Dünya Basını
Batı’nın Gazze sessizliği

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız makale, İsrail’in kuruluşuna dair resmi anlatıyı sorgulayan “Yeni Tarihçiler” arasında yer alan ve İsrail’in etnik temizlik politikalarına dönük hayli eleştirel çalışmalarıyla tanınan İsrailli tarihçi Ilan Pappé’ye ait. Pappé, makale boyunca Gazze’de süregiden soykırım karşısında Batı’nın sergilediği kurumsal ve entelektüel sessizliği, “ahlaki panik” kavramı etrafında çarpıcı bir biçimde teşhir ediyor. Batı Avrupa’nın ve ABD’nin, bilgiye erişimin bu denli kolay olduğu bir çağda bile Filistinlilerin uğradığı sistematik şiddeti görmezden gelmesini yalnızca ideolojik körlükle değil, aynı zamanda bilinçli bir suç ortaklığıyla açıklayan yazar, resmi Batı siyasetinin ve medya düzeninin, İsrail baskıları karşısında içine düştüğü suskunluğun, Holokost sonrası suçluluk duygusu ve ırkçılıkla harmanlanarak bir tür düşünsel felce dönüştüğü tespitini yapıyor. Gerçekten de Filistin direnişinin şeytanlaştırılması, soykırımın görünmez kılınması ve insani dayanışmanın bastırılması, yalnızca medya ya da siyaset düzleminde değil, ahlaki tahayyülün bizzat kendisinde bir çöküşe işaret ediyor. Bu çöküşe karşı yükselen dayanışma sesleri ise, sadece Filistin’in özgürlüğü için değil, evrensel vicdanın yeniden inşası için de taşıyıcı bir rol üstleniyor.
“Ahlaki panik” ve konuşma cesareti üzerine: Batı’nın Gazze sessizliği
Ilan Pappe
The Palestine Chronicle
19 Nisan 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Batı dünyasının Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki duruma verdiği tepkiler rahatsız edici bir soruyu gündeme getiriyor: Neden resmi Batı, özellikle de Batı Avrupa, Filistinlilerin çektiği acılara karşı bu denli kayıtsız?
[ABD’deki] Demokrat Parti, Filistin’de her gün yaşanan insanlık dışı uygulamaların sürdürülmesinde doğrudan ve dolaylı olarak neden bu denli suç ortağıdır -öyle ki bu suç ortaklığı o kadar aşikar hâle gelmiştir ki, Arap Amerikalılar ve ilerici seçmenler, kritik eyaletlerdeki oylarıyla, soykırımdaki payı nedeniyle Biden yönetimini cezalandırmış ve bu durum muhtemel ki Demokratların seçimi kaybetmesinin nedenlerinden biri olmuştur?
Bu sorunun sorulması oldukça yerindedir, zira şu an televizyonlarda canlı yayınlanan bir soykırımla karşı karşıyayız. Bu durum, Batı’nın kayıtsızlık ve suç ortaklığının daha önce de sergilendiği Nakba döneminden veya 1967’den beri süregelen işgal yıllarından farklı.
Nakba sırasında ve 1967’ye kadar bilgiye erişim çok kolay değildi. 1967 sonrası baskılar ise kademeliydi ve Batı medyası ile siyaseti, Filistinliler üzerindeki artan etkisini görmezden gelmeyi tercih etti.
Ancak son on sekiz ay bambaşka bir tablo sunuyor bize. Gazze Şeridi’ndeki soykırımı ve Batı Şeria’daki etnik temizliği görmezden gelmek, ancak kasıtlı bir tercihle açıklanabilir; cehaletle değil. İsrail’in eylemleri ve bu eylemlere eşlik eden söylemler, siyasetçiler, akademisyenler ve gazeteciler bile isteye göz ardı edilmediği sürece, görmezden gelinemeyecek kadar açık.
Bu türden bir cehalet, her şeyden önce, Avrupa’nın suçluluk kompleksi, ırkçılık ve İslamofobi gibi verimli bir zeminde filizlenen başarılı İsrail lobiciliğinin ürünü olabilir. ABD söz konusu olduğunda ise, bu durum, akademi, medya ve özellikle siyaset dünyasında çok az kişinin karşı çıkmaya cüret ettiği acımasız ve etkili bir lobicilik mekanizmasının yıllara yayılan çalışmalarının bir meyvesi.
Bu olgu, son dönem akademik çalışmalarda “ahlaki panik” olarak adlandırılıyor. Bahsi geçen panik, Batı toplumlarının daha vicdanlı kesimlerine –entelektüeller, gazeteciler ve sanatçılara– özgü bir özellik taşıyor.
