Çevirmenin notu: ABD’nin hasım ülkelere karşı güçlü para birimini silaha dönüştürmesi ve ülkeleri iktisadi darboğazlara sokması bugünün en çarpıcı olgularından biri. Öte yandan Çin, Rusya ve “küresel Güney” ülkelerinden müteşekkil BRICS grubu, doların hegemonyasına karşı geliştirdiği çeşitli alternatiflerin lansmanını yapıyor ama bunların oluru var mı, orası şüpheli.
Amerikalı blog yazarı Noah Smith, BRICS’in öncülerinin tebliğ ettiği projelerin pek inandırıcı ya da gerçekleşmesi mümkün olmadıklarını, hatta BRICS’in bizzat kendisinin geleceğini olmadığını, çeşitli gerekçelerle izah ediyor. Bununla birlikte, yazarın, uluslararası finansal akışlardaki dolar kullanımına ilişkin tezlerinin (“ABD baskısı yok”, “dolar kullanılıyor, çünkü kullanması kolay”) fazla kolaya kaçtığı söylenmeli ve buralara birer soru işareti konmalıdır.
BRICS düzmecedir
Noah Smith
27 Ağustos 2023
BRICS NATO karşıtı değil, doların yerini almayacak ve küresel ekonomik büyümeyi kontrol etmeyecek.
Çin ekonomisi muhtemelen uzun vadeli bir durgunluk sürecine girerken Batı basını, Çin’in kontrol ettiği yeni uluslararası teşkilatlanmalar aracılığıyla dünya üzerinde nüfuz ve belki de dünya hakimiyeti kurma çabası konusunda uyarılarda bulunuyor. Financial Times’tan James Kynge şöyle yazıyor:
“Çin’in planının anahtarı, Çin liderliğinde bir dizi ülke grubu oluşturarak, genişleterek ve finanse ederek gelişmekte olan dünya üzerindeki liderliğini istikrarlı bir şekilde kurumsallaştırmak. […] Bu stratejinin amaçları büyük ölçüde çift yönlü: dünyanın geniş bir kesiminin Çin ticaretine ve yatırımına açık kalmasını sağlamak ve ülkenin gücünü ve değerlerini yansıtmak için BM’de ve diğer forumlarda gelişmekte olan ülkelerin oy gücünü kullanmak.”
Bu gruplardan en önemlisi —ya da en azından Batı’da en çok dikkat çeken ve en çok endişeyle karşılananı— BRICS. Bu biraz tuhaf örgüt, 22 yıl önce Goldman Sachs analisti Jim O’Neill tarafından oluşturulan bir yatırım stratejisi olarak hayata geçmişti; temelde, hızla büyüyeceğini düşündüğü büyük gelişmekte olan ülkelerden oluşan bir grup. “BRICs” bu ülke listesinin —Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin— kısaltmasıydı. Daha sonra bu dört ülke bir araya gelerek Goldman Sachs’ın kısaltmasını gerçek bir ekonomik foruma dönüştürmeye karar verdiler ve burada periyodik olarak bir araya gelerek iktisadi kalkınmayı nasıl hızlandıracaklarını, yeni finansal kurumlar oluşturmayı ve gelişmekte olan ülkelerin dünyadaki genel etkisini nasıl artıracaklarını ele aldılar. 2010 yılında Güney Afrika da katıldı ve BRIC, BRICS oldu.
BRICS toplanmaya ve hiçbiri bir yere varmayan iktisadi teşebbüsler önermeye devam etti. Şubat ayında grup hakkında yazdıklarımı aktarmakla yetineceğim:
“2009 yılında [BRICS] düzenli olarak toplanmaya ve kendi iktisadi kurumlarını nasıl oluşturacağını düşünmeye başladı; Dünya Bankası ile rekabet edecek bir Yeni Kalkınma Bankası, döviz krizi zamanlarında birbirlerine borç vermek için bir Koşullu Rezerv Düzenlemesi (genelde IMF’nin yaptığı şey), denizaltı fiber-optik kablo sistemi vb.
Bu da sonuç vermedi. Yeni Kalkınma Bankası neredeyse hiç kredi vermedi ve bu da Jim O’Neill’in bankayı bir hayal kırıklığı olarak ilan etmesine neden oldu. Rusya 2022’de Ukrayna’yı işgal ettiğinde, NDB Ukrayna ile bağlarını kopardı. Koşullu Rezerv Düzenlemesi aslında hiçbir şey yapmadı ve BRICS Kablosu hiçbir zaman dönüşmedi.”
