DÜNYA BASINI

Eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı Kujat: ABD iki cepheli savaş yürütemeyeceğinin farkında

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’daki askeri müdahalesi bir yılı geçti ve savaş hala ivme kaybetmeden devam ediyor. Şubat ayının başında Almanya’nın Kiev yönetimine Leopard ağır muharebe tankı tedarik etme konusunda ikna edilmesinin hemen ardından Zelenskiy yönetiminden savaş uçağı tedariki talepleri yükselmeye başladı. Savaş, iktisadi anlamda Avrupa’nın yeteri kadar belini büktü ve artık Brüksel’in Kiev’e ancak borçlanarak hibe sunacağı bir dönemin gelmesi de muhtemel. Savaş uçaklarından sonra NATO üyelerinden Ukrayna’ya askeri sokması talebi de gelebilir ki bu da Rusya ile NATO’yu doğrudan savaşa sürükler, böyle bir senaryonun nükleer savaşla sonuçlanması işten bile değil. Eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı, emekli Tümgeneral Harald Kujat [Kızıl Ordu’ya karşı savaşırken öldürülen bir Nazinin oğlu], İsviçre merkezli Zeitgeschehen im Fokus dergisine verdiği söyleşide savaşın gidişatına, Çin’in buradaki konumuna, ABD’nin hedeflerine, Almanya ve Fransa’nın lokomotifi olduğu Avrupa Birliği’nin atması gereken adımalra ve muhtemel müzakere sürecinin hangi rotada ilerlemesi gerektiği konusunda değerlendirmede bulunmuş. Kujat, Batı cenahından konuyla alakalı en dürüst konuşan isim olabilir.


“İleriye dönük politika, Avrupa’da yeni bir barış ve güvenlik rejimi planlamalı”

Thomas Kaiser — Zeitgeschehen im Fokus

8 Mart 2023

“Hem Ukrayna hem de Rusya bu süreçte yer almalı”

Emekli General Harald Kujat* ile söyleşi

Zeitgeschehen im Fokus: Avrupa’da yine savaş var. Geçen yüzyılın iki büyük savaşında olduğu gibi kıtamızın geleceği söz konusu ve ABD yine merkezi bir rol oynuyor. Çin de ateşkes çağrısında bulunan bir pozisyon metni yayımladı. Ukrayna savaşının jeopolitik boyutu ne?

Emekli General Harald Kujat: 21. yüzyıla Çin’in ekonomik ve askeri bir dünya gücü olarak yükselişi ve büyük güçler olan ABD, Rusya ve Çin’in rekabeti damga vuruyor. Dünyanın lider gücü olarak ABD’nin yerini Rusya değil, yalnızca Çin alabilir.

Dolayısıyla ABD, Ukrayna savaşında iki numaralı jeopolitik rakibi olan Rusya’yı siyasi, iktisadi ve askerî açıdan zayıflatarak Çin ile çatışmaya odaklanmayı kolaylaştırma hedefinde. Bu hedefe ulaşmak için Avrupa ile omuz omuza, yakın işbirliği gerekli. Avrupa ülkeleri, Rusya’ya karşı olduğu gibi mümkünse Çin ile olan çatışmaya da dahil olmalı ve bölgesel müttefikleri Avustralya, Japonya ve Güney Kore ile birlikte bir Hint-Pasifik ortak ve müttefik ağı oluşturmalı.

Bu yüzden Kuzey Atlantik İttifakı liderleri, 29 Haziran 2022 tarihli yeni stratejik konseptte Çin’in üye ülkelerin çıkarlarına, güvenliklerine ve değerlerine meydan okuduğunu beyan ettiler. Çin’in Avrupa-Atlantik güvenliğine dönük “sistematik meydan okumalarına” karşı durmak ve NATO müttefiklerinin savunma ve güvenliğini teminat altına alma kabiliyetini kalıcı hale getirmek istiyorlar.

Dahası Ukrayna savaşı, rakip jeopolitik blokların oluşumunu körüklüyor. ABD, Avrupa Birliği ve NATO birbirine yaklaşırken Çin ve Rusya etrafında ikinci bir jeopolitik blok oluşmaya başladı bile. Bu blokun merkezinde BRICS ülkeleri olan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın yanı sıra Çin, Hindistan, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Rusya, Tacikistan ve Özbekistan’dan oluşan Şanghay İşbirliği Örgütü yer alıyor. BRICS ülkeleri şu anda dünya nüfusunun yüzde 40’ını, Japonya dahil Batılı G7 ülkeleri ise yalnızca yüzde 12,5’ini temsil ediyor. BRICS ülkelerinin gayrisafi yurtiçi hasılası G7 ülkelerinden daha büyük.

Bu jeopolitik takımyