Aşağıdaki mülakat, 19 Nisan günü Rusya silahlı kuvvetlerinin günlük gazetesi Krasnaya Zvezda’da yayınlandı. Mülakatta görüşleri sorulan kişi, siyasetbilimci, Rusya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi profesörlerinden Vladimir Vinokurov. Demek ki mülakat hem doğrudan doğruya silahlı kuvvetleri bağlayan bir organda yayınlanması hem de dışişlerinin ideologlarından birinin görüşlerini yansıtması açısından önem taşıyor.
Mülakatta Berlin hükümetinin siyasetinden Alman sanayisinin zarar gördüğü şeklindeki klişe ve bütünüyle yanlış tespitler Vinokurov tarafından dolaylı olarak eleştiriliyor. Vinokurov, üç şeyi vurguluyor:
1) Bu siyaset Almanya’nın sadece en fakir kesimlerini değil orta sınıflarını da doğrudan etkiliyor.
2) Bunun ülkede resesyon üretmesi kaçınılmaz.
3) Bununla birlikte, savaş sanayisi konsernleri çatışmayı uzatmak için her şeyi yapıyorlar, zira kasaları böyle doluyor.
Bunlar, benim iki bölümlük yazımda ileri sürdüğüm görüşlerle örtüşüyor. (Bak. “Büyük savaş kaçınılmaz mı?” ve “Liberal solun ‘faşizm’ retoriği”.)
Fazladan olarak ben, bu sürecin geri dönüş eşiğini çoktan aştığını, Almanya’nın ve genel olarak Avrupa’nın sadece sanayisinin değil siyasetinin de kaçınılmaz olarak militarizasyondan geçtiğini, bu durumun ancak marksist faşizm teorileriyle ve faşistleşme süreciyle açıklanabileceğini vurgulamıştım.
— Vladimir İvanoviç, Almanya NATO’nun en güçlü devletlerinden biri kabul ediliyor, ama potansiyelini abartıyor muyuz acaba? Birkaç gün önce Alman basınında, Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Alfons Mais’in, Bundeswehr’in NATO’daki yükümlülüklerini tam yerine getirme kapasitesinden şüphesini ifade ettiği haberleri çıktı. Bununla ilgili ne söylersiniz?
— Kara Kuvvetleri Komutanı olan General Mais mart ayında Bundeswehr genel müfettişine sunduğu raporda birliklerde birikmiş problemleri anlattı. Açıklayayım; genel müfettiş, Savunma Bakanlığı’ndaki ikinci kişi; en yüksek askeri komutan ve FAC’nin genel savunma konseptinden sorumlu, bunun içinde askeri ve stratejik planlama, Bundeswehr’in gelişme problemleri de var. Masasına konulan raporda FAC’nin bütün kara kuvvetlerinin muharebeye hazırlık kapasitesinin devam etmekte olan yetersiz finansman ve Ukrayna’ya askeri yardımda bulunulması yüzünden düşebileceği ileri sürülüyor. Bu yardım çerçevesinde birlikleri araçlarını vermesi ve zamanlarını Ukrayna askeri personelinin hazırlığında harcaması gerekiyor.
FAC yönetimi NATO’ya, 2025’e kadar ittifakın emrine tam teçhizatlı bir tümen (yaklaşık 16,5 bin askeri personel) sunma sözü verdi. Ama personel açısından tümenin sadece yüzde 79’unu tamamlanmış durumda; en önemlisi de araç yetersizliği. Raporda şöyle ifade ediliyor: “Şu anda bütün kara kuvvetleri yedeklerine başvurulsa bile yüzde 60’tan azı kullanılır durumda.” En yakıcı problemlerden biri, muhabere sisteminin eskiliği. Çağdaş telsiz istasyonlarına ihtiyaç var, ama bu hedef için kaynak ayrılması Bundestag bütçe komisyonunda hâlâ tartışılıyor.
Mais’in değerlendirmesine göre Bundeswehr’in 2027’ye kadar sunma yükümlülüğü olan ikinci tümenin askeri olarak hazırlanabilmesi de gerçekçi değil. Birliklerde ağır teçhizat yetersiz. Eğer durum düzelmezse, diye uyarıyor general, Alman ordusu yoğun askeri eylem şartlarında NATO karşısındaki yükümlülüklerini ancak sınırlı bir seviyede yerine getirebilecek durumda olacak.
— Gene de Olaf Scholz hükümeti Kiev rejimine diplomatik, mali, askeri yardımda bulunma söylemlerine devam ediyor…
— Almanya Anglosaksonların tarafına geçti ve esasen de, Ukrayna çatışmasının tırmanmasından yararlanarak “kolektif batının” Rusya’ya karşı vekil savaşının aktif katılımcılarından birine dönüştü. Önceki federal şansöliye Angela Merkel’in hükümetinin 2014 şubatında Ukrayna’daki devlet darbesini derhal desteklediğini, ama bunun arkasından uzun bir süre Rusya ile iktisadi bağlarını tamamen koparmaya cesaret edemeyerek tereddüt ettiğini hatırlamak uygun olur. Gerçekten de ülkemiz daha Brejnev ve Kosıgin zamanlarından beri ucuz enerji kaynaklarının güçlü ve güvenilir bir tedarikçisiydi. Nitekim Alman sanayisi de bizim ucuz karbon hammaddelerimiz üzerinde yükseldi, artı Rusya pazarı da onun için açıktı. Kimi siyasetbilimciler Berlin-Moskova arasında bir jeopolitik eksen kurulabileceği, Avrupa işlerinin gidişatını bu eksenin sözünün ağırlığının tayin edeceği hakkında konuşmaya bile başlamışlardı.