Evet, BRICS teşkilatının bugüne dek yapmayı başardığı hiçbir şeyin toplamını sıralamak için iki kısa paragraf yeterli. Ama yine de insanlar BRICS’in küresel öneme sahip bir teşkilat olduğuna inanmaya devam ediyor. Sadece Batı basınındakileri değil, dünyanın dört bir yanındaki bir dizi ülkeyi kastediyorum. Güney Afrika’daki son BRICS zirvesinde grup altı yeni üyeyi — Suudi Arabistan, İran, BAE, Arjantin, Mısır ve Etiyopya— kabul etti. Bu altı ülke, bu yılın başlarında resmi başvuru sunan 19 ülke arasından seçildi (Endonezya gibi bazıları daha sonra geri adım attı). Teşkilatın iki kademeli bir üyeliğe sahip olup olmayacağı ve bazı ülkelerin sadece “ortak” olup olmayacağı net değil, fakat BRICS’in gerçek ekonomi politikası açısından hiçbir şey yapmadığı göz önüne alındığında, bunun önemli olup olmadığından emin değilim.
Peki BRICS neden medyada bu kadar ilgi görüyor? Bunun bir nedeni, bazı insanların BRICS’in yeni oluşmakta olan bir jeopolitik ve hatta askeri ittifak, yani ABD hegemonyasına ve Batı hakimiyetine son verecek küresel bir anti-NATO vs. vs. olduğunu düşünmesi (ve bazılarının da bunu umması). Örneğin, iktisatçı Branko Milanovic yakın zamanlarda şöyle yazmıştı:
“Putin’in NATO’nun genişlemesine yardımcı olması, ittifakın küreselleşmesi yeni BRICS’i yarattı. Etki-tepki.”
Bu elbette saçmalık. Çin ve Rusya hakikaten de gelişmiş demokrasilere karşı yarı bir ittifak halindeler ve Hindistan’ın Rusya ile Soğuk Savaş dönemindeki ortaklıklarına dayanan dostane ilişkileri var. Fakat Hindistan ve Çin müttefik değil, stratejik rakipler. Arada bir kanlı sınır çatışmaları yaşıyorlar ve bu çatışmalar periyodik olarak “gerilimi azaltma” söylemleriyle yatıştırılamıyor. Hindistan, ABD ile iktisadi ve stratejik ortaklığını derinleştirirken bile pek çok Çin uygulamasını yasaklıyor ve Çin mallarının ithalatını kısıtlamak için harekete geçiyor.
Hindistan ve Çin arasındaki gerilimler, Asya’daki ve başka bölgelerdeki pek çok ülke gibi son birkaç yıldır Çin’e karşı fikri sert bir şekilde değişen Hindistan kamuoyunda oldukça belirgin. Aslında Brezilya da Çin’e daha az sıcak bakar hale geldi.
Bu, BRICS’in NATO karşıtı olmamasının en bariz nedeni. Bunun dışında başka nedenler de var: Suudi Arabistan hala ABD’nin müttefiki ve Brezilya, Güney Afrika, Etiyopya, Mısır ve Arjantin gibi ülkeler büyük güç çatışmalarına dahil olmak istemiyor. Rusya ve İran gelişmiş demokrasilere karşı Çin ile ittifak yapmak isteyebilir ama geri kalanlar bununla ilgilenmiyor.
BRICS aynı zamanda temel değerler konusunda da görüş ayrılığına düşüyor. Hindistan ve Brezilya demokrasiye büyük değer verirken Çin, Rusya ve İran demokrasinin en büyük karşıtları oldu. Bu, BRICS ile ortak demokratik idealler dizisini destekleyen G7 arasında sık sık yapılan karşılaştırmaların yersiz olmasının pek çok nedeninden biri.
Değerler arasındaki bu farklılıklar BRICS bünyesindeki gerilimlerde de kendini gösterdi. Gruplaşmayı genişletme çabası Çin’den gelirken Hindistan ve Brezilya buna direnmeye çalıştı:
“Hindistan ve Brezilya, Çin’in siyasi nüfuzunu artırmak ve ABD’ye karşı koymak için gelişmekte olan piyasalardan oluşan BRICS grubunu hızla genişletme teklifine karşı çıkıyor… Çin bu toplantılar sırasında defalarca genişleme için lobi yaptı…
İki Hintli yetkili, Hindistan’ın Çin’in genişleme çabalarına karşı çıkmasının ardından gruba kabul kurallarının taslağının hazırlandığını söyledi… Hindistan, BRICS ülkelerinin grubu genişletmek istiyorlarsa, hanedan ve otokratik bir yönetime sahip Suudi Arabistan yerine yükselen ekonomilerin yanı sıra Arjantin ve Nijerya gibi demokrasilere bakmaları gerektiği fikrini öne sürdü…
Brezilyalı bir yetkili, Brezilya’nın BRICS ittifakında doğrudan bir çatışmadan kaçınmak ve Çin’in bu ittifakı G7’ye meydan okuyan düşmanca bir yapı haline getirme baskısına direnme yönünde gizlice çalıştığını söyledi.”
