SÖYLEŞİ
Almanya’nın eski Donanma Komutanı Harici’ye konuştu: Medya kampanyası olmasaydı istifa etmezdim
Yayınlanma
Yazar
Tunç AkkoçDönemin Almanya Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Kay-Achim Schönbach, 2021 yılının Ocak ayında Putin’in “saygıyı hak ettiğini” söylemesi üzerine büyük bir medya kampanyasının hedefi olmuştu. Rusya, Ukrayna’ya girmeden yaklaşık bir ay önce Alman Donanma Komutanı istifasını vermek zorunda kalmıştı.
Amiral Kay-Achim Schönbach’ın o tarihte dünya basınına yansıyan sözleri şu şekildeydi: “Putin’in gerçekten istediği şey saygı görmek… Ve Tanrı biliyor, saygı göstermek düşük maliyetlidir. Maliyeti yoktur. Putin’in talep ettiği ve muhtemelen hak ettiği saygıyı göstermek kolaydır.”
Amiral Kay-Achim Schönbach, Hindistan’da kapalı bir oturumda yaptığı konuşmanın arka planını ve istifaya giden süreci ayrıntılarıyla anlattı. Amiral Schönbach, Harici Genel Yayın Yönetmeni Tunç Akkoç’un sorularını Hamburg yakınlarındaki evinde yanıtladı.
Kay-Achim Bey, öncelikle kendinizi kısaca tanıtıp Deniz Kuvvetlerinde aldığınız son görevi anlatır mısınız?
Adım Kay-Achim Schönbach. 58 yaşındayım, Federal Almanya Deniz Kuvvetleri’nden emekliyim. Son görevim Rostock garnizonunda müfettişlikti, yani Alman Deniz Kuvvetleri’nin başı, Koramiral rütbesinin dengi sayılabilir. Şu anda görev yapmıyorum.
‘Konuşma habersiz kayıt altına alınmış’
Ocak 2023’te Alman Deniz Kuvvetleri’nin başındayken istifanız istendi. Bu duruma nasıl gelindi ve medya bunda nasıl bir rol oynadı?
Ocak ayında, aslında Ocak 2022’de, Bavyera fırkateyninin Uzak Doğu’ya yapmış olduğu yolculuk sırasında, ben de 20 yıl içinde ilk defa bu ziyarete eşlik etmek için Hindistan’daydım. Ve asıl resmi programın sonrasında, iki düşünce kuruluşundan davet geldi. Bu çerçevede kurum içi bir etkinlikti. En azından bana böyle söylenmişti. İlk bölüm de kurum içiydi. İkinci bölüm sırasında, hiç kimsenin haberi olmadan cep telefonu kamerası ile kayıt altına alındı ve bu kayıttan benim açıklamalarım çıkarıp alındı. Öncelikle söylemek isterim ki kayıt altına alınacağını bilseydim yine söylerdim. Ancak o zaman en azından bunun nasıl bir kurulum olduğunu izleyenlere açıklayabilirdim. O zaman ifadelerin nispeten sansasyonel olmadığı anlaşılırdı.
Biri kısaltılmış olan, en azından medyada bu şekilde olan iki önemli açıklamada Kırım’ın elden gittiğini ve geri gelmeyeceğini açıkça belirtmiştim. Bunun anlamı aslında, Rusya Federasyonu Kırım’ı kendi isteğiyle geri vermeyecek demekti ve bu doğrulandı, ki bunu anlamak pek de zor değil. İkincisi ise, odadaki genç bir hanımefendinin sorduğu Ukrayna’nın nasıl kurtarılabileceği veya korunacağı sorusuydu ve bu konuşma sırasında meselenin karşılıklı saygı ile ve birbirini dinleyerek çözülebileceğini söyledim. Bunu bir keresinde eski üstüm, şu anda merhum olan Bakan Peter Struck’tan öğrenmiştim, konuşulan kişi kim olursa olsun herkese saygılı davranmak gerektiğini söylemişti. Karşıdakinin görüşlerini kabul etmeye gerek yok. Ben de tam olarak bunu kastetmiştim ve sonra dedim ki, eğer mesele sadece saygı ve karşı bir taraf olduğunu ve karşıt bir görüş olduğunu kabul etmekse, kolayca kabul edilebilir ve saygı gösterilebilir. Daha sonra medyada “skandal” diye haykırıldı ve geri döndüğüm gün içerisinde medya istifamı da istedi. Bakan ve Baş Müfettişin, benim artık bu görevde tutulamayacağımı ve medyada çok büyük bir skandalın oluştuğunu, kurumun yani o zamanki Bakan Lambrecht’in korunması gerektiğini söyledikleri ifade edildi. Ve bu durumda, benim bizzat istifa etmem beklendi. Ben de öyle yaptım.