Ama bugün açıkça görüldüğü gibi, CDU/CSU’nun olsun, SPD’nin olsun, Yeşillerin olsun önde gelen siyasetçileri fiilen ABD’nin kuklası olarak hareket ediyorlar, ülke için intihar anlamına gelen bir dış siyaseti itaatkâr şekilde yürütüyorlar. Almanya’nın işgal altında statüsü hukuken uzun süre önce bitmişti, ama görüyoruz ki ABD ve Brizanya Alman siyasi elitlerini amansızca kontrole devam ediyorlar. Geçen yıl güzünde her iki Kuzey Akım hattı da havaya uçuruldu, Alman sanayisine darbe vuruldu, Berlin ise Washington’a kölece eklemleniyor.
— İdeolojik mülahazalar, rusofobi, geleneksel Alman rasyonalizmini, iktisadi menfaatlerini bastırdı…
— Öyle oluyor. Kiev rejiminin, önce Poroşenko’nun sonra Zelenskiy’in Minsk mutabakatlarını yerine getirmeye hazırmış gibi yapmalarında pek çok açıdan suçlu olan Almanya. Batılılar görüşme sürecini, geçenlerde Merkel’in itiraf ettiği gibi “Ukrayna’ya zaman kazandırmak ve onu daha güçlü kılmak için” bilinçli olarak uzattılar. Şansöliyenin sosyal-demokrat Olaf Scholz olduğu bugünkü koalisyonun iktidara gelmesiyle de pek az şey değişti.
Tabii ki doğu Avrupa’daki çatışmayı öncelikle Anglosakson güçleri, Washington ve Londra kundakladılar, ama Berlin de, tekrar ediyorum, iktisadi mülahazalar açısından Rusya ile kopuşun dezavantajına olmasına rağmen onlara eklemlendi. Anglosaksonlar Alman elitlerini astlığın görünmez ipleriyle dolamışlar ve FAC’nin dış siyaset çizgisinin şekillenmesinde tayin edici bir etkide bulunmaya devam ediyorlar; bu dış siyaset 1980’lerin sonunda Anglosaksonlara rağmen Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni yutmayı başarmış olsa bile dünya siyasetinin bir öznesi olamamıştı.
— Peki ya Scholz’un geçen yıl yaptığı iddialı “devir değişti” konuşması? Bundan ne anlamalı?
— Alman elitleri elbette Washington ve Londra kendi oyun kurallarını kuruyorlar diye coşmuş değil; doğal olarak Bismarck zamanlarının o eski nüfuzluluğunu yeniden tesis etmek istiyorlar ve bunu Avrupa Birliği aracılığıyla yapmaya çalışıyorlar. Scholz “devir değişti” derken AB’nin Almanya liderliğinde kıtada belirleyici bir rol oynayabileceği durumu anlıyor. Bunun için de Berlin Avrupa Birliği’ni batı Balkan, Ukrayna, Moldova ve hatta Gürcistan’ı katarak genişletmeye hazır. AB böylece 27 üyeden 26 üyeye çıkar. Bu da, şansöliyenin belirttiği gibi, Almanya’nın Avrupa’daki durumunu güçlendirecek. Şöyle demişti: “Almanya kıtanın merkezindeki ülkedir, doğu ve batıyı, kuzey ve güneyi Avrupa’da birleştirmek için elinde olan her şeyi yapacaktır.” Sholz şundan da emin: bununla eşzamanlı olarak askeri potansiyelini yeniden tesis etme işiyle meşgul olmak zaruri. Alman şansöliyesi şöyle itiraf etmişti: “Avrupa ordularının ve savunma bütçelerinin eski, üzerinde mutabakat bulunmayan kısılmasının yerine şimdi Avrupa’nın imkânlarında mutabakata dayanan bir artış geçmek zorunda.” Bunu yaparken öncelikle de, onun dediğine göre, Almanya’ya kuvvetini geri vermek gerekir. Şöyle vurgulamıştı: “Bize uçabilecek uçaklar, denize açılacak gemiler, bütün zaruri teçhizatlarla donatılmış askerler gerek. Bize gereken işte bu. Bu hedefler, ülkemizin ölçeğini ve Avrupa için taşıdığı önemi düşünürsek, tamamen erişilebilirdir.”
