Çin ve Rusya arasında dış ticarette sorun var mı, ne kadar var?
Rusya ve Çin arasındaki dış ticaret hacmi, Rusya başbakan yardımcısı Dmitriy Çernışenko’nun 20 Ağustos’ta yaptığı açıklamaya göre bu yılın ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4,8 artarak 113 milyar dolar oldu. İki ülke arasındaki toplam dış ticaret hacmi 2023’te bir önceki yıla göre yüzde 22, 2021’e göre ise yüzde 60 artmıştı ve 2021’de konulan, 2024’te toplam hacmi 200 milyar doların üzerine çıkarma hedefine de daha geçen yıl ulaşılmıştı.
Bu yıl aylık hacimlerde büyük bir istikrarsızlık da gözlenmiyor: aylık toplam dış ticaret aşağı yukarı 20 milyar dolar civarında sabitlenmiş. Ama öte yandan aylık artış oranında bir önceki yıla göre sadece nispi düşüş değil negatif sayılar da ortaya çıkmış. Bu durum Çin istatistiklerinden takip edilebiliyor. Ocak ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 13, şubatta yüzde 6 artış var; marttaki yüzde 2’lik düşüşün ardından nisanda gene yüzde 3 artmış; mayıs ve haziranda arka arkaya yüzde 4 düşmüş; temmuzda ise bir önceki yılla aynı seviyede.
Demek ki burada önem taşıyan ilk şey şu: dış ticaret hacminin azalması eğilimi yok; sadece iki yıldır artıştaki yüksek ivmenin düşmesi eğilimi var. Önem taşıyan ikinci şey ise ABD’nin aralık ayında getirdiği Rusya’dan ödeme kabul eden Çinli bankalara ikincil yaptırım tehdidine rağmen ocak ve şubat aylarında muazzam artış olmuş; mayıs ve hazirandaki düşüşlerin ardından temmuzda tekrar toparlanmış. Ağustos verileri yok.
Kendiliğinden anlaşılacağı gibi, Rusya’nın dış ticaretinin büyük bölümünü (fikir vermesi açısından: 2017-2020 arasında yüzde 71’ini; bugün yüzde 75 civarı) mineral ürünler (esas itibariyle petrol, petrol ürünleri, kömür ve doğalgaz) oluşturuyor. Geçen yılın ilk dokuz ayında Çin’in yakıt ithalatında Rusya’nın payı yüzde 18,4’e yükselmişti; 2022’nin aynı döneminde bu oran sadece yüzde 2,3’tü. Demek ki dünya fabrikası rolünü devam ettirebilmek için enerjiye hava ve su gibi ihtiyaç duyan Çin, üretim artışında önemli bir rol oynayan Rusya petrol ve doğalgazına bağımlılığını artırmış. Bunun altına inmesi Rusya dışından alınacak petrol ve doğalgaz fiyatlarında olağanüstü bir düşme olmazsa mümkün görünmüyor.
2024’ün ilk 7 ayında Rusya’nın Çin’e ihracatı ise aşağı yukarı 2023 seviyesinde ve tabloya bakılırsa yavaşlayan bir artma eğilimi gösteriyor. Mineral kaynaklar Çin için su ve havadan farksızken Rusya içinse Çin’den imalat girdisi ithalatı büyük önem taşıyor (gene fikir vermesi açısından: 2017-2020 arasında Çin’den yapılan toplam ithalatın yüde 51’i bu tür emtiadan oluşuyor). Bu yılın ilk 7 ayında Çin’in Rusya’ya ihracatının toplam nakdi miktarında geçen yıla göre neredeyse hiçbir değişiklik yok: 14,3 milyar dolar. Ama makine ve ekipman ihracatında büyük değilse bile dikkat çekici bir düşme var; bunun nakdi karşılığı geçen yıla göre yüzde 6 düşerek 8,5 milyar dolar olmuş. Bununla birlikte otomobil ve yedek parça ihracatı yüzde 6,3 artarak 13,2 milyar doları bulmuş.
