Dünyaya ‘liderlik etmesi’ elzem görülen ‘vazgeçilmez ülke’ ve ‘istisnai ulus’ olarak Amerika Birleşik Devletleri fikri; çeyrek asır kadar önce Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın formülüyle sunulmuştu. Soğuk Savaş sonrası yönetici elitin kibrinin ifadesi olan bu iddialar, seneler sonra en büyük ‘taşıyıcısı’ olma hevesindeki Joe Biden’ın şahsında bir trajediye dönüştü.
5 Kasım başkanlık seçimleri için ikinci dönem aday olurken ‘Amerikan ulusu gibi kendisini de vazgeçilmez’ gören ve ‘Sadece yüce Tanrı’nın kendisini adaylığı bırakmaya ikna edeceğini’ söyleyen Joe Biden, ‘Demokratik Partisi’ tarafından bir kenara atıldı. ‘İstisnai ulusun’ rekabetçi demokrasisi ise parti elitleri ve milyarderlerin önseçimlerde tek bir oy bile almayan bir kişiyi yerine atamasıyla ‘taçlandırıldı’. Şimdi çok eleştirilen rakip Cumhuriyetçi cephenin söylem ve yöntemlerinden hiç farkı olmayan bir propaganda makinasıyla 5 Kasım başkanlık seçimi için ‘görücüye’ çıkılıyor.
Son dönemde Birleşik Krallık ve Fransa seçimleri, neoliberal Batı modelinde ‘temsili demokrasinin’ sancılarını ortaya sermişti. Ancak ABD’nin kendine özgü rekabetçi demokrasi iddiası açısından daha da dikkat çekici bir manzara belirdi. Doğrusu dünya gözlemcilerinin sinik analizlerini meşrulaştıran her türlü malzemeyi sunuyor.
‘SIRADANLAŞTIRILAN’ DEVRİLME SÜRECİ
Joe Biden’ın ‘bunama’ tezahürleri epeydir dünyaya mal olmuştu. ABD’de -Birleşik Krallık’ı da katarsak Anglo-Amerikan dünyada- ana akım medya aşikar olanı örtmeye çabaladı. Taa ki 27 Haziran’da Joe Biden ile Cumhuriyetçi rakibi Donald Trump arasındaki başkanlık münazarasına kadar…
27 Haziran’da; Biden’ın Trump’ın ‘bileğini bükemeyeceği’ alenen anlaşılınca iş değişti. Münazara ABD’deki neoliberalleri dehşete düşürdü. En başta kaybetme korkusuyla…
Dolayısıyla Joe Biden’ın; ‘Demokratik parti politbürosu’ ve siyasi sistemin ‘bağışçılar’ diye anılan para babaları tarafından alaşağı edilmesi kimse için ‘beklenmedik’ değildi. Buna karşılık Biden’ın devrilmesi süreci ‘sıradanlaştırılmaya’ çalışıldı. 81 yaşında açık bunama belirtileri karşısında ‘onurlu biçimde’ kenara çekilmek yerine son ana kadar inat etmesinin perde arkası da titizlikle işlendi.
Biden, 5 Temmuz’da ABC’de George Stephanopoulos’a, kenara çekilme çağrıları karşısında kararlılığını en sevdiği dış politika söylemlerinden birisi olan ‘vazgeçilmez ulus’ fikrini kendi varlığına mal ederek reddetmişti: “NATO’yu benim gibi kim bir arada tutabilir? Pasifik Havzasını, en azından şu anda Çin’i kontrol altında tuttuğumuz bir konumda tutabileceğim bir pozisyonda kim olabilir? Bunu kim yapacak? Bu erişim kimde var?”
Bu şişkin egonun partisinin rakip klanlarının baskısı ile ekarte edilmesi çok sürmedi. Kurulan komplo elbette Amerika’ya özgü oldu.
Çarşaf çarşaf anketlerle Amerikan halkının ve özellikle Demokratik tabanın çekilmesini istediği vurgulandı. NY Times yayın kurulunun münazaranın hemen ardından saygılı bir dille ‘çekil’ çağrısından yahut Holivutçu George Clooney’e makale yazdırılmasından belliydi. Ama Beyaz Saray Biden’ın fiziksel ve zihinsel durumuyla ilgili ‘hiçbir şeyciği yok’ demekte ısrar ederken, ‘doktorların Parkinson şüphesiyle bir yıldır kendisini kontrol altında tuttuğu’ sızdırılarak darbenin zemini hazırlandı. Son anlarda Biden’ın Kovid-19’a yakalanarak memleketi Delaware’de kendisini tecrit ettiği duyurulduğunda ‘öldüğü’ dahi iddia edildi.
