bıraktırıp savaşa geri dönmek istiyor. İsrail’deki mevcut hükümetin sağ kanadı geçici bir ateşkes bile istemiyor. Sadece savaşı sürdürmek istiyor ve rehineleri savaş yoluyla serbest bırakmak istediğini savunuyor. Diğer yandan, Hamas ise kalıcı bir ateşkes istiyor. Yani ateşkesin savaşın sonunun başlangıcı olmasını istiyor. Ateşkesin ne anlama geldiğine dair pozisyonlar bile birbirine yakın değil. Uygulanma ihtimalinin çok zayıf olduğunu düşünüyorum.
‘Amerika’nın ateşkes sonrasına dair hiçbir planı yok’
Öte yandan Başkan Biden’ın önerdiği ateşkes planı Gazze’de ateşkes sonrası yönetimle ilgili bir öneri sunmuyor. ABD’nin bu konudaki tutumu nedir? Çünkü İsrail, tek bir Hamas üyesinin bile Gazze’de kalmasını istemiyor. Peki, ateşkes ya da savaş sonrasında Gazze’de Hamas’sız bir yönetim düşünülebilir mi?
Çok önemli bir konuya parmak bastığınızı düşünüyorum. Bölgede herkes sadece ateşkesi değil, ateşkesin ertesi gününü de düşünüyor. Ateşkesin ertesi günü halkın güvenliğini sağlamak gerekiyor. Sağlıktan eğitime, çöp toplamadan hizmet vermek anlamına geliyor. Bu aynı zamanda halka sağlık ve insani hizmetlerin sağlanması demek. Bunların hiçbiri Amerika’nın planında yok. Amerikalılar yalnızca ateşkesin kendisini bir amaç olarak düşünüyor. Ancak ateşkesten sonra ne olacağına dair hiçbir şey yok. Mevcut ateşkesin başarılı bir şekilde uygulanabileceği fikrinin gerçekleşmesini görmek bu yüzden çok zor.
‘Oslo süreci çerçevesinde iki devletli çözüm artık mümkün değil’
Peki ya iki devletli çözüm konusu? Hala bunun hakkında konuşabilir miyiz?
İsrail’in şu anki tutumu iki devletli çözümü kabul etmeme yönünde. İsrail halkının çoğunluğu bunu desteklemiyor. İsrail’deki mevcut hükümet de iki devletli çözümü kabul etmeyeceğini çok açık bir şekilde ifade etti. Başbakan Netanyahu’ya göre hiçbir zaman desteklemediler. Başbakan Netanyahu’nun en önemli koalisyon ortaklarından birine göre, Batı Şeria’yı tamamen İsrail’e ilhak etmeye kararlılar. Bu nedenle iki devletli çözüm fikri herkes tarafından paylaşılmıyor. Bu, Amerikalıların, birçok Arap ülkesinin ve birçok Filistinlinin kabul ettiği ancak İsrail’in kabul etmediği bir fikir. Peki bu iki devletli çözüm ne anlama geliyor? Muhtemelen Oslo süreci çerçevesinde artık mümkün değil. Çünkü İsrail’de çok fazla yerleşim birimi inşa edildi. Ve eğer iki devletli bir çözüm olacaksa, Batı Şeria’da, Filistinlilerin daha fazla kazanması veya kaybetmesi gerekmeden, yerleşim yerlerinin geri çekilmesi olmadan, nüfusların yan yana yaşamaya devam ettiği bir tür ortak egemenliğe sahip olmanın yaratıcı bir şekilde düşünülmesi gerekiyor. Ancak İsrail egemenliğiyle bir tür Filistin egemenliğinin mutlaka karışacağı kesin. Fakat biz hala bu fikirlerden çok uzağız, çünkü bırakın iki devletli çözümü, ateşkese bile ulaşamıyoruz.
‘Beklentim, İran’ın daha orta ama daha pragmatik bir muhafazakar adaya kayacağı yönünde’
Tabi ki Gazze bölgedeki en önemli konu ama farklı başlıklarımız da var. İran’da pek çok bürokratın yanı sıra üst düzey liderleri Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan hayatını kaybetti. İran’da Reisi sonrası dönemi nasıl görüyorsunuz? 28 Haziran’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beklentileriniz neler? Size göre en güçlü aday kim? Ve bu başkanlık seçimlerinin sonuçları İran’ın dış politikasını nasıl etkileyebilir?