Medya bunun haberini yapmasaydı, durum belki de istifa etmeye kadar gitmezdi diyebilir miyiz?
Üstüm Bakan’a açıklamam gereken çok şey olduğunu ve kesinlikle bana bir ‘tokadın’ vurulacağını kabul etmem gerektiğini düpedüz söyledi. Tabii mecazi anlamda. Onu da anladım. Kendini böyle bir durumun içinde bulunca, kabullenmek zorunda kalıyor insan. Ancak istifa konusu açılmamıştı. Ve öğleden sonra eve varmıştım bile, tabii ki öfkeliydim, ama öğleden sonra aniden hayrete düştüm ve yani, işte böyle oldu.
‘Medya Ukrayna’nın başarısını da abarttı’
Ukrayna savaşıyla devam etmek istiyorum. Ukrayna’daki savaşın gidişatını nasıl görüyorsunuz?
Yani, bu yine orada söylediklerimle ilgili, o zaman henüz savaş yoktu. O zamanlar, eğer bunun sonucu savaşa varırsa sadece Donbas’ın geri kalanının ele geçirilmesiyle sınırlı kalacak bir savaş olacağını düşünmediğimi söylemiştim. Çünkü hatırlarsanız, Donbas Bölgesi milisler tarafından tamamen ele geçirilmemişti. Ve bu noktada dedim ki, bununla kalacağını düşünmüyorum, yani bunun devamı gelecek. Tam da düşündüğüm gibi oldu. Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’nın aldığı karşı önlemleri, Ukrayna’nın düşmana karşı kendini orada öne atılmaya hazır olduğunu tamamen hafife aldığını düşünüyorum.
Ve takip edebildiğim ve tabii kara operasyonları hakkında benden daha fazla bilgi sahibi olanlardan dinleyebildiğim kadarıyla, lojistik ve bütünüyle taktik stratejinin de tamamen yanlış olduğuna inanıyorum. Bunun kolay bir oyun olacağını düşünüyorlardı. Bununla birlikte, özellikle uluslararası toplum şu anda Ukrayna’ya oldukça yoğun bir destek verdiği için, özellikle de bu yaz, sonbaharın başlarında başlayan karşı saldırıyla, Ukrayna’nın sanıldığı kadar ileri gitmemiş olması hayal kırıklığı yarattığını gösterdi. Rusların savunması, İkinci Dünya Savaşı’nda zaten kanıtladıkları gibi çok iyi, muazzam bir savunma. Ukrayna ordusu çok kayıp verdi, Rus ordusu da aynı şekilde ama işte bu büyük bir fark. Bir şey daha var, onu da ekleyeyim, bu normal vatandaşla, normal TV izleyicisiyle veya en azından biraz bilgi almaya çalışan kişiyle ilgili: Ben, zaman içinde yayınlanan haberlerin talihsiz olduğu fikrindeyim, çünkü Ukrayna ordusu öyle başarılı dendi ki, ki olsa burada da hakkını verirdim, bunu da netleştirmek isterim, sanki Moskova’nın önüne vardığı gibi bir izlenim veriliyordu. Ama aslında nispeten küçük bir alan ele geçirildi, sanıyorum 350 ya da 360 kilometrekarenin yeniden ele geçirildiğini düşünüyorum. Bu nispeten küçük bir alan, bu açıdan da hayal kırıklığı yaratıyor. Ayrıca Ukrayna ordusunun arka planda vermek zorunda kaldığı asker kaybı da cabası.