19 Temmuz’u gelindiğinde, Biden, 13 Temmuz’da suikast girişimi atlatmış rakibi Trump’ın Cumhuriyetçi Konvansiyon’daki konuşmasına meydan okuyor, ekibi de başkanın kampanyasına devam edeceğini söylüyordu.
‘Yüce Tanrı’ 21 Temmuz Pazar gününe kadar ‘dayandı’.
BİR TUHAF ÇEKİLME, BİR KURU TEŞEKKÜR VE…
Birleşik Devletler’de başkanlık yarışından adayların çekilmesi görülmemiş iş değil. 1968’de Demokrat Başkan Lyndon Johnson Vietnam savaşının şiddetli etkisi altında çekilmişti. Ama bunu münasip biçimde yapmış, çıkıp ulusa seslenerek Amerikan halkına durumunu izah etmişti.
Joe Biden’ın bu işi yapış biçimi bile sıradışı oldu. 21 Temmuz’da X hesabından herkesi ‘acaba gerçekten o mu’ yahut ‘imzası sahte mi’ diye eski kararnamelere baktıran bir mektup koyarak!
Mektupta Biden, hem 3.5 yılda yaptığı ‘büyük işleri’ övüyordu; güçlü ekonomi, yeniden inşa edilen ulus ve demokrasi, reçeteli ilaç maliyetleri, iklim yasaları vs… Yerine geçecek şahsiyete yapacak iş bırakmamıştı! Biden yine takıntılı olduğu abartılı ‘liderlik’ vurgusunu eksik etmedi; ‘ABD hiçbir zaman liderlik konusunda bu kadar iyi bir konuma sahip olmamıştı’… İnanılmaz ama ‘Büyük Buhran’ atfı bile vardı! Biden bu kadar da başarılıydı ama yine de çekiliyordu: “Her ne kadar yeniden seçilme niyetim olsa da, görevimden çekilip görev süremin geri kalanında yalnızca Başkanlık görevlerimi yerine getirmeye odaklanmamın partimin ve ülkemin çıkarına olacağına inanıyorum.”
Doğrusu demokrasisinin alameti farikası olarak ‘rekabetçiliği’ gösteren Amerikan siyaseti açısından ‘parti ve ülke çıkarı’ gibi izahatlar çok kulak tırmalayıcı. Sosyalist ülkelerin siyasi yapılarına yönelik küçümser söylemler düşünülürse… Neticede Biden mektubunda ‘ulusa seslenişle’ durumu izah edeceğini belirtmekle yetindi.
Mektubun en dikkat çekici yanı, Demokratik Parti içinde en başta Obama ve Clinton klanlarının kapışmasında ismi öne çıkan yardımcısı Kamala Harris’e destek açıklamaması idi. ‘Kuru bir teşekkür’ vardı sadece. Derhal fark edilmiş olsa gerek ki, ‘birileri’ yarım saat içinde yine sosyal medyadan Biden adına ikinci bir açıklama yaptı. Biden’a “2020’de başkan yardımcısı adayı olarak Kamala Harris’i seçmem aldığım en iyi karardı. Bugün Kamala’nın bu yıl partimizin adayı olması için tam desteğimi ve onayımı sunmak istiyorum” dedirtmişlerdi.
Ne ki, Kovid-19’u atlatan Biden 24 Temmuz’da başkente dönerken ‘Sizce Kamala Harris Donald Trump’ı yenebilir mi’ sorularını cevapsız bırakıyordu.
Nihayet ‘ulusa sesleniş’ dört gün sonra, 25 Temmuz’da geldi. Biden yine aynı şeyleri söylüyordu! Başkanlığını ve liderliğini övüyor, ‘ikinci dönemi hak ettiğine inandığını’ belirtiyordu. ‘Demokrasiyi kurtarmaktan’ söz ediyordu: “Bu sebeple, ilerlemek için en iyi yolun, bayrağı yeni bir jenerasyona devretmek olduğuna karar verdim. Ulusumuzu birleştirmenin en iyi yolu bu.” Kararının ‘Trump’ı yenmek’ bağlamında alındığı açıktı. Bu kez Kamala Harris’i ‘deneyimli, güçlü ve yetenekli’ diye sunuyor ve “Şimdi seçim size kalmış. Amerikan halkı, bu seçimi yapın” diyordu.
Muazzam başarılara imza atmış, ikinci dönemi hak eden bir liderdi. Buna rağmen çekiliyordu ve uluorta tartışılan asıl sebepten hiç bahis yoktu. Üstelik kalan 6 ayda başkanlığa da devam edecekti. Dış politikada Ukrayna’dan Ortadoğu’ya facialar yaratan politikalarına…
Neticede bir mektup ve bir ulusa sesleniş ile Amerikan halkına ‘izahattan’ ziyade spekülasyon malzemesi sundu. Ama Demokratlara bir ‘oh’ çektirdi. Doğal olarak başta Cumhuriyetçiler olmak üzere pek çok insan ‘kampanya yürütecek halde değilse nasıl başkan kalabiliyor’ sorusunu yöneltti.
