Putin’in 14 Haziran’da Dışişleri kolezyumundaki konuşmasında yaptığı “ateşkes” teklifini ültimatom olarak nitelemiştim; zira bu teklif, denazifikasyon ve demilitarizasyondan başka (mevcut temas hattı bile değil) Kiev kuvvetlerinin Rusya’ya yeni katılan dört yeni federal bölgenin idari sınırlarının dışına çıkmasını da şart koşuyordu. Başka deyişle, “geçici bir mütareke veya ateşin durdurulması” (Putin bu ifadeyi kullanmıştı) ancak Rusya’nın şartlarında barışın kabul edilmesi durumunda mümkündü. ABD savunma bakanı Austin ve NATO genel sekreteri Stoltenberg teklifi Kiev’den önce reddettiler; 20 Mayıs’ta görev süresi dolarak meşruiyetini tamamen kaybetmiş olmasına rağmen iktidarın başı sayılan komedyen-başkan ise koroya sonra katıldı, ama çok dikkat çekici bir ifadeyle: bu şartlara “itimat edilemeyeceğini” ve bunlar “kabul edilse bile” Rusya’nın taarruzu durdurmayacağını söyledi. Rusya’ya kapitülasyon, savaş tazminatı ve iktidar değişikliği dayatan adam, ilk defa, Rusya’nın ağırlaştırılmış ve ağırlaşmakta olan şartlarını kabul etme ihtimalinden söz ediyordu.
Kiev’deki komedyen-başkan Putin’in açıklamasını görmeden konuşmuş da olabilir, ama böyle bir meselede kulağına fısıldananları tekrar etmesi çok daha olası. İsviçre’deki son “barış” fiyaskosunda rejimin (ve sahiplerinin) daha önceki şartları yerine bu defa üç geri nokta üzerinde uzlaşma sağlamaya çalışması, değişen bir şeyler olduğunu daha o zamandan gösteriyordu: Karadeniz’de seyrüsefer serbestliği (esasen Türkiye’yle ilgili), nükleer ve enerji güvenliği (esasen Çin’i cezbetmekle ilgili), esir takası ve çocukların geri dönmesi (esasen bu meselelerde başarılı gizli arabuluculuk yürüten Körfez ülkeleriyle ilgili).
Rusya’nın ateşkes hamlesi sahada taarruz ve şartları ağırlaştırılmış bir diplomasiden ibaret değildi. Putin aynı konuşmada “çatışma bölgelerinde ABD’nin düşmanlarına yüksek teknoloji ürünü silah tedarikinde bulunabileceklerini” de vurguladı ve dahası, KDHC’ne ziyaretinde, ABD, Güney Kore ve Japonya’ya karşı askeri blok anlamına gelen ittifak kurdu. Onu içinde nükleer denizaltının da olduğu bir donanma birliğinin Havana’dan başlayarak Güney Amerika limanlarını ziyareti takip etti. Bunların sadece ABD’nin Ukrayna meselesindeki tutumuna değil Rusya’ya karşı küresel saldırganlığına karşı misilleme olduğu da belli: ABD yüksek teknolojide silah yığmaya devam ediyor, Güney Kore’den ve başka yerlerden mühimmat, Japonya’dan Patriot alıp Kiev’e veriyor, vb.
Bir şeylerin değişmekte olduğunun işaretleri arasında şu aşağıdakileri de saymak gerek:
Haziranın son haftasında Kiev rejimi ombudsmanı Dmitriy Lubinets, Rusya ile geleneksel olarak iyi ilişkiler içindeki bazı ülkelerin Kiev’e Rusya ile temas kurmak için “kendi iletişim kanallarını kullanmasını” önerdiklerini söyledi.
Geçen yılın sonundan bu yana Avrupa’nın en şahinini oynayan ve Kiev rejimine destek için muharip göndermekten söz eden (yeri gelmişken: diğer iddialar bir tarafa, Harkov’da geçen güz yıkılan bir otelin altında onlarca gayri resmi Fransız muharip olduğu biliniyor) Fransa’nın başındaki Rothschild emeklisi banker ansızın Putin’le diyalog için yanıp tutuşmaya başladı: “Keşke Putin’le diyaloğu sürdürseydik. Son birkaç aydır olmadı, ama şu ya da bu konu hakkında (diyaloğu) dışlamıyorum.”
Bu günlerde Trump’ın iki önemli yardımcısının (biri, Keith Kellogg ve Fred Fleitz) Kiev rejimine “cephe hattını” esas alan barış görüşmeleri telkin eden bir plan hazırladığı da ortaya çıktı.