‘Müzakerelerin gerekli olduğunu düşünüyorum’
Barış müzakereleri bu yıl ivme kazanabilir mi ve bunun için nelerin gerekli olduğunu düşünüyorsunuz?
O zaman Hindistan’da da söylediğim gibi bunun gerekli bir şey olduğunu düşünüyorum, ama bunu daha önce de belirttim; bunu söyleyen tek ve en önemli kişi ben değilim. Diplomasiye bel bağlamayı bırakırsak büyük bir hata yapılmış olacağını düşünüyorum. Savaş ayrı bir durumdur. Kendini savunmak zorundasın ve kendini savunma hakkına da sahipsin. Bu hiç tartışılamaz. Fakat diplomasi yeterince hız kazanmadı, yeterince etki yaratmadı. Bence netleştiğinde, tabii diğerleri, özellikle de orada bulunup durumu analiz eden liderler, her iki tarafın da liderleri daha iyi değerlendirebilir, eğer durum “çamura saplanmaya” kadar gelmişse, yani hakikaten hiçbir hareket yoksa veya sadece biraz ileri geri gidiyorsa, o zaman dürüst olup şu anki hedefin ne olduğunun söylenmesi gerekir. İnanılmaz kan dökülen, tecavüz, cinayet, kasıtsız adam öldürme, tahribat dolu, arkasında yeniden inşa edilmesi gereken altyapı bırakan bitmek bilmeyen bir savaş mı yoksa bu savaştan çekilmeleri için bir fırsat, her iki tarafın da itibarı korunacak şekilde bir fırsat yaratmak mı? Bu elbette sonunda varılacak sonuç olacaktır ve Ukrayna’nın bu konuda Ukrayna devletinin tüm alanının tamamen geri kazanılması, egemenlik olması gerektiğini söylemesini anlayabiliyorum. Ve bugün burada tekrar söylüyorum, artık kaybedecek bir şeyim yok, Rus tarafına da kulak verilmesi gerekiyor. Taleplerini benimsemeye gerek yok ve gerekirse ne gibi taleplerinin olduklarına bağlı olarak da reddetmek gerekir. Dinlemek gerekir. İşte böyle masaya oturulur. Bu dünyada meşakkatli küçük küçük adımlarla yavaşça her iki taraf için de bir çözüm bulacak şahane diplomatlar var.
‘Kuzey Akım 2 saldırısı Almanya’nın durumunu zorlaştırdı’
Almanya ile devam etmek istiyorum. Dışarıdan bakıldığında ilginç bir nokta da şu ki, Almanya bu savaştan ekonomik olarak en çok zarar gören ülkelerden biri. Her şeyden önce (enerji tedariki sorunlarından dolayı) olaylar bu noktaya gelmek zorunda mıydı ve doğalgazın akmaya devam etme şansı yok muydu?
Bence, dışarıdan bakıldığında konuyu iyi açtınız. Ardında her kim olursa olsun, Kuzey Akım 2’nin infilak ettirildiği gerçeğini biliyorsunuz. Bu, bir Alman altyapısına yönelik yasadışı bir saldırıydı ve konuyu kesinlikle kolaylaştırmadı. Günümüze odaklanırsak, doğalgaz akmıyor, dışarıdan da fark ettiğiniz gibi içeride bunda kimin suçlu olduğu tartışılıyor. Özellikle yaptırımlar çerçevesinde Rusya Federasyonu’ndan doğalgaz veya bu tür kaynakların hiçbirinin alınmaması siyasi bir karardı. Doğalgaz gelebilir miydi sorusu için; Tabii ki söylediğim gibi doğalgaz ya da Rusya’dan diğer hammaddeler gelebilirdi. Çünkü bu artık bir sır değil ve bu durumda Avrupa Birliği’ne ve hatta Almanya’ya başka kanallarla, üçüncü ülkeler aracılığıyla geri döndüğünü bilmek için büyük bir politik, analitik kavrama yeteneğine sahip olmaya gerek yok.
