Ukrayna’da jeopolitik hedeflerle tetikledikleri çatışma üzerinden dünyada ‘kıyameti’ koparan ABD’deki Biden yönetimi, 21’inci yüzyılın en kanlı unutulmuş savaşının bitirilmesi fırsatı ve bunun olası sonuçlarıyla irkilmiş görünüyor. Ortadoğu’da Çin diplomasisinin kotardığı İran-Suudi anlaşmasının ilk somut görünümleri 21’inci yüzyılın en uzun çatışmaları olan Suriye ve Yemen’de belirginleşmekte.
Suudi Arabistan Amerikan projesine eşlik ederek müsebbibi olduğu korkunç bir savaşın ardından Suriye ile ilişkilerini yeniden tesis etmek ve Suriye’yi Arap Birliği’ne döndürmek üzere kolları sıvamış durumda. Ukrayna çatışmasında Rusya Federasyonu’na karşı Batı’nın arzuladığı tutumu takınmayan Riyad, son bir yılda OPEC+’daki petrol kesintisi kararlarıyla Washington’ı iyice kızdırmıştı. Şimdi de Çin Halk Cumhuriyeti’nin teşvikiyle Ortadoğu’daki ezeli rakibi İran ile anlaşmasının doğrudan sonucu Tahran ile vekalet savaşının ‘en yakıcı cephesi Yemen’de görülmeye başladı. Suudi veliaht prensi Muhammed bin Salman, adeta Amerika’nın ‘sinir telleriyle’ oynuyor.
Yemen savaşı Mart 2015’te başladı. Sekiz yılda çoluk çocuk 380 bine yakın insan hayatını yitirdi. Ağır abluka, açlık, kıtlık, kolera dahil salgın hastalıklarla 25 milyon Yemenliyi insani yardıma muhtaç bıraktı. Ve baş sorumlu Suudi Arabistan, Çin diplomasisine yönelmesinin dolaylı sonucu olacak biçimde artık ‘nedamet getiriyor’.
BALDIRIÇIPLAKLARIN AYAĞINA GİTTİLER
Arap Yarımadası’nın bu çatışmaya uzak durmuş arabulucu ülkesi Umman kanalıyla geçen yıl başlatılan ateşkes kısa sürse de savaşın ateşi düşmüştü. Geçen hafta ise Suudi heyeti Ummanlılar eşliğinde 9 Nisan’da ‘Husiler’ diye anılan Ensarullah hareketinin ‘ayağına gitti’. Ensarullah liderliğindeki Yüksek Siyasi Konseyin Başkanı Mehdi el Meşat, Suudi Büyükelçi Muhammed el Cabir başkanlığındaki Suudi ve Umman heyetlerini Sanaa’daki Cumhuriyet Sarayı’nda kabul etti. Heyet Ensarullah liderleri Muhammed Ali el Husi ile de görüştü. El Cabir, Riyad’ın başına 5 milyon dolar ödemeye hazır olduğu Ensarullah liderlerinden Ali Kureyşa’nın yanında otururken görüldü.
Rivayet o ki kalıcı bir ateşkes ve geçiş süreci 20 Nisan itibarıyla yani Ramazan Bayramından önce ilan edilebilir. Kaynaklar Ensarullah’ın şu koşullarını aktarıyor: Uzun süreli ateşkes, limanlar ve sınırlara ablukanın kaldırılması, Husi bölgelerinde kamu görevlilerine maaş ödemeleri, doğal kaynakların gelirinden pay verilmesi, tazminat ve yeniden inşa süreci ile siyasi süreç öncesinde tüm yabancı güçlerin çekilmesi. Ensarullah, işgalcilerin stratejik önemdeki ünlü Sokotra adası dahil tüm Yemen topraklarından çekilmesi ve egemenliğe saygı talep ediyor. İhtiyatlı bir iyimserlik havası hakim.