Cumhurbaşkanı Reisi’nin en önemli rolü iç siyasetteydi. Özellikle İran’ın yaşadığı protestoların ardından ekonomiyi yönetmek, ülkeyi istikrara kavuşturmak, halkın koşullarını iyileştirmek için oradaydı. Dış politikada büyük bir rolü yoktu. Dış politika konusunda bir geçmişi yoktu. Çok güçlü bir dış politika görüşü de yoktu. İran ile Azerbaycan, Suudi Arabistan ve BAE gibi komşular arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde dışişleri bakanı çok önemliydi. Ancak onun politikaları artık sınır ötesinde İran’ın politikaları olarak temelde kabul edildi. Başkan Reisi’nin ölümünün İran’ın dış politikasının yönünü ne Gazze’ye ne bölge ne ABD ile ilişkiler ne de nükleer meselesi açısından doğrudan etkilemediğini söyleyebilirim. Onun en önemli etkisi yurt içindeydi. Cumhurbaşkanı Reisi’nin yönetiminde ciddi anlamda memnuniyetsizlik vardı. Ve gelecek yılın Haziran 2025’inde yapılacak başkanlık seçimleri beklentisi şimdiden gelişiyordu. Dolayısıyla asıl mesele, Başkan Reisi’nin etrafındaki ekibin başkanlığı sürdürüp sürdüremeyeceğidir. Ve bunu zor buluyorum çünkü şu anda aday olmak için kayıt yaptıran eski cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinajad’dan başka çok güçlü bir adayları yok. Ancak İran’da iç siyaseti istikrara kavuşturabilecek deneyime sahip, çok daha yetkin, tecrübeli, daha ılımlı, daha ılımlı muhafazakâr bir başkanlık getirilmesi konusunda İran’da en üst düzeyde bile önemli bir baskı var. Ve aralarında eski meclis başkanı ve Kıdemli Devlet Adamı Ali Laricani’nin de bulunduğu bazı büyük isimlerin şu anda kayıt yaptırmış olanları var. Tahran’ın belediye başkanı olan (Muhammed Bakir) Kalibaf da aday olacak. Sanırım sadece başkanlık seçiminin şeklinin ne olduğunu bileceğiz. Anayasa Koruma Konseyi tüm bu başvuruları inceledikten sonra hangilerini onaylayıp hangilerini reddedeceğine karar verir. Mesela İran’da Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın adaylığının onaylanmayacağı yönünde büyük bir beklenti vardı. Geçen sefer de onaylanmamıştı ve bu kez de onaylanmadı. Dini liderin tiyatro oyununda (onun adı) ilan edilmeyecek. Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olduğu dönem de onun için bir sorundu. Benim beklentim, olursa, daha orta, muhafazakar bir başkana kayış olacağı ama daha pragmatik bir muhafazakar, Laricani ya da Kalibaf gibi birisinin İran’ın cumhurbaşkanı olacağı yönünde. Yurt içinde idare etmek için daha iyi bir konumdalar, ancak bu kişilerin aynı zamanda İran’ın dış politikasında ABD’nin Amerika ile Gazze ve bölgesel konulardaki ilişkilerinde sadece tecrübeleri ve aynı zamanda duruşları nedeniyle daha büyük ses çıkarmaları muhtemeldir. Örneğin Başkan Ruhani’nin yaptığı gibi İran’ın dış politikasını etkilemeye çalışma olasılıkları daha yüksek.
‘ABD, İran’la gerilimi azaltmaktan yan’
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu toplantısında Avrupa ülkelerinin İran’ı kınamak istediği ancak Biden yönetiminin Avrupa ülkeleri nezdinde bu girişimi engellemeye çalıştığı belirtildi. Biden yönetimi İran’la yeni bir krizden kaçınıyor mu?