Başka yerlerde de söylediğim gibi, Soğuk Savaş’ın en kötü ve en karanlık zamanlarında bile hala bir köprü, bir bağlantı vardı diye düşünüyorum. Sovyet Rusya’nın Doğu Avrupa devletlerine uyguladığı baskı sistemine rağmen belirli bir asgari ekonomik işbirliği de vardı. O zamanlar bile bu mümkündü. Önemli olan tek şey, ki bu şu anda siyasi bir yer olan Berlin’de de anlaşılan bir şey: Sonuçta, yaptırımlar, tabii ki bu yaptırımları uygulayana değil bu yaptırımlara maruz kalana zarar vermeli. Hiçbir şey yapılmamalı demek istemiyorum. Tabii ki bir şeyler yapmalıyız, politik olarak ve bu durumda ekonomik olarak orada gerçekleşenleri onaylamadığımızı ve Ukrayna’ya yönelik bu uluslararası hukuku ilgilendiren müdahalenin de cezalandırılması gerektiğini açıkça belirtmeliyiz. Ancak yaptırımların veya her ne yapılıyorsa, Rusya Federasyonu’na da zarar verecek şekilde düzenlenmesi gerekir. Dikkatlice kulak verdiğimde, ki dinlediğime inanıyorum, şu anda bize, karşı tarafa verdiğinden daha fazla zarar veriyor gibi görünüyor.
‘Rusya’ya yaptırımlar etkili olmadı’
Sonraki sorum boydu, yani yaptırımların etkili olduğunu düşünüp düşünmediğiniz, ancak bunu kısmen yanıtladınız.
Söylediğim gibi, ekonomik alanda elbette çok az bilgi sahibiyim. Sadece gazete okuyabiliyorum. Biraz mantığımla ve biraz analitik yeteneğimle durumun böyle olup olmadığını tespit etmeye çalışabilirim. Ve şimdi kime kulak verirseniz verin, yaptırımların bu etkiyi sağlamadığını duyuyorsunuz. Bu yüzden başka yaptırımlar uygulamak gerekiyor. Her halükarda, ülkenin kendisinin çok fazla ve yoğun bir şekilde etkilenmediğinden emin olması gerekir. Ve durum gerçekten de bu. Ve şu anda ekonomi alanında yaşadığımız her şey, altyapı, doğalgaz ve elektrik gibi konularla nasıl başa çıktığımız, tüm bu sorunlarla alakalı. Bir siyasetçinin kendine bunu sorup bunun doğru yol olup olmadığına dair bir cevap vermesi gerekir.
‘Trump gelirse değişiklik olabilir’
Dünya çapında da üzerinde tartışılan bir başka nokta var. Bunu teknik olarak da değerlendirebileceğinizi düşünüyorum. Batı ittifakının şimdiye kadar yaptığı gibi Ukrayna’ya yapılan silah ve mali yardımı artırmaya devam etmesi mümkün mü? Son zamanlarda bazı ülkelerden farklı görüşler duyuldu.
Yani esasen, elbette mümkün. Çok yakın zamanda duyduğunuz üzere, Almanya Federal Cumhuriyeti, yani Federal Hükümet, 2024 mali ödemelerini ve içerdiği her şeyi 4 milyardan 8 milyara çıkaracağını açıkladı. Gördüğünüz gibi, bu gayet mümkün, yani teknik olarak zaten bu durumda.
Ve bu elbette diğerleri için de geçerli. Ama orada da şunu belirtmek gerekir: Gelişim halinde olan ne? Özellikle şimdiye kadarki en büyük destekçi olan Amerika Birleşik Devletleri’ne bakmalıyız, ikinci en güçlü destekçi de biziz, Washington’da gerçekten farklı bir gelişim var mı diye bakmak gerekir. Başka bir devlet başkanıyla, muhtemelen daha önce görev yapmış bir başkanla durum ne olur? Yani bence Donald Trump gerçekten tekrar göreve gelirse, bu noktada bir şeyler önemli ölçüde değişebilir.
Ve Macaristan’da da görüyorsunuz. Viktor Orban buna kesinlikle bizden tamamen farklı bakıyor ve bu, Avrupa Birliği’ndeki başka ülkeler için de geçerli. Bence o konuda çok kararlıyız, biz, yani Almanya Federal Cumhuriyeti çok kararlı ve kendinde hiçbir kabahat görmüyor. Ama bu ne kadar uzun sürer? Tabii sorulması gereken bazı sorular var: Harcanan emek açısından etkin mi? Biliyorum, bu şekilde ifade etmek biraz sert oldu. Ama sonuçta, harcanan çaba etkili mi, hedefe ulaştırıyor mu diye düşünmek gerekir? Ve sonra Almanya’da şu anda olduğundan daha yoğun tartışmalar ortaya çıkabilir: Ya daha az taahhüt edeceğiz ya da önünde sonunda hiçbir şey taahhüt etmeyeceğiz.
‘Batı hiç bu kadar şiddetli zorluklarla başa çıkmak zorunda kalmamıştı’
Küresel meselelere gelelim. Dünyanın çok kutupluluğa doğru hızla ilerlediği ve BRICS gibi kuruluşların büyüdüğü bir dönemdeyiz. Sizce bu Batı için güçlük çıkarır mı? Ne tür bir güçlük olabilir?
Şöyle genel klişe bir söz aklıma geldi: Şu anda değişmekte olan dünya, her zaman değişmekte. Doğa gibi dünya da bir müze değildir. Batı hiç bu kadar fazla ve şiddetli bir şekilde güçlüklerle başa çıkmak zorunda kalmamıştı. BRICS buna iyi bir örnek. Şimdiye kadar, yalnızca harflere bakılırsa, bu devletler grubu sınırlıydı, ki Çin’in pozisyonu zaten özeldi.
Ancak şimdi, durum göründüğü gibiyse gerçekten de büyüyor demektir. Özellikle Arap devletlerini de kapsayacak şekilde büyüyor, bunların içinde çok fazla kaynağa ve paraya sahip devletler var, öyleyse bu olağanüstü bir zorluk. Şunu sormak istediyseniz, kendi para birimiyle bir çeşit kontrol aracına, çetin bir araca sahip olup olmadıklarını gerçekten değerlendiremem. Şu anda bunun çok erken olarak düşünüyorum.
Ama bu devletler orada bir araya gelirse Batı gerçekten baskı altında kalacaktır. Amerika Birleşik Devletleri kesinlikle bizim tarafımızda, ancak kendi çıkarları da var ve giderek Çin’e, yani Pasifik’e yöneliyor. Batı Avrupa’daki Avrupalılar olarak, şimdi Ukrayna’yı da buna dahil sayıyorum, gelecekte ne durumda olacaksa olsun, biz baskı altındayız, çünkü açıkçası özgürlük, ekonomik refah, insan hakları konusu artık pek ilgi çekmiyor ve açıkçası geçmişte olduğu gibi çok da cazibeli değil.
Affedersiniz ama bazen de katı olmak lazım. Aksine, bu benim kişisel görüşüm, bunu Fransızlara ve İngilizlere açıklamaya gerek yok, Almanlar olarak politikalarımızı daha fazla çıkarlarımıza göre geliştirmemiz gerekiyor. Çıkarlarımızı kabul ettirmeye çalışmalıyız. Refahımızı, bir ülke olarak, bir toplum olarak gelişimimizi sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz kaynakların, tüm bunların insan haklarını, anayasayı yorumlama şeklimize tam olarak katılmayan uluslarla gerekirse işbirliği yapmayı gerektireceğini görmemiz gerekiyor. Yani Batı çok baskı altında. BRICS ilk adım. Çin zaten başlı başına. Yani hala bizi bekleyen çok şey var.