Tüm bunları bir ‘darbe’ ötesinde yorumlamak doğrusu zor. Ona ‘çekil’ diyenlerin hemen ardından ‘büyük lider’ diye taltif etmelerinin Biden’ı teskin ettiğini düşünmek de öyle…
Wall Street Journal’ın darbeyi sunuş biçimi, “Seçmenler bocalayan Başkan’ın çok yaşlı olduğunu düşünse de müttefikleri görmezden geldi, danışmanları yeteneklerini savundu, Demokrat Parti yetkilileri de diğer adayları saf dışı bıraktı” oldu. Neoliberal medya elbette ‘kediye kedi’ demedi. Ama NY Times’ta, Biden’ın ‘kuyusunu kazanların’ başında geldiği anlaşılan eski Başkan Barack Obama’ya çok öfkeli olduğu yazıldı. Şimdi ‘Yaşlı adam’ ite kaka yoldan çekilmişken, bu nahoş meselelere girmek yerine ‘önlerine bakıyorlar. Ve yapacak ‘çok iş’ var.
KAMALA, KAHKAHASI VE HİNDİSTAN CEVİZİ
Yaşlı adamın siyasi hırsları ve inadını yönetemeyip zamanında müdahale edemeyen Demokratik Parti, Kamala Harris gibi bir adayla baş başa kalmış durumda. Aslında Harris, 2020 başkanlık önseçim yarışında feci bir sonuç alarak hemen çekilmiş bir isim. 2017-21’deki kısa süreli senatörlük dönemi öncesinde San Francisco Savcılığı ve California Başsavcılığı dönemi var. Başkan adaylığında etkili olan valilik gibi büyük hükümet görevi deneyimi yok. Yönetim beceresi sorgulanan, siyasi fikir ve vizyonu belirsiz bir isim.
Amerikan standartlarında ‘solcu’ ve ‘ilerlemeci’ diye pazarlanıyor. Başsavcıyken Yüksek Mahkeme kararları hilafına davranarak aslında tahliye edilebilecek, şiddete bulaşmamış hükümlüleri hapishane sisteminde ‘köle emeği’ olarak tutması, hakkındaki tartışmaların en öne çıkanı. 2020 önseçimi münazarasında Amerikan müesses nizamı için ‘fazla kaliteli’ olan Tulsi Gabbard’ın, ‘kendisi tüttürürken’ 1567 siyahı düşük düzeyde marihuana bulundurmaktan hapiste tuttuğunu söylemesi karşısında zor anlar yaşamıştı. Başsavcıyken mağdurlarla ilgilenmek yerine makamı ve Senato’ya seçilebilmek için hatırlı tanıdıklarının ceza davalarını düşürdüğü iddia ediliyor.
3.5 yıllık başkan yardımcılığındaki performansı sönük. Sorumlu olduğu göç politikaları ise ABD için faciaya döndü. New York kentinde OHAL bile yaşandı. Bir ziyaretinde Guatemala Başkanı’nın yüzüne Amerika’ya göçün temel nedenleri olarak ‘siyasi yolsuzluğun’ hemen ardından ‘LGBT bireylere, kadınlara ve Afro kökenlilere şiddetin bulunduğunu’ söylemişliği var. Kimlikçilik en öne çıkan yanı. Siyah toplumdaki karşılığı epey tartışmalı görünüyor ama ‘en büyük siyah’, kadın ve LGBTQ hakları savunucusu. Artık insanın yetişkin dişisine ‘kadın’ demenin güçleştiği toplumsal cinsiyetçi Amerika’nın ‘renkli’ kadın başkanı olmaya soyunuyor.