En ilginç çıkışlardan biri haziran sonunda gene komedyen-başkandan geldi: Philadelphia Inquirer’e verdiği beyanatta, “batı için zaferin Rusya’nın Ukrayna’nın tamamında kontrolü ele geçirmemesi olduğunu” söyledi. Komedyen-başkan sahadaki mevcut durumun kabul edilmesi için pazarlık yapıyordu: “İktisadi güvenliğimiz için AB’de olmalıyız. Fiziki güvenliğimiz için de NATO’da olmalıyız.” — Türkçesi, eğer kalan Ukrayna’nın NATO ve AB üyeliği güvenceye alınırsa temas hattı (belki, hatta kaçınılmaz olarak, Rusya’ya katılan dört yeni federal bölgenin idari sınırları da) mütarekenin temeli olur. (Faşist paramiliter-militer Azov taburunun komedyen-başkanı ölümle tehdit ettiğini de hatırlayalım.) Komedyen-başkan Moskova ve Kiev’in “aracılar üzerinden” görüşmeler yapabileceğini de söyledi ve hububat anlaşmasında olduğu gibi bir “model” önerdi — yani BM ve Türkiye üzerinden. Gerçekten Türkiye’yi mi kastettiği sorusuna kesin bir cevap vermek mümkün değil, ancak bir daha altını çizmekte fayda var: hukuki meşruiyetinden başka siyasi iradesinin de sonuna gelen komedyen-başkanın böyle meselelerde kulağına fısıldananları tekrarladığını kabul etmek gerek. Gene de gerçek karar alıcılar arasında bir Türkiye seçeneğinin revaçta olduğu anlaşılıyordu. Önce Putin’in ŞİÖ zirvesinde bir genellemeyle (“Sadece arabulucuların yardımıyla çatışmanın sona erdirilmesi küçük ihtimal; bir arabulucu belgeleri imzalamaya da yetkili olmalı”), sonra aynı yerde açıkça, son olarak da Peskov’un doğrudan doğruya “Türkiye’nin arabuluculuğunun mümkün olmadığını” söylemeleri herhalde boşuna değildi.
Bu zincirdeki en önemli halkalar, hiç kuşkusuz, AB Konseyi dönem başkanı Macaristan başbakanı Viktor Orbán’ın Kiev ve Moskova ziyaretiydi. Kiev ziyareti öyle anlaşılıyor ki AB içinde büyük gürültü koparması mukadder olan Moskova ziyaretine tepkileri yumuşatmak için planlanmıştı; Kiev başkanlık idaresinin ve ardından komedyen-başkanın Orbán’ı kastederek Moskova’ya gideceğinden haberleri olmadığını söylemeleri de bunu doğruluyor. Ne var ki açıklamaların tonundaki yumuşaklık, Moskova ziyaretinden rahatsızlık izlenimi yaratmıyor — Avrupa’nın siyasi elitinin rahatsızlığı Kiev’in rahatsızlığından çok daha büyük. Tersine, Kiev bu ziyaretten sonra, “Budapeşte ile Avrupa entegrasyonunda ilerleme çabasını devam ettirmek istediğini” vurguladı.
Orbán’ın Moskova ziyaretine Putin’in sözleri damgasını vurdu. Putin basın toplantısında Rusya’nın ateşkes şartlarını hatırlattı: Kiev kuvvetlerinin Rusya’nın dört yeni federal birimin idari sınırlarının dışına çıkması. Demilitarizasyon ve denazifikasyon ile NATO’ya girmeme güvencesini ise ilk defa bunların dışında tuttu ve temel şart olarak anmadı: “Başka şartlar da var ama bütün bunlar olası bir ortak çalışma sırasında yeterince ayrıntılı bir mülahazanın konusu.” Şartlar sıralaması iki nedenle tutarlılığını koruyor. Birincisi, Orbán adı konulmamış bir ateşkes misyonuyla gelmişti; ikincisi, ateşkes sahadaki askeri durumla ilgilidir, ateşkeste ilkeleri kabul edilecek siyasi durum ise olası barışı ilgilendiriyor.
Putin’in Orbán karşısında Kiev kuvvetlerinin dört yeni oblastten çekilmesi şartını öne çıkarması, diğer şartları ise “ortak bir çalışmaya” bırakması ilk bakışta taviz gibi görünüyor; ancak daha Orbán Moskova yolundayken Putin ŞİÖ zirvesinde “ateşkesin, görüşmeler için mutabakata varılmadan mümkün olmadığını” ve görüşmelerin de 2022 nisanında İstanbul’da varılan ön mutabakatı temel alması gerektiğini vurgulamıştı ve dahası, görüşmenin ardından Orbán’ın Die Weltwoche’ye verdiği mülakata göre İstanbul mutabakatını özellikle vurgulamış ve kısa süreli bir ateşkes fikrine de olumsuz yaklaşmıştı.
İspanyol El Pais de geçen hafta Orbán’ın AB liderlerine ve Konsey başkanı Charles Michel’e Kiev ve Moskova gezisiyle ilgili iki gizli rapor gönderdiğini yazdı. Orbán bu raporlarda Putin ve Şi’nin yeni barış görüşmelerinin bu yılın sonuna doğru başlayacağını düşündüklerini belirtiyor ve AB’nin ABD’yi beklemeden barışçıl inisiyatif almasını istiyor, zira: “önümüzdeki iki ay sahadaki durum her zamankinden daha dramatik bir hal alacak”. Raporlarda “ateşkes ve görüşmelerle ilgili yol haritasına dair bütün olası önerilerin olumlu karşılanacak olmasının en büyük şans” olduğunu vurguluyor ve yeni ABD yönetiminin “hızlı ve yoğun barış görüşmelerine” ilgi gösterebileceğini belirtiyor.
Ve son olarak ABD Dışişleri sözcüsü Matthew Miller geçen gün, Kiev rejiminin Rusya’yı “ikinci” bir “barış zirvesine” çağırmaya karar vermesi halinde bu kararı destekleyeceklerini söyledi. Miller rejimin içindeki olası “şahinlere” de gözdağı verdi: ABD zaten diplomasiyi her zaman desteklermiş.
Özetle, mevcut durum kışa doğru bir mütareke veya ateşkes seçeneğinin yaygın bir şekilde tartışıldığını gösteriyor. Avrupa tamamen devre dışı; Kiev rejimi (yani ABD) ise pazarlıkta, ateşkesin askeri şartlarının kabulü karşılığında Ukrayna’nın geri kalanının NATO’ya girmesini sağlamaya çalışıyor.