Bu durum, BRICS’i bir zamanlar halkların NATO karşıtı olacağını düşündüğü Çin liderliğindeki bir başka teşkilata benzetiyor: Çin, Rusya, Hindistan ve İran’ın yanı sıra Suudi Arabistan ve Mısır’ın da “diyalog ortakları” olarak yer aldığı Şanghay İşbirliği Örgütü. Hindistan ile Çin arasındaki gerilimler nedeniyle bu teşkilatın hiçbir gücü, önemi ya da gerçek somut girişimleri kalmadı (Aslında, gözlerinizi iyice kısarsanız, Hindistan’ın Çin liderliğindeki teşkilatlanmalara katılıp daha sonra bunların etkinliğini sönümlendirme stratejisini görebilirsiniz). Jeostratejik açıdan BRICS, tam da ŞİÖ’nün düştüğü duruma düşecek gibi görünüyor.
Üye ülkeler arasındaki gerilimler, BRICS’in Rusya’nın gündeme getirdiği ABD dolarının yerini alacak ortak bir para birimi oluşturma fikrini asla hayata geçiremeyecek olmasının nedenlerinden biri. Hindistan, Çin uygulamalarının ülkeye girmesine bile izin vermiyorsa, rupiyi RMB ile birleştirmesinin hiçbir yolu yok. Çin’in diğer BRICS üyelerine kıyasla çok daha büyük bir iktisadi ağırlığa sahip olduğu düşünüldüğünde, ortak bir para birimi planına dahil olmak Brezilya, Hindistan, Suudi Arabistan, Arjantin, Mısır ve diğerlerinin para politikası bağımsızlığını ortadan kaldıracaktır. Ağır yaptırımlara maruz kalan ekonomileri ve finansal sistemleriyle Rusya ve İran para birimlerini yuanlaştırmakta fayda görebilirler, ancak diğerlerinin hiçbiri bunu yapmayacaktır. Açıkça söylemek gerekirse bir BRICS para birimi asla gerçekleşmeyecek.
Peki ya ortak bir para birimi olmasa bile ABD’nin finansal hakimiyetinin yerini daha genel olarak almak? Burada uluslararası finans sisteminin özünde nasıl işlediğine dair bazı yaygın yanlış anlamalar olduğunu düşünüyorum. IMF ve Dünya Bankası gibi yoksul ülkelere borç para veren ve şu anda Batı’nın hakimiyetinde olan çok taraflı kuruluşlar var. Fakat bu kuruluşlar yoksul ülkelere borç verme konusunda tekel konumunda değiller; Çin halihazırda bu işi kendi başına fazlasıyla yapıyor.
Dolayısıyla BRICS, Koşullu Rezerv Düzenlemesi’ni hakikaten de hayata geçirip alternatif bir IMF/Dünya Bankası’na dönüştürse bile bu, küresel finans sistemini halihazırda olduğundan çok daha farklı bir hale getirmeyecektir. Ve pratikte, böyle bir kuruluş tarafından verilen krediler Pekin’de siyasi olarak belirlenecek ve Çin’inki kadar iyi, yani çok da iyi olmayan bir performans gösterecektir. Hindistan ve Brezilya muhtemelen bir grup yoksul ülkenin “borç tuzağı diplomasisi” yürüttükleri için kendilerine kızmasını istemeyeceklerdir, bu nedenle BRICS’in IMF ya da Dünya Bankası benzeri kredilerini sınırlandırmak için baskı yapacaklarını tahmin ediyorum.
Doların rezerv/ödeme para birimi olarak rolü ve çok taraflı kredi kuruluşlarının varlığı dışında, uluslararası finansal sistemde çok fazla bir şey yok. Diğer tek büyük parça SWIFT gibi küresel ödeme altyapısı. ABD ve Avrupa, Ukrayna’nın işgal edilmesinin ardından Rusya’ya mali yaptırımlar uyguladıklarında bu altyapıya erişimi kısıtlayarak ağırlıklarını koyabileceklerini gösterdiler. Ancak bu mali yaptırımların etkisi yalnızca bir yıl kadar sürdü zira Rusya, nihayetinde ödeme yapmanın ve ödeme almanın başka yollarını keşfetti. Bu da Batı’nın cephaneliğindeki en korkutucu finansal silahtı.