Kamala’nın en büyük zaafı bizatihi ‘kişiliği’. Liderliğin güçlü belagat yerine medya cilasından geçtiği ‘prompter yüzyılında’ bile nadir bulunacak bir şahsiyet! Birbirini tekrarlayan anlamsız cümleleri video kliplerinin alay konusu. Haliyle sahteleri de üretiliyor; sahici olanların yanında ‘kaynıyorlar’. En meşhur olanı ‘annesinin Hindistan cevizi ağacından düşen çocuklarla’ ilgili kimsenin mana veremediği bir espri yapıp bir tek kendisinin şuh kahkahasıyla gülmesi. Ama sarsak hareketlerle dans etmesi üzerinden siyasi analiz yapılabiliyor. Bakışı, konuşması, jestleri, her haliyle bir samimiyetsizlik abidesi. Yazılı metinleri okumakla sınırlı kalmaması ‘tehlikeler’ barındırıyor, seçilirse ‘gafço Biden’ı sollama’ riski var. 2020 seçiminde ‘kim bu’ diye merak edip söyleşilerini izlemişliğimden söylüyorum; Hollywood hukuk film ve dizileri meraklısı olarak ‘nasıl olmuş da Amerikan hukuk sisteminde başsavcılığa yükselmiş’ diye düşünmüştüm. Tabii ‘kalitesi’ Amerika’da başkan seçilenlerin genel düzeyi açısından bir handikap sayılmamalı.
TRUMP’A KAYBEDECEKSE KAMALA KAYBETSİN HESABI…
Yani; Kamala Harris’in vaktiyle ağzı laf yapan bir ‘yaşlı kurt’ olarak Biden’ın içine sinmemesi doğal. ABD’nin son dönemde en ‘entelektüel’ başkanı olan Barak Obama’nın da Kamala’yı içine sinmediği anlaşılıyor. Nitekim günlerce açık destek sunmadı. Eşi Michelle en baştan adaylığı reddettiğinden meselenin ailenin bekasıyla da ilgisi görünmüyor. Açıkçası olup biten her şeyi bilen ama başkanken bile ‘üstüne alınmayarak yönetme’ becerisine sahip olan Obama ‘büyük devlet adamı’ olarak ‘partisi için kaygılanıyor’ ve Kamala’nın kaybetme ihtimalinden endişe ediyor gibi görünüyor. Rivayet o ki Obama ayrıca Demokratik Parti konvansiyonunda en azından rekabetçi bir görüntü verilmesini istediğinden Kamala’ya geç destek açıkladı.
Artık Roosevelt, Johnson, Kennedy gibi liderler çıkaramayan Demokratların durumu doğrusu parlak değil. Aslında Michigan Valisi Gretchen Whitmer yahut Kaliforniya Valisi Gavin Newsom gibi genç isimler var. Ancak kimsenin ‘kaybedecek kişi olmak istemediği’ anlaşılıyor. Yani ‘Trump’a kaybedecekse Kamala kaybetsin’ hesabı…
Dolayısıyla Demokratik Parti 19-22 Ağustos’ta Chicago’daki konvansiyona giderken görünüm şu: Iowa’da 15 Ocak’ta başlayan ön seçim haziranda sona erdi. 3 bin 930 delegeden 1976’sı yeterliyken Biden 3 bin 800’den fazla delegenin desteğini aldı. Şimdi bu delegeler oy vermedikleri atanmış Kamala’ya destek sunmakta. Teselli ‘Amerikan demokrasisini Trump’tan kurtarmak’ şiarında gizli. Genelde üçüncü dünya ülkelerine reva görülen türden bir ‘Amerikan demokrasisi iç ve dış düşmanların tehdidi altında’ vurgusu hakim.
Bu koşullarda Kamala’ya “Adaylığı hak etme ve kazanma niyetindeyim” demek kalıyor. Daha beteri Harris kamyanyayı ‘fiziksel ve zihinsel melekeleri’ yerinde olmayan bir Başkan’ın gölgesinde yürütmek durumunda. Aslında ABD Anayasası’nın 25. Ek Maddesi uyarınca, Başkan Yardımcısı ve Kabine, Başkan’ın görevine devam edemeyeceğini ilan etme ve onu istifaya zorlama yetkisine sahip olsa da… Kim bilir belki Konvansiyonla birlikte bu tartışmalar canlanır ve artık ‘topal ördek’ olmaktan bile çıkmış Biden’ı başkanlıktan da edebilirler.
İronik olan Washington Post’un ‘Tarihçiler Biden’ın çekilmesinin Amerikan demokrasisinin işlediğini gösterdiğini söyledi’ başlıklı makalesi olsa gerek. Amerikan siyasi tarihi ve gelenekleri açısından gelinen yere işaret ediyor.
Şimdilik Kamala’nın neoliberal medya cilasıyla keyfi yerine gelmiş görünüyor. Ama Biden’ın trajediye dönen devrilme sürecini tetiklediği anlaşılan Trump’a suikast girişiminin ardından Cumhuriyetçi cephe de konsolide oldu. Üstelik Trump’ın şimdiden müesses nizamı tedirgin etmek bakımından kendisini aşmaya başlayan bir de başkan yardımcısı adayı var: JD Vance. ‘Rekabetçi Amerikan’ denkleminin Cumhuriyetçi ayağındaki resmi de bir sonraki yazıya bırakalım.