Evet, Biden İran’la bir krizden kaçınmaya çalışıyor. Biden yönetiminin son bir yıldaki politikası Ortadoğu’nun genelinde gerilimi azaltmak, Ukrayna’ya odaklanmak ve Çin’e odaklanmak, seçimlere odaklanmak zorunda. 7 Ekim, ABD’ye yönetim açısından Orta Doğu’da hoş karşılanmayan bir ilgi ve hareketlilik getirdi. Nisan ayının ilk 10-12 gününde füze takası ve İran’ın Şam Konsolosluğu’na saldırı nedeniyle İran ile İsrail doğrudan çatışmaya çok yaklaşınca çok endişelendiler. Biden yönetiminin çıkarı İran’ın sahip olduğundan daha fazla uranyum zenginleştirmemesi; İsrail ile gerilimin artmaması; Suriye ve Irak’taki Amerikan personeline yönelik saldırıları artırmaması… (Biden yönetimi) kriz yaratmak istemiyor. Avrupalılar ise farklı bir çizgide ilerliyor. Ancak protestolara karşı aldıkları tutumdan sonra gerçek şu ki Avrupa birçok açıdan İran’la her türlü ekonomik ilişkiyi kesti. İran, aslında Avrupa’nın ABD’den aslında bağımsız bir dış politikası olmadığını anladığı gerçeğine dayanırsa sonuçta İran ve Orta Doğu’ya gelince karar verici ABD’dir ve İranlılar temelde Amerikalarla görüşmelerine odaklanıyor, Avrupalılarla değil. Başkan Reisi’nin ölümünden birkaç gün önce Umman’da, Beyaz Saray’daki Orta Doğu’nun en üst düzey yetkilisi Brett McGurk ile o dönemde İran Dışişleri Bakanlığı’ndan sorumlu olan ve (bugün Bakanlığa vekalet eden) Bakan Yardımcısı Ali Bagheri arasında bir toplantı vardı. Bölgede gerilimi azaltma konusunda, nükleer meselede, Gazze’de, İsrail’de, Irak ve Suriye konusunda anlaşmalar yapıldı. Ve ABD temelde Umman’da yapılan anlaşmaya uymak istiyor ve Avrupalılar Umman’daki anlaşmanın bir parçası değildi.
‘Suudiler artık İran’a karşı Arap-İsrail ittifakı ile ilgilenmiyor’
Biden Yönetimi, İran meselesini bir kenara bırakırsak, İsrail’i de denkleme dahil ederek, aynı zamanda Suudi Arabistan’la ilişkilerini güçlendirerek Ortadoğu’daki varlığını dengelemeye çalışıyor. Yani Suudi Arabistan ve İsrail’in dengelemesi ve İran’la olan krizden kaçınmaya çalışması gerekiyor. Bu politikayı nasıl yorumluyorsunuz?
İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler geçen yıl önemli ölçüde gelişti. Bu temelde Biden yönetiminin bölgede büyük bir krizin yaşanmaması çıkarına hizmet ediyor. Şimdi 7 Ekim’den önce İsrail ile Suudi Arabistan arasında normalleşmenin sağlanmasını umuyorlardı. Aynı zamanda bölgede barış için çok daha geniş bir alan yaratacaklardı. Buradaki sorun öncelikle İsrail’in Filistin meselesinde Suudi Arabistan’a hiçbir şey vermek istememesi. Ve 7 Ekim sonrası, Gazze savaşı sonrası, 50.000 Filistinli öldürüldükten sonra, Arap dünyasının ya da Türk halkının her gün Gazze ile ilgili gördüğü bunca fotoğraftan sonra, Suudi Arabistan’ın bunu yapması kolay değil. İsrail’den çok büyük bir şey almadan ilişkileri normalleştirecek; bu da ateşkes ve iki devletli çözüme giden çok inandırıcı bir yol anlamına geliyor. İsrail bunu vermek istemiyor. Yani bu konu sıkışmış durumda. Öte yandan İsrail, tüm Arap ülkeleriyle ilişkiler kurabildiğini söylemek için Filistinlilere hiçbir şey vermeden aslında sırf meşruiyet adına Suudi Arabistan’la normalleşmeyi istiyor. Bildiğiniz gibi Suudi Arabistan en önemli Müslüman ülkesi, Mekke ve Medine’yi bünyesinde barındırıyor. Ama aynı zamanda İran’a karşı gerçekten bir Arap-İsrail ittifakı yaratmak istiyor. Suudiler artık bu tür bir ittifakla ilgilenmiyor çünkü Çin’in de dahil olduğu İran’la ilişkilerini yönetmeye yönelik bir formül buldular. Ve ilişkiler istikrarlı. Bir İsrail-Arap NATO’su yaratıp, öfkeli İran’a karşı cephede yer alan bir devlet olmak istemiyorlar. Dolayısıyla İsrail ve Suudi Arabistan’ın bu anlaşmadaki stratejik hedefleri ABD açısından aynı değil. ABD açısından Biden Yönetimi’nin seçim öncesinde İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki bu barışı kendisinin yarattığını iddia edebilmesinin iç siyasi avantajı var. Ama aynı zamanda Amerika ve Suudi Arabistan meselesinin İran’dan çok Çin’le ilgisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu Suudi Arabistan ile ABD arasında çok yakın bir stratejik ortaklık. Bu aslında Çinlilerin Suudi Arabistan’da özellikle teknoloji ve diğer konularda pek çok yatırım yapmasına kapıyı kapatacaktır. Ve bu anlaşmada Amerika Birleşik Devletleri için farklı türde bir stratejik mantık var ve bu da Amerika-Çin rekabetinin Orta Doğu’ya daha önce olduğundan çok daha büyük bir şekilde ulaştığını gösteriyor.