Dolayısıyla Batı’nın ya da ABD’nin küresel finans sistemi üzerindeki sözüm ona hakimiyetinin pek bir anlamı yok; yani BRICS’in ilk etapta yerine koyabileceği pek bir şey yok. ABD’nin sistemde oynadığı büyük rol hegemonyadan değil, kolaylıktan kaynaklanıyor; bunu görmek için BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası’nın borçlanmasının çoğunu nasıl dolar cinsinden yaptığına bakın. Bunun nedeni ABD’nin onlara bunu yaptırması değil, sadece bu daha kolay.
Batı basınının BRICS ile ilgili son endişesi, söz konusu ittifakın Çin’in gelişmekte olan dünya üzerindeki iktisadi liderliğini pekiştireceği yönünde. Kynge şöyle yazıyor:
“Bu stratejinin en önemli bağlamı, Çin’in küresel güney üzerinde daha güçlü liderlik arayışına girerek, dünyanın en büyük ve en hızlı büyüyen kısmıyla aynı safta yer alması…
Şi, 2021’de katıldığı bir forumda ‘Çin her zaman gelişmekte olan ülkeler ailesinin bir üyesi olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin küresel yönetişim sistemindeki temsiliyetini ve sesini yükseltmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz,’ demişti.”
Bu kesinlikle Çin liderlerinin aklında olan bir şey.
Şimdi, Çin Dışişleri Bakanlığı’nın yerinde olsaydım, ülkemin asla gelişmiş statüsüne ulaşamayacağını gururla ilan etmezdim; kimse orta gelir tuzağının havalı bir yer olduğunu düşünmüyor. Fakat her halükârda Çin’in, gelişmiş ülkelerde bozulan imajı ve durgunlaşan ihracatı göz önüne alındığında, gelişmekte olan küresel bir ekonomi ittifakının lideri olmaya yönelebileceğini düşündüğü aşikâr.
Ancak BRICS ülkelerine bakarsanız, yeni katılanlar da dahil olmak üzere, çok azının aslında hızla geliştiğini görürsünüz. Çoğunlukla doğal kaynak ihracatçısı olan bu ülkelerin ekonomileri farklı gelir seviyelerinde plato çizmiş durumda. Çin dışında sadece Hindistan ve Etiyopya son on yıl içinde önemli miktarda büyüme kaydetti.
Hindistan’ın Çin ile olan ekonomik rekabetinden daha önce bahsetmiştim, dolayısıyla BRICS’te Çin’in istifade edebileceği hızlı büyüme potansiyeli açısından geriye sadece, zaman zaman iç savaşa dönüşen derin siyasi istikrarsızlıklarla boğuşan Etiyopya kalıyor.
Şu anda dünyanın büyüme potansiyelinin ciddi bir kısmı Güney ve Güneydoğu Asya ülkelerinde —Hindistan, Bangladeş, Endonezya, Filipinler, Vietnam vb— yatıyor. Fakat Hindistan hariç bu ülkeler BRICS üyesi değil. Ve bu ülkelerin çoğunun Çin hakkındaki fikirleri hafif dostane olmayan bir yaklaşımdan açıkça düşmanca bir yaklaşıma kadar uzanıyor. Çin’in Asya’daki bölgesel ve hegemonik hırsları arttıkça, bu ülkeler Hindistan, Japonya, ABD, Avrupa ve birbirlerine daha da yakınlaşıyor. Bazıları hala Çin yatırımlarını ve mallarını memnuniyetle karşılayacaktır ama bunu Çin’in demokratik rakipleriyle de yatırım ve ticaret bağlantılarıyla dengelemeye çalışacaklardır. Ve Çin’in iktisadi olarak yavaşlaması, Brezilya’da halihazırda olduğu gibi, gelişmekte olan ülkelerdeki fikir birliğini büyük ölçüde azaltacaktır.
Her neyse, Batı basınında bazılarının BRICS’ten algıladığı tehdidin her yönü esasen sahte. Daha keskin görüşlü yorumcular, teşkilatın ŞİÖ gibi bir şeye, bir amaç arayan bir kısaltma ve hiçbir zaman gerçek bir şeye dönüşmeyen belirsiz bir jeo-iktisadi güç kavramına dönüşebileceğini düşünüyor.