Öyleyse buradan çıkan sonuç şu: yaptırımlar ve ikincil yaptırım tehditleri Rusya’nın Çin’e ihracatında hiçbir ciddi değişikliğe yol açmamış; ancak Çin’in Rusya’ya ihracatında makine ve ekipman tedarikinde düşüşe neden olmuş. Bu belli ki büyük ölçüde savunmayla ilgili veya çift amaçlı kullanıldığı iddia edilen emtiaya getirilen doğrudan yaptırımlarla ilgili. Peki bu (Rusya’nın yapısal ihtiyaçları açısından değil ama dış ticaretin bileşimi açısından) ne kadar önemli? Financial Times’in geçen ay yayınladığı bir tabloya göre Rusya’nın Çin’den “yüksek öncelikli” emtia talebine ABD yaptırımlarının doğrudan etkisi sadece aylık 200 milyon dolar civarında. Bu da toplam hacme etki edecek kadar büyük bir meblağ değil. Ödemeleri engellemeye yönelik ikincil yaptırım tehditleri ise gecikmeler yaşansa bile dış ticaret hacminde henüz bir bozulmaya yol açmamış; başka deyişle ödemelerin büyük Çinli bankaların yaptırım korkusu yüzünden gecikse bile neticede ulaştığı ve ticaretin tamamlandığı anlaşılıyor. Demek ki ödeme krizi diye panik yaratılması gerçeği yansıtmıyor.
Ödeme sorunu gerçek bir sorun mu?
Evet, gerçek bir sorun. Kriz yok ama ciddi bir sorun var.
Küresel mali sistemin parçası olmak demek bağımlılık demektir, çünkü sistemi siz kurmuyorsunuz. Dahası sistem, tabiatı gereği antidemokratik olan kapitalizmin bütün diğer kurumlarından daha antidemokratik (çünkü “mali kuruluşlar” denilen sermaye en gerici sermayedir); bağımlılık ilişkisi öylesine kesin çizgilerle kuruluyor ki sistem içinde kalmak istiyorsanız kurucuların iki dudağının arasından çıkan keyfiyeti uygulamak zorundasınız.
Sistem içinde kalmak çoğunlukla bir tercih meselesidir; ama Rusya’nın durumunda sistem dışına çıkma zarureti hasıl olduğu halde Çin’in durumunda sistem içinde kalma zarureti var. Neden? Çünkü dünya için üretim yapıyor ve bu üretim zincirine darbe vurabilecek en ufak engele tahammülü yok.
Bu nedenle ikincil yaptırım tehdidi gerçek bir tehdit, bu tehdidin yarattığı korku da gerçek bir korku.
Bu korkuya teslim olmak da mümkün (aslında herkes teslim olur); ama Çin iki nedenle teslim olamaz. Birincisi, Rusya’nın doğal kaynakları, başta da enerji kaynaklarından vazgeçemez. İkincisi ve daha önemlisi, eğer Rusya yenilirse sıranın muhakkak kendisine geleceğini (ve hatta belki yenilmese bile geleceğini) biliyor.
Çözüm var mı?
Çözüm alternatiflerinin olması bir yana en önemlisi her iki tarafta da hem pratik hem siyasi seviyede çözüm bulma iradesi var.
Pratikte alıcı ve satıcılar yaptırım endişesi yaşayan büyük bankaların kısıtlamalarından kurtulmak için geçen yıldan beri küçük bölgesel bankaları tercih ediyor. Bu durum yukarıda özetlediğim istatistiklerde de görülüyor zaten; Rusya’da büyük burjuvazinin paniğine rağmen ödemelerin tamamen bloke edilmesi değil yavaşlaması yaşanıyor. Neden panik içinde büyük burjuvazi? Çünkü geleceğini sağlam görmüyor ve çatışmanın bir an önce, her tür şartın kabul edilerek bitirilmesini istiyor ve bunun için panik yaratmaya ihtiyacı var.
İkinci bir seçenek, ödemelerin üçüncü ülkeler üzerinden yapılması. Bu durumda ödemeler banka engeline takılmıyor. Çin’in önerdiği yollardan biri de bu. Ancak dezavantajı, üçüncü ülkelere komisyon ödenmesi ve dolayısıyla tedarik maliyetinin artması. Bu da büyük burjuvazinin işine gelmiyor çünkü iç piyasada fiyat artışları ve sermaye hareketleri Merkez Bankası’nın aksi yöndeki bütün girişimlerine rağmen az çok denetleniyor; dolayısıyla tedarik maliyeti arttıkça kâr oranı düşüyor.
Üçüncü yöntem, karşılıklı bir tür kliring sisteminin öngörülmekte oluşu.