DEMOKRASİ VE MEŞRUİYET DEDİKLERİ…
Yemen, ABD’nin küresel hegemonyası için bölgesel ortaklarıyla birlikte ‘demokrasi’ ve ‘meşruiyet’ kavramlarının cılkını çıkaran militarist maceralarından sadece birisi. Batı’da Yemen savaşı Devlet Başkanı Mansur Hadi’nin ‘Husi darbesiyle devrildiği’ iddiası ile pazarlanmıştı. Yalan tabii. 2011’de ‘Arap baharı ve demokrasi’ söylemleriyle işlerine gelen yerlerde iç savaşı körüklerken, Arap Yarımadası’nı ‘esirgemişlerdi’. Bahreyn’deki İnci Meydanı ve katliamlarla hiç kimse o kadar da alakadar olmadı. ‘Arap isyanları’ sürecinde Arap Yarımadası’nın tek cumhuriyeti Yemen’de ise eski başkan Ali Abdullah Salih’in yardımcısı Hadi üzerinden formül üretildi. Hadi, Körfez/BM’nin sağladığı uzlaşma ile Ulusal Diyalog Konferansı’na liderlik etsin diye 2012’de tek adam olarak girdiği seçimde sandıktan çıkan, görev süresi de 2014 Mart’nda zaten dolmuş olan şahsiyetti. Eğreti oturduğu koltukta, 21 Eylül 2014’de yolsuzluklar, hayat pahalılığı ve idari bölünmeye itiraz eden Yemen halkının sokağa dökülmesiyle ‘ulusal birlik hükümeti’ kurmak zorunda kalmıştı. Ancak halkın tepkisini örgütleyen güç Husilerin Ensarullah hareketiydi. Dolayısıyla Mansur Hadi, Sünni aşiretleri ayaklandırdı, kendi birlik hükümetini el altından baltaladı. Şubat 2015’te süresi zaten çoktan dolmuş olan başkanlığından hem istifa etti, hem de Aden’e kaçıp kendisine ‘darbe’ yapıldığını öne sürdü. Sonra istifasını geri alıverdi ve Riyad’a gitti.
ABD VE MÜTTEFİKLERİNİN PAHA BİÇİLMEZ KATKILARI
Suudi tahtına yeni geçen Kral ve veliaht prensi Muhammed bin Salman (MsB) işte ‘Mansur Hadi’yi koltuğuna yeniden oturtmak’ gerekçesiyle harekete geçti. 2015 Mart’ında Körfez’deki ortaklarına (BAE, Bahreyn, Kuveyt ve Katar) Mısır, Ürdün, Sudan ve Fas gibi ülkeleri katıp kurduğu koalisyonla ve elbette ABD, Britanya ve Fransa’nın ‘paha biçilmez’ destekleriyle savaşı başlattı.
Hollywood tipi askeri sunumlar eşliğinde ‘en fazla altı ayda biter’ denen operasyon kanlı bir savaşa dönüştü. Asıl mevzu ‘Mansur Hadi’ değil Kızıldeniz çıkışında dünya ticaretinin yüzde 60’ının geçtiği Bab ül Mendeb Boğazı’nı tutmak ve İran nüfuzunu kesmekle alakalıydı. Suudi Arabistan’ın yeni veliaht prensinin Batı’da ‘büyük modernleştirici’ diye sunulduğu, Obama ABD’sinde Hollywood yıldızları tarafından da ağırlandığı dönemlerdi. Genç prens, Amerikan jeopolitiğinin gereğini yerine getiriyordu.