‘Çin ve Rusya, Arapların konumunu açıkça destekliyor’
Evet, Çin liderliğinin İran’a önceden haber vermeden Suudi Arabistan’a yaptığı ziyareti dikkate alırsanız, bu çok beklenmedik bir şeydi. Hatta İsrail’in Gazze’ye ve tüm Orta Doğu ülkelerine ilk saldırdığı Gazze krizi sırasında bile Arap ülkeleri Çin’i bölgeye dahil etmek istedi. Ne düşünüyorsunuz? Araplar ilk aşamada Çin’in bir çözüm getirebileceğini umarak Çin’i kendi tarafına çekmek istediler. Ama şimdi görüyoruz ki İsrail saldırısının üzerinden neredeyse sekiz aydan fazla zaman geçti ama Çin’den de somut bir şey göremiyoruz.
Kimsenin Çinlilerin herhangi bir şeyi çözebileceğini beklediğini sanmıyorum. Bu sorunu çözmek için her iki tarafın da olması gerektiğini biliyorsunuz. Her iki tarafı da etkilemeniz gerekiyor. İsrail üzerinde ABD dışında nüfuzu olan hiçbir ülke yok. Ve bunun bile artık pek bir etkisi olmadığı görülüyor. Çinlilerin İsraillileri politikalarını değiştirmeye ikna edebileceği fikri hiçbir zaman gerçekçi olmadı. Çinliler, İran üzerinde etkili. Çinliler, Suudi Arabistan üzerinde etkili. Çin, iki ülke de gerçekten bir çözüm istediğinde aralarında dürüst bir arabulucu rolü oynayabilirdi. Çinlilerin her iki ülke üzerinde de nüfuzu var ve topu oynatabilirlerdi. Yani hayır, aslında öyle bir ülke olduğunu düşünmüyorum… Dünyadaki bütün ülkeleri bir araya getirirseniz 172 tanesinin de İsrail üzerinde etkisi olamaz. Etki sahibi olan tek ülke var. Ve bugünlerde aslında İsrail’in Amerika üzerinde nüfuzu, Amerika’nın İsrail üzerindeki nüfuzundan daha fazla gibi görünüyor. Yani aslında söz sahibi olabilecek bir dış güç yok ama önemli olan Çin’in Birleşmiş Milletler’deki Arap pozisyonunu diplomatik olarak desteklemesidir. Temel olarak İsrail’in daha fazla izole edilmesine yardımcı olan Arap pozisyonunu destekliyorlar. Böylece, Arap dünyası ve Müslüman dünyası, üç büyük güç olan Çin, Rusya ve ABD’den en az ikisini safına çekmeyi başardı: Çin ve Rusya, Arapların konumunu açıkça destekliyor.