‘Ulusların çıkarları vardır, dostları yoktur’
Bu konuda yorum yapmak istemiyorum ama ABD’nin çıkarlarının her zaman Almanya’nın çıkarlarıyla örtüşmediğini söylediğinizi çıkarıyorum. Doğru mu?
Yani yine belirtiyorum, herkesçe bilinen bir şey. Ulusların çıkarları vardır, dostları yoktur. Hep müttefik diyoruz ya işte bu doğru. Bu teknik bir terim. Bunu NATO, Avrupa Birliği ve Avrupalı ortaklarımız gösteriyor. Ama elbette, bazen ABD’nin başka çıkarları da oluyor, bunu geçmişte gördük. Dost ve müttefik olsak bile, her zaman her şeyi aynı tondan söylememiz gerekmiyor. Farklı ilgi alanlarınız olsa da temel ortak kanıda hemfikiriz. Ama söylemek istediğim, Fransızların, özellikle Kuzey Afrika’da, aynı zamanda İngilizlerin, tabii uzun süredir Amerikalıların Afrika’da nasıl büsbütün müttefiklerimiz ve dostlarımız olduğuna bakın. Bunu örnek olarak ele alalım. Nitekim bugün Çin’in Afrika’da nasıl yayılarak güçlendiğini görüyorsunuz. Çin, Afrika dışındaki en büyük toprak sahibi, önemli nüfuza sahip toprak sahibi. Çin, işbirliği yaptığı bir devletin, insan haklarına, bizim gibi, aslında riayet edip etmediğine, ya da devletin bağımsızlığına, iyi denetim sahibi olmasına, kadın hakları, iklim vb. meselelere riayet edip etmediğine bakmıyor. Bunu yapmamızın doğru ve faydalı olduğunu düşünüyorum. Ancak, Çin ve diğer ülkelerin farklı tepki verdiğini ve kredi de vermeye istekli olduklarını ve bu nedenle bize kapalı bölgelerde de nüfuz ve güce sahip olduklarını kabul etmemiz gerekiyor.
‘Değerlerimizle uyuşmasa da çıkarlarımız gereği bir ulusla işbirliği yapabiliriz’
Değerlere dayalı bir dış politika yürütmenin çok da akıllıca olmadığını mı söylüyorsunuz?
Tabii ki. Ve sanıyorum bunu açıkça da belirttim. Güvenlik politikası da dahil olmak üzere değerlere dayalı bir dış politika yürütmek önemlidir. Yine de, büyük ulusların, özellikle de söz konusu güvenlik politikası olduğunda küresel olarak hareket etmesi gerekir, ki bunu onlara açıklamaya gerek yok.
Bazen bunu da yapmak gerekir ve bu İngiltere, Fransa, Rusya ya da ABD’nin çıkarlarını savunmak için dünyadaki ilgili devletlerle yaptığı işbirliklerinde görülüyor. Çıkarların korunması gerektiği sonucuna varılırsa, bir bütün olarak Avrupa Birliği ve elbette özellikle Almanya da tek başına bunu yapmalı. Gerekirse, temel değerler ile ilgili fikirlerimizle yüzde 100 uyuşmasa da bir ulus veya bir devletler birliği ile işbirliği yapmak ve etkileşimde bulunmak gerekir.
‘Türkiye’nin NATO’dan çıkmaması lazım’
Türkiye’nin özellikle dış politikadaki pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yani, bugün siz burada benim misafirim olduğunuz için söylemiyorum sadece. Ben her zaman Türkiye’nin gerçek bir dostu olmuşumdur. Sanıyorum bunu söylememe müsaade edersiniz; tabii her şeye katılmasam da. Türkiye önemli bir devlettir, mühim bir devlettir. Tabii Türkiye, şimdi geçmişte olduğundan daha fazla Doğu’yla, Türk devletleri ile olan tarihi bağlarını pekiştirdi ve onları daha fazla koruyor. Türkiye bölgede görüşünü egemen kılma gücüne sahip ve Ankara’da veya İstanbul’da söylenenlerin ne kadar güçlü bir şekilde duyulduğunu uzun zamandır görüyorum, bununla ilgileniyorum. Ve bence özellikle şimdi Türkiye, bu yeniden alevlenmesi sırasında, özellikle Ortadoğu’daki çatışmada, önemli bir rol oynuyor.