Fakat başlattığı savaş bumerang gibi dönüp Suudi Arabistan’ı vurdu. Kelimenin tam manasıyla rezil oldular. Hastaneleri, sığınmacı kamplarını, gıda kamyonlarını, fabrikaları, yolları, tarım alanlarını, okulları vurmakta pek mahirdiler. Silah ve lojistik sağlayıp Suudi jetleri için ‘hedefleme bilgisi’ ve havadan yakıt ikmali sağlayan ABD’sinin katkılarıyla…
Dünya dokuz yıl boyunca Husileri ‘Şiilik’ üzerinden ‘mezhepçi’ bir mantıkla İran’a bağlayan bir sunumla beslendi. Şiiliğin, Sünniliğe daha yakın görülen Zeydilik koluna mensup Husilerin liderlerinden Abdülmelik Husi, ne enteresandır ki, Yemen bölünmesin diye paylarına düşen bakanlıkları Güney Yemenli ayrılıkçı partiye vermeyi bile önermişti. Kimse ‘birlik hükümetinin’ fazla sözünü etmedi. ‘Darbe’ teması, ‘Husilikle’ birlikte daha münasipti. Husiler, Suudi öncülüğündeki Arap koalisyonunun saldırısı başlayınca kısıtlı kaynaklarıyla verdikleri direniş ile dünyaya ‘baldırı çıplaklar’ olarak nam saldılar. Suudileri çoğu ‘antika’ füzelerle kendi topraklarında vurdular. Devlete ait petrol şirketi Aramco’nun tesislerini Amerikan Patriotları bile koruyamadı.
Geçen yıl daha da trajikomik bir hamle yapıldı. Koltuğuna otursun diye ‘uğruna’ savaş başlattıkları Mansur Hadi’ye ‘yetkilerini’ Suudi Arabistan ile BAE’nin birlikte seçtikleri sekiz kişilik bir ‘Başkanlık Liderlik Konseyi’ne devrettirdiler. İşte konaklama biçiminden ötürü ‘otel sürgün hükümeti’ denilen bu yapıya, Riyad, Husilerin ayağına gidilerek yürütülen 9 Nisan’daki son barış girişimine dair sadece ‘bildirimde bulunmuş!
SUUDİ-BAE CEPHESİ VE GÜNEY YEMEN
Suudiler son iki senede diplomasiye yönelirken Yemen savaşındaki en baş ortak BAE ile araları da açılmıştı. BAE Yemen’in güneyinde ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi’ne yatırım yaparken, stratejik adalar ve limanları yerel müttefikleriyle birlikte kontrol altına alıvermişti. Bu yüzden Yemen’in güneyi için Suudi Arabistan ile BAE arasında şimdilik ‘vekil güçler’ aracılığıyla kıyamet kopmakta. Dolayısıyla Suudilerin Sanaa hükümetiyle yürüttüğü son barış girişimi hiç kolay olmayacak. Şimdi kimileri Riyad’ın BAE nüfuzuna karşı Husilerle ittifak kurduğu bir senaryo dahi öngörüyor.
MbS’ın, ABD’nin milyarlarca dolarlık silahları ve desteğiyle kazanamadığı Yemen savaşını bitirmesi gerektiğini idrak ettiği anlaşılıyor. Çin’le enerji işbirliğini artıran veliaht prens savaşı bırakıp 2030 vizyonunun peşine düşecekmiş gibi bir görüntü çiziyor. Ancak asıl zorluk daha geniş bir perspektiften Çin’in denklemde olmasından da rahatsız görünen ABD.
BIDEN’IN ‘SAVAŞI BİTİRME VAADİ’
2020’de ABD’de başkan seçilirken MbS’ı ‘parya’ yapmayı hedefleyen Joe Biden da, ‘Yemen savaşını bitirmeyi’ vaad etmişti. Ukrayna çatışması yüzünden geçen yaz fiili hükümdar olan veliahtın ayağına gitmek zorunda kaldı. Hatta Riyad’a yeni Patriotlar için de onay verdirdi. Ama Riyad’a OPEC+’da Rusya aleyhine adımlar attıramadı. Ve ABD Ortadoğu’da Suudi-Çin-Rusya denklemiyle karşı karşıya kalıverdi.
Ortadoğu’da ‘barış yaptıracak’ gücü ve nüfuzunun artık kalıp kalmadığı bir tarafa, çıkarlarını ‘bölgesel barışta görmediği’ anlaşılan ABD yönetiminin karşısındaki resim şu:
Çin, 10 Mart’ta Suudi Arabistan ve İran temsilcilerinin diplomatik ilişkileri tesis anlaşmasını duyurdu. İki ülke dışişleri bakanları 6 Nisan’da yine Pekin’de görüşüp diplomatik misyonların açılması, doğrudan uçuşların başlatılması, vize kolaylığı ve ticari ilişkilerin yoğunlaştırılması kararlarını duyurdu. Eşzamanlı olarak Rus donanma gemileri – Tsirkon yeni hipersonik füzelerle donatılmış Amiral Gorşkov fırkateyni- Cidde limanında konuk edildi.
Suudilerin hızlı trafiğinin bölgesel tamamlayıcıları da Yemen’le barışa soyunmak ve 11 yıl sonra ilk kez Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat’ı Cidde’de ağırlamak oldu. Suudi yönetiminin 12. Yılındaki Suriye çatışmasının artık bitmesi gerektiğine hükmettiği anlaşılıyor. Suriye ile diplomatik misyonların yeniden açılmasının yanı sıra Arap Birliği’ne dönüş için kolları sıvadılar. ABD yönetimi yarım kalmış Suriye projesinde böyle bir hamleden rahatsız. 22 üyeli Arap Birliği’ne uyarı üzerine uyarı gönderiyor. Veliaht prensin ‘kendini kollaması gereken’ günlerden geçildiği muhakkak.
WASHINGTON’IN ARTAN ASABİYET KATSAYISI
Suudi veliaht prensi özellikle Çin yönetimiyle bütün bunları ABD müdahalesi ve hatta ‘haberi olmadan’ nasıl başardı, asıl şaşırtıcı olan o. Ancak Washington’ın asabiyet katsayısını artırdığı açık.
Nitekim geçen hafta CIA direktörü William Burns’ün gizlice gidip MbS ile görüştüğü Batı medyasına sızdı. Wall Street Journal’e göre Burns, veliaht prense olup bitenlerden duydukları hayal kırıklığını dile getirmiş ve ABD’yi ‘gafil avladıklarını’ söylemiş. Tabii ‘teröre karşı istihbarat işbirliği’ teması görüşülmüş ki, Ortadoğu yorumcuları için bunun alt metni ‘ABD tehdidinden’ başka bir şey değil.
Burns yetmemiş, bu hafta Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan MbS’ı arayıp ‘İran ve Yemen’i konuşmuş. En komiği tabii 2018’de “Bu adam görevde olduğu sürece Suudi Arabistan’a geri dönmeyeceğim. Suudi Arabistan’dan defolup gitmesi için yaptırım uygulayacağım” demiş olan Amerikalı şahin senatör Lindsay Graham’ın MbS’ın huzuruna çıkmış olması!
Tabii hepsi bu değil. ABD ordusu derhal bölgeye ‘İran ile gerilim’ teması altında A154 Tomahawk güdümlü füzelerini taşıyan nükleer güçle çalışan USS Florida denizaltısını gönderdi. Bahreyn’deki 5. Filo’ya ‘çekilecek’. Yetinmeyip Süveyş Kanalı’ndan geçerken fotoğraflarını yayınlayıp ‘gözdağı’ da verildi.
Durumu Batı fonlu Middle East Institude’ün analizinden anlayın. Suudi-Husi anlaşmasının Yemen’e ‘kalıcı barış’ getirmeyeceğini vaaz eden bir makale yayınlayıp ‘Yemen, İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri iyileştirmek için kurbanlık bir kuzu olmamalı’ diye salık vermekte.
Şu işe bakın ki, dünya gözlemcileri için Suudi Arabistan, savaş-barış denkleminde ABD ve Batı’dan daha makul bir ülke görünümünde! Ve Ortadoğu’da Çin formüllü barıştan söz edilirken, Amerikan militarizmi caydırıcı gücünü sergileme gereğini hissetmekte..
Amerikalı Profesör Mearsheimer, geçenlerde ABD-Çin analizi yaparken ülkesinin devletli elitlerini kast ederek şöyle diyordu:
“Bir çoğunuzun bildiği ama bir çoğunuzun da bilmediği üzere ABD acımasız bir büyük güçtür. ABD’nin ne kadar acımasız olduğunu asla hafife almak istemezsiniz. Acımasız davranışlarımızı örtbas etmek için kullandığımız tüm liberal söylemlere rağmen…”