Şansöliye, savunma bakanını değiştirdi. Bu yılın ocak ayında, Aşağı Saksonya’nın eski içişleri bakanı Boris Pistorius bakan oldu ve pek enerjik biri olduğunu göstererek pek çoklarını şaşırttı; derhal askeri yapının reformuna girişti; bu yapı on yıldır kadın bakanlar idaresinde, üstelik üçü de kadındı, etkinliğini yitirmiş, tamamen bürokratize olmuştu. Pistorius Bundeswehr genel müfettişini, dört “Staatssekretär”den birini, silah alım işlerinin başındaki kişiyi de değiştirdi…
Almanya’da daha geçen yıl Bundeswehr’in teçhizat modernizasyonu için 100 milyar avroluk özel fon oluşturulmuştu. Bu yüzden, federal hükümetin yeni tutumunun büyük siparişler için can atan askeri-sınai kompleks çevrelerinde sevinçle karşılanmış olması anlaşılır. Bunlar şimdi Ukrayna’ya silah ve mühimmat sevkiyatıyla kasalarını dolduruyorlar. Şirketler topçu silahları, tanksavarlar, uçaksavarlar çıkarmak için üretim bantlarını genişletmeye para yatırmaya başladılar… Askeri-sınai konsernlerin sahipleri, Ukrayna çatışmasının mümkün olduğunca uzaması için can atan insanlar.
— Peki Almanya’nın Avrupa’da birinci keman olma hedefi Fransa’da nasıl karşılanıyor?
— Sadece Paris’te değil Avrupa başkentlerinin çoğunda Avrupa Almanyası yerine Almanya Avrupası olmasını kesinlikle istemiyorlar. Daha birkaç yıl önce Fransa ve Almanya Avrupa entegrasyonunun derinleştirilmesi, ortak bir güvenlik sisteminin kabulü ve bir Avrupa silahlı kuvvetlerinin kurulması için, Avrupa’nın bağımsız bir dünya gücüne dönüşmesi için genelde ortak bir tutum sergiliyorlardı. Ama bugün ihtilaflar gitgide daha açık görülüyor; bunlar sadece çevrenin korunması, nükleer enerjinin kaderi, içten patlamalı motorlu araçlar, Akdeniz’in dibindeki gaz boru hatları meselelerini de ilgilendirmiyor.
Paris’tekiler, Berlin’in, kendi askeri-teknolojik projelerini batıdaki ortağı olmadan kendi başına ilerletmeyi tercih etmesinden hoşnutsuzlar. Scholz’un gündeme getirdiği “semaların savunması için Avrupa inisiyatifi” de öfke doğurdu. Bu inisiyatife göre 15 Avrupa ülkesi kendi füze savunma sistemleri üzerinde çalışacaklar. Fransa fiilen kendi Aster füzeleriyle böyle bir sisteme sahip zaten, bunu da bütün Avrupa’ya yaymaya hazır.
— Scholz hükümetinin bugünkü dış siyaseti Almanya’nın sosyal-iktisadi durumuna da olumsuz etkide bulunuyor…
— Tahminlere göre Almanya’da bu yıl resesyon, belirgin bir enflasyon ve satın alma gücünde düşüş bekleniyor. Sınai girişimlerin büyük bölümü elektrik enerjisi harcamalarında muazzam artış ve kalifiye işçi eksikliğinden ötürü üretim hacminde daha da büyük bir düşüşle karşılaşacak. Enerji kaynakları fiyatlarındaki hızlı tırmanış şimdiden hayat pahalılığına da yol açtı; bu hayat seviyesinde düşme olarak yansıyor. Güçlükler sadece nüfusun en fakir kesimlerini değil orta sınıfı da etkiliyor.
Almanya mart ayının sonunda ulaştırma işçilerinin son otuz yılın en büyük grevini yaşadı. 350 binden çok insan işe gitmedi. Toplu ve banliyö taşımacılığı neredeyse tamamen durdu; havaalanlarında 600 uçuş iptal edildi. Grev bir “uyarı” kabilindendi, bu nedenle yeni kitlesel eylemler imkânsız değil, zira henüz ücret artışlarında bir mutabakata varılamadı.
Alman sosyal-demokratlarının Berlin eyalet meclisi seçimlerinde aldıkları yenilgi de Almanların federal hükümetten ve şahsen şansölyeden hoşnutsuzluğuna tanıklık ediyor. Bu onlar için, 1950’den beri seçimlerdeki en kötü sonuç oldu: yüzde 18,4. Başkentteki seçim kampanyasına Scholz’un da aktif bir şekilde katılması ve Berlin Bürgermeister seçiminde yarışan partilisi Franziska Giffey destekte başarısız olması da dikkat çekicidir. Alman dergisi Focus, iğneleyici bir üslupla şöyle yazdı: “SPD, Scholz’un yarardan çok zarar getirdiğini anlamalı.” Dolayısıyla, Almanya’yı zor zamanlar bekliyor, ama Alman halkının derinlerinde Berlin’in Atlantik yanlısı tutumunun intihardan farksız olduğu düşüncesi de olgunlaşıyor. Protest ruh halindeki yükseliş, AfD’nin seçimlerdeki başarısı, yeni bir parti kurmayı düşünen sol siyasetçi Sara Wagenknecht’in aktif faaliyeti… bütün bunlar, Alman halkında Schiller ruhunun kırılmadığını gösteriyor.