Türkiye’nin NATO’dan çıkmaması lazım. Bu yönde gerçekten bir angajman ya da niyetin olmadığını düşünüyorum. Bağlı bir devlet olarak veya başka bir biçimde Avrupa Birliği ile yakınlaşmanın gelecekte tekrar gündeme geleceğini düşünüyorum. Batı’dan yüz çevirmemesi lazım. Ancak, geçmişteki Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanan, en azından bu şekilde görülüyor, tarihi bağların da etkisiyle özel bir öneme sahip olduğunu anlıyorum. Uzun zamandır, İstanbul’dayken, bir Türk tarih profesörü ile muhatabım, yani onunla konuşuyordum. Bana şöyle dedi: Bu ülkelere hemen hemen yine Bab-ı Ali gibi bakıp etkimizi göstermeye çalışıyoruz. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum, özellikle de Türk politikasının barış ve uzlaşmayı hedefleyen yönleri ile Ankara’nın büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Türkiye’nin angajmanının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Peki, son soru dünyanın diğer ucundan. Çünkü bunu mutlaka çok iyi biliyorsunuzdur. Güney Çin Denizi yakın geleceğin kriz bölgelerinden biri haline gelebilir mi?
Evet, tamamen dürüst olursak, zaten öyle. Sözde genişliğimizden veya bu alana olan mesafemizden kaynaklanıyor, bu yüzden burada Almanya veya Avrupa Birliği’nden bahsedecek olursak, biraz kenarda köşede kalıyor. O bölgede bulunan devletler için, ABD için ve hala orada toprakları olan uluslar için, Fransa ve Büyük Britanya’da olduğu gibi, bu artık bir mevzu bile değil. Ya da daha doğrusu bu konuda kendimi düzeltmem gerekirse, bir mevzu aslında. Biz orada dürüst bir ara bulucuyuz, değerli bir ortak olarak hareket eden iyi bir ara bulucu olarak orada bulunuyoruz. Bu, beni görevimden neyin uzaklaştırdığı sorusuyla ilgili ilk açıklamamdı. Orada bulundum, birkaç kez oraya, Japonya ve Singapur’a, Güney Kore’ye gitmiştim. Orada bize ihtiyaç var ve arabuluculuk yapabilen ortak olarak muhatap alınıyoruz.
Aslında, orada önemi yadsınamayacak, bariz olan şey Çin Halk Cumhuriyeti’nin sahneye çıkmasıdır. Özellikle Güney Çin Denizi söz konusuysa, nine-dash line olarak adlandırılan yer, yani kısmen iki-üç bin yıllık haritalarda bulunan Güney Çin Denizi’ndeki toprak üzerinde bir hak iddiasının sınırlı olduğu bu dokuz çizgi veya dokuz nokta. Orada bulunan devletlerin yardıma ve desteğe ihtiyacı var. Bu yüzden 2 yıl önce Bavyera firkateyni ile ilk kez oraya gittik. Hatta bu yıl oraya 2 gemi göndereceğiz. Bunu yapmak zorundayız, çünkü önceki kriz bölgesine ek olarak, gelecekteki 1 numaralı kriz bölgesi olacak. Çin hızla oraya ulaşacak, ki bunu zaten yapıyor. Zaten orada bulunarak uluslararası hukuku ihlal ediyorlar, Güney Çin Denizi’ni gerçekten bir Çin denizi haline getirmeye çalışıyorlar. Nitekim bu gerçekleşmemeli, çünkü bu uluslararası hukuka uygun değil.