‘ABD, Irak ya da Suriye’den çekilmeyecek, aksine varlıklarını genişletecek’
Pekala, ABD’nin Irak’tan beklenen ger, çekilmesinden bahsedelim. Irak’ta hâlâ binlerce ABD askeri var. Bu geri çekilmedeki gecikmeyi oyalanma olarak yorumlayabilir miyiz? Irak’ta aslında ABD’nin geri adım atmasını istemeyen bir grubun olduğu iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Irak’ta kesinlikle ABD’nin geri adım atmasını istemeyen gruplar var; buna Kuzey’deki Kürtler de dahil, Irak hükümetindeki bazı unsurlar ve hatta Irak’taki merkezi hükümet de ABD’nin Irak’tan çekilmesini istemiyor. Ve ABD’nin artık Irak ya da Suriye’den çekileceğini düşünmüyorum. Aslında varlıklarının boyutunu artırmaya çalışacaklarını bekliyorum çünkü geçmişteki varlıklarının çoğu öncelikle IŞİD’le savaşmakla ilgiliydi ve daha sonra temelde her iki bölgede de İran’ın sahadaki konumunu kontrol altına almaya çalışmakla ilgiliydi, Irak’ta ve özellikle Suriye’de. Aslında Suriye’deki Amerikan varlığının artık IŞİD’le ilgili olmadığını düşünüyorum. Bence bu daha çok bir bahane. İran’dan Lübnan’a, Suriye’den geçen bağlantıyı kırmak için var. İran’ın Irak üzerinden uçan tüm bu füzeleri fırlattığı ve Suriye’de de füze yetenekleri geliştirdiği göz önüne alındığında, ABD’nin bu bölgelerden çekilmesi ve Irak ve Suriye’nin kolaylıkla İran’ın, İsrail’e karşı operasyonları için üs haline gelmesine izin vermesi pek olası değil. İşte bu yüzden diyorum ki, aslında muhtemelen Suriye ve Irak’taki varlıklarını genişletmeye çalışacaklarını düşünüyorum. Amerikalılar, İran’ın insansız hava araçlarını ve füzelerini durduran tüm bu hava savunma sistemlerinin Suriye ve Irak’ta kalmasını isteyecek. Ve diğer mesele şu ki, Ukrayna savaşı artık Rusya’nın lehine ilerliyor. Benim beklentim Rusya’nın Suriye’ye geri dönmeye çalışmasıdır ve Ruslar Harkiv’e saldırıyor ve tansiyonda bir artış görülürken, Amerikalılar artık Ukrayna’ya verilen uçaksavar füzelerinin Rusya içinde Rusya’ya karşı kullanılmasına izin vermiyorlar. Ruslar Amerikalılar üzerinde baskı kurmanın bir yolu olarak Suriye’deki ayak izlerini genişletmeye çalışabilirler. Artık Suriye ve Irak’ın sadece terörle ilgili olmadığını düşünüyorum. Suriye ve Irak ise Rusya ve İran’ın daha büyük meseleleriyle ilgili. Ve ABD’nin yerinde kalmasının daha büyük bir stratejik gerekçesi var.
İran – İsrail misillemeleri…
İsrail’den bahsetmişken, İran’ın İsrail tarafına yaptığı hava saldırısına İsrail’den hala kayda değer bir yanıt gelmedi. Beklemede mi sizce?
Hayır, bence İsrail karşılık verdi. İran’ın merkezindeki İsfahan’da, İran’ın derinliklerinde bulunan nükleer tesislerin çok yakınında bulunan bir askeri üsse füze attılar. Muhtemelen Irak ve İran sınırındaki bir F-35 savaş uçağından fırlatılmıştı. ABD’nin İsrail’in daha fazlasını yapmayacağından emin olmak için çok uğraştığını düşünüyorum. Yani bir yanıt verdi. Sanırım her iki ülke de hem İran hem de İsrail diğerine saldırma yeteneğini gösterdi, diğerine saldırmaya istekli olduğunu gösterdi. Ancak bu noktada aslında tam bir savaşın tırmanmasını istemediler.
Evet, bunu dikkate almadım çünkü bu büyük bir tepki olarak görülmüyor çünkü İsrail liderliği İran’dan intikamın nasıl alınacağı konusunda çok büyük laflar ediyordu.