Ahlaki panik, bir insanın, sonuçları ağır olabilecek bir cüret gerektirdiği için, kendi ahlaki değerlerine bağlı kalmaktan korktuğu bir durumu imliyor. İnsan her zaman cesaret veya en azından doğruluk gerektiren sınavlarla karşılaşmaz. Böyle bir sınavla karşılaştığında ise, “ahlak” artık soyut bir fikir değil, bir eylem çağrısı halini alır.
İşte bu yüzden Almanların çoğu, Yahudiler imha kamplarına gönderilirken sessiz kaldı. Ve işte bu yüzden beyaz Amerikalılar, Afrikalı Amerikalılar linç edilirken ya da daha öncesinde köleleştirilip kötü muameleye maruz kaldıklarında seyirciydiler.
Peki, Batı’nın önde gelen gazetecileri, deneyimli siyasetçileri, kadrolu profesörleri veya tanınmış şirketlerin CEO’ları, İsrail’i Gazze Şeridi’nde soykırım yapmakla suçlasalardı, bunun bedeli ne olurdu?
Görünen o ki, bunun iki olası sonucundan korkuyorlar: Birincisi, antisemitik veya Holokost inkârcısı olarak damgalanmak; ikincisi, insaflı bir tepkinin, kendi ülkelerinin ya da genel olarak Avrupa’nın ve Batı’nın, bu soykırımı mümkün kılan suç ortaklığını gündeme getirecek bir tartışmayı tetikleyecek olması.
Bu ahlaki panik, bazı şaşırtıcı sonuçlara yol açıyor. Genel olarak, eğitimli, son derece kültürlü ve bilgili insanları, Filistin hakkında konuşurken tam bir ahmağa dönüştürüyor. Güvenlik bürokrasisinde bir nebze daha derin düşünebilen ve sağduyulu olanlar dahi, Filistin direnişini tümüyle “terör” listesine alma yönündeki İsrail taleplerini sorgulamaktan imtina ediyor. Anaakım medyada Filistinli kurbanların insanlığı silikleştiriliyor.
Soykırım mağdurlarına dönük empati ve en temel düzeydeki dayanışma eksikliği, Batı anaakım medyasının ve özellikle ABD’deki New York Times ve Washington Post gibi köklü gazetelerin sergilediği çifte standartlarla iyiden iyiye ayyuka çıktı. Palestine Chronicle’ın editörü Dr. Ramzy Baroud, Gazze’deki İsrail soykırımı sırasında ailesinden 56 ferdi kaybettiğinde, Amerikan medyasındaki hiçbir meslektaşı onunla konuşma ya da bu vahşet hakkında bilgi alma zahmetine girmedi mesela. Fakat Chronicle’ın rehinelerin tutulduğu apartmanda yaşayan bir aileyle bağlantısı olduğuna dair tümüyle uydurma bir İsrail iddiası, bu medya organlarının büyük ilgisini çekecekti.
Bu insanlık ve dayanışma dengesizliği, ahlaki paniğin beraberinde getirdiği çarpıtmaların sadece küçük bir örneği. ABD’de Filistinli ya da Filistin yanlısı öğrencilere karşı yapılanların, İngiltere ve Fransa’daki tanınmış aktivistlere yönelik baskıların, İsviçre’de Electronic Intifada editörü Ali Abunimah’ın gözaltına alınmasının bu çarpık ahlaki davranışın tezahürleri olduğundan en ufak bir şüphem yok.
Benzer bir vaka çok yakın bir zamanda Avustralya’da da yaşandı. Ünlü Avustralyalı gazeteci ve eski SBS World News sunucusu Mary Kostakidi, Gazze’deki durumla ilgili -bir hayli yumuşak addedilebilecek- haberleri nedeniyle federal mahkemeye çıkarıldı. Mahkemenin bu iddiayı ilk elden reddetmemiş olması, ahlaki paniğin Küresel Kuzey’de ne denli derinlere kök saldığını gösteriyor.
Ancak işin bir de diğer yüzü var. Neyse ki, Filistinlilere desteğini açıkça dile getirmenin getireceği riskleri göze alan, yani bu dayanışmayı gösterirken işten atılma, sınır dışı edilme ya da mahpuslukla karşılaşacağını bilen çok daha büyük bir kesim var. Onlara anaakım akademi, medya veya siyasette sık rastlanmıyor belki ama Batı toplumuna dair hakiki bir sesi temsil ediyorlar.
Filistinlilerin, Batı’nın ahlaki paniklerine kulak verme ya da bunlardan etkilenme lüksü yok. Bu panik karşısında geri adım atmamak, hem küçük ama anlamlı bir duruştur hem de acilen inşa edilmesi gereken küresel bir Filistin dayanışma ağı kurma yolunda atılmış önemli bir adımdır -ki bu ağ, önce Filistin’in ve Filistin halkının imha edilmesini durdurmayı, ardından da gelecekte sömürgecilikten kurtulmuş ve özgürleşmiş bir Filistin’in koşullarını yaratmayı hedeflemelidir.