Dördüncüsü ise üçüncüsüyle ilişkili. Bu geçen hafta Mişustin’in Pekin’de Çin başbakanı Li ile yaptığı görüşmede imzalanan mutabakatlarla gündeme geldi; buna göre iki ülkenin bankaları karşı tarafta iştirak veya şube kurabilecek ve ödemeler milli para üzerinden yapıldıktan sonra son ödeme toplu geçilecek.
Birinci ve ikinci yollarla ilgili yayınlanmış bir istatistik yok; dolayısıyla ödemelerin ne kadarının Çinli küçük bankalar, ne kadarının ve ne kadar komisyonla üçüncü ülkeler üzerinden yapıldığını bilmiyoruz. Bunların toplam dış ticaret hacmi dikkate alındığında oransal olarak çok yüksek olmadığını kabul etmek gene de mümkün.
Ama büyüme potansiyeli taşıyan bir sorun karşısında daha kalıcı çözümler bulma ihtiyacı yakıcı.
Kliring sistemi aslında daha 2014’te öngörülmüş bir seçenekti; o zaman Putin ile Si Tsinpin (Xi Jinping) arasında bu yönde ilk girişimde bulunulmuştu. Ama sistem karşılıklı mali kuruluşların uluslararası mali sisteme (emperyalist sisteme) aşırı entegrasyonları yüzünden uygulanamadı. Bu yüzden Milli Kliring Merkezi aslında fiilen büyük ölçüde işlevsizleşmişti; ama kurumsal-altyapısal varlığı gene de bu yolu açık tutuyordu. Ancak ABD’nin mayıs ayında Moskova borsasıyla birlikte Milli Kliring Merkezine de yaptırım getirmesi, sorunun yakıcılığını artırdı.
Kliring sistemini özellikle başta Glazyev olmak üzere devletçi iktisatçılar savunuyor. Glazyev’in “bakanlık” yaptığı Avrasya Ekonomik Birliği de geçen yıl değerli kağıtlarda kliring sistemini başlatmıştı.
Bu sistemde iki yol var. Birincisi, karşılıklı ödeme bedelleri karşılıklı kliring hesaplarında biriktirilir ve ödeme yılı sonunda bunlar nereye mahsup edilecekse oraya edilir. Bu geleneksel yol, Sovyet yolu. Sovyetler Birliği bunu kuru sabit tutulan tamamen fiktif bir para birimi üzerinden yapıyordu ve adı da kliring rublesiydi.
İkinci yol ise şu: alıcı ve satıcıların karşılıklı borçları yerel bankalarda yerel para birimi cinsinden tutulur. Yani Rusya’daki ithalatçı bu konuda uzmanlaşacak bir Rusya bankasında veya kliring merkezinde Çin’deki ihracatçıya olan borcunu ruble cinsinden öder; Çin’deki ithalatçı da aynı işlemi Çin’deki uzman banka veya merkezde yapar. Karşılıklı ödemeler de sabit veya aşağı yukarı sabit bir kur üzerinden yerel banka veya kliring merkezi tarafından satıcıya yerel para olarak ödenir.
Bu iki yol arasındaki tek fark ödeme süresiyle ilgilidir; ilkinde bir ödeme yılı vardır, ikincisinde ise ödemeler sözleşmede belirtilen süreye göre yapılır. Demek ki ilki devletler arası ödemelere, ikincisi de özel kişiler arasındaki ödemelere daha uygundur.
Bunların her ikisi de ya cari açığın olmadığı bir dış ticaret düzeni öngörür (Sovyetler Birliği ile sosyalist kamptaki diğer ülkeler arasında olduğu gibi), ya da cari açığın kapanmasına ve dış ticaretin denge kazanmasına hizmet eder, hiç değilse amaçlardan biri budur. İkinci durumda özel kişilerin ödemeleri kliring merkezi üzerinde devlet garantisi gerektirir; yani devletler tarafların ödemelerini garanti etmelidir.
Her ikisinin de olabilmesi için dış ticarette yerli paraların kullanılması gerekir. Buysa aslında şimdiden başarılmış bir şey. Daha geçen yılın kasımında o sırada Rusya başbakan yardımcısı olan şimdiki savunma bakanı Belousov, iki ülke arasındaki ticaretin yüzde 95’inin yerli para birimleriyle yapıldığını söylemişti.