Yani İranlılar da çok büyük laflar etti. Evet 300 füze fırlattılar ama İran’dan atmaya karar verdiler. Geleceklerini telgrafla bildirdiler. Aslında ABD’ye de bildirdiler, fırlatma başladığında dolaylı olarak da Mısır üzerinden İsrail’e anlattılar. Saldırının İsrail sınırlarına ulaşması altı saat sürdü ve bu da ABD ve İsrail’e onları vurmaya hazırlanmak için yeterli zaman verdi. Dolayısıyla İran’ın niyetinin mutlaka daha büyük bir savaş başlatacak bir şey yapmak olmadığını düşünüyorum; temelde İsrail’e şunu göstermekti: “Bakın, bunu artık kabul etmeyeceğiz, eğer yüzümüze yumruk atarsanız, şimdi biz de bunu yaparız”, “Sana karşılık vereceğim, bunu daha önce yaptın, insanlara suikast düzenledin, nükleer tesislere saldırdın, biz doğrudan saldırmadık.” İsrailliler de büyük bir saldırı başlatmadı ama yaptıkları saldırı önemliydi çünkü temelde daha az füzeyle ama İran’ın derinliklerinde, İran’ın ortasında ve nükleer tesislere çok yakın bir hedefi vurdular. Yani eğer onlar da mesaj verecek olsalardı, bu mesaj İran’ı çok etkili olabilecek yollarla vurma kapasitesine sahip oldukları mesajıydı ve de verildi. Yani bu durum açıkça iki ülke arasındaki hattı birbirine doğrudan saldırıya önemli ölçüde yaklaştırdı.
‘Kuzey Irak operasyonlarında asıl tehlike ABD ve Türkiye’nin karşı karşıya gelip gelmeyeceği’
Türkiye’nin “bu yaz Kuzey Irak’taki tüm terör unsurlarını temizleyeceğiz” dediği bir döneme girdik. Peki, ABD’nin hâlâ orada binlerce askerinin olduğu ve Ankara’nın hem Suriye’de hem de Kuzey Irak’ta terörist olarak gördüğü unsurları desteklediği göz önüne alındığında, Ankara’nın Kuzey Irak’taki terörle mücadele operasyonları nedeniyle ABD ile Türkiye arasında geçmişte olduğu gibi bir ayrılık yaşanacağını düşünüyor musunuz?
Mümkün. Bunu söylemek zor. Bu, Türklerin ne kadar derine ineceğine, ne kadar süreceğine, Kürt unsurlara karşı ne kadar saldırganlaşacaklarına bağlı. Ancak asıl tehlike Amerika’nın tepkisine bağlı olarak (ABD ve Türkiye’nin) birbirleriyle karşı karşıya gelip gelmeyecekleri.
‘Gazze savaşının seçimler üzerinde etkisi olduğu açık’
Biraz da ABD seçimlerinden bahsedelim. Birkaç ay sonra Kasım ayında seçime gideceksiniz. Ve Trump sus payı davasında suçlu bulundu. Bundan sonra ne olacak? Bu karar Trump’ın kampanyasını nasıl etkileyecek? Peki ABD başkanlık seçimlerinde Gazze katliamı da dahil olmak üzere ülkedeki son trendler sandıklara nasıl yansıyacak?
Tamamen yeni bir alandayız. Demek istediğim, ilk belirtiler Trump’ı destekleyenlerin Trump’ı desteklemeye devam ettiği ve Başkan Biden’ın bu karardan henüz bir destek alamadığı yönünde. Ancak zaman geçtikçe neler olacağını ve Trump yüzünden seçimle ilgili fikrini değiştiren bazı bağımsızların olup olmayacağını göreceğiz. Sorun şu ki, Başkan Biden ekonomiyle, popülariteyle ve yaşla birlikte kendi sorunlarıyla yüz yüze. Ancak Gazze savaşı aynı zamanda Demokrat Parti içinde kendisinden ve Gazze politikalarından son derece memnun olmayan önemli bir seçmen kitlesini de kızdırıyor. Bunlar gençler, azınlıklar arasında yer alan ilerici insanlar. Sonunda ona mı oy verecekler yoksa hiç oy vermemeye mi karar verecekler bilinmiyor. Ancak Gazze savaşının seçimler üzerinde etkisi olduğu açıkça görülüyor.
‘Amerikalılar bu seçimlerden memnun değil’
Ancak adaylar hakkında konuşurken diğerinden daha iyi bir seçeneğiniz yok.
İşte sorun bu. Sorun da tam olarak bu. Bu yüzden bu kadar öngörülemez. Çok sevilmeyen iki adayınız var. Her ikisi de Amerika’da çok yaşlı. Amerika genelinde insanlar genel olarak bu seçimlerden memnun değiller. Ancak insanların iki kötü tercihe nasıl tepki vereceğini tahmin etmek kolay değil. Çünkü her ikisi için de çekirdek tabanın dışında çok büyük bir coşku yok. Yani insanların coşkuyla Trump’a ya da coşkuyla Biden’a oy verdiğini bildiğinizi söyleyemezsiniz. Sorun hangisinin daha az popüler olacağı ve daha fazla sayıda insanın birine veya diğerine oy vermek yerine hiç oy vermemeye karar verip vermeyeceğidir.
‘Türkiye ya Rusya, Çin ve İran’la çalışarak ya da onlara karşı çalışarak Orta Asya’daki nüfuzunu genişletebilir’
National Interest’te bir makale okudum. Orta Asya ve Güney Kafkasya’daki Türk coğrafyasında artan Türk etkisini analiz ediyordu. Yazar, Türkiye etkisini Sovyet dönemindeki “Rusya dünyası” anlamına gelen “Russkii mir”e benzetmişti. Yani anladığım kadarıyla ABD’nin gözü Türkiye’de ve Türk Dünyasında olup bitenlerde. Analizde Türk Devletleri Teşkilatı’nın büyük önem taşıdığı gerçeği de yer aldı. Özellikle de Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında önemli rol kazanan Orta Koridor nedeniyle… Ve koridor Çin’in Kuşak ve Yol Projesi’nin bir parçası da olabilir. Türkiye’nin bölgede kayda değer bir role sahip olduğu göz önüne alındığında, ABD dış politikasının Türkiye’ye eskisinden çok daha fazla önem verebileceğini düşünüyor musunuz?
ABD bunu pekâlâ isteyebilir. Yani Türkiye’nin Türk dünyası ile ilişkileri hem kültürel, hem de giderek ekonomik anlamda artıyor ve bu anlamda Sovyetler Birliği’nden farklı. Ancak aynı zamanda Orta Asya ve Kafkaslar’da, çeşitli yaptırımlar altında ABD ile anlaşmazlığa düşen Rusya, Çin ve İran’ın, herhangi bir yaptırıma karşı ABD’nin bölgedeki varlığına yönelik çıkarlarını görmemeleri sorunu giderek artıyor. Yani Türkiye ya Rusya, Çin ve İran’la çalışarak ya da onlara karşı çalışarak Orta Asya ve Kafkaslar’daki nüfuzunu genişletebilir. Ve bunlar çok farklı dinamikler çünkü ABD, Rusya, Çin ve İran’ın çıkarları birbirinden çok farklı. Yani bugün Türkiye hâlâ Rusya’nın en büyük ticaret ortaklarından biri. Ancak bu, ABD’nin etkisine yardımcı olmaya çalışan bir ABD ajanı değil. Temelde Avrupa’yı ve ABD’yi doğuyla, Rusya’yla bağlarını koruyarak tanımlıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Türk Dünyası’nda çok önemli bir yere sahip olacağını düşünüyorum. Ancak Rusya, Çin ve İran’la savaş halinde olmayıp Asya’nın batı kesiminde ortaya çıkan jeo-ekonomik gerçekliğin ayrılmaz bir parçası olursa etkisi en büyük olacaktır. Bu gerçeklik Doğu Asya’ya kadar da uzanıyor.
Peki bu yeni gerçeklik nedir?
Gerçeklik şudur: artık İran, Rusya ve Çin’in Avrasya’da bir kara kütlesi oluşturduğu gerçeği ortada. Hepsi ABD ile çatışıyor. Batı Asya’nın en önemli iki bölgesi büyük yaptırımlar altında. Çin de giderek daha büyük yaptırımlara maruz kalıyor. Ve temel olarak Orta Asya ve Kafkasya’ya Avrasya kara kütlesinin bir parçası olarak bakıyorlar. Ve Amerika’nın bu işin ortasına parmağını sokmaya çalışmasını hoş karşılamıyorlar. Göreceğimiz şey bu gerçektir. Yani Türkiye’nin zaten Rusya ve İran ile çok sıkı ilişkileri var, ticari ilişkileri de var. Ve bunu Orta Asya’ya ve Kafkasya’ya kadar genişletebilir ancak Amerikan dış politikasının işe yarayacağına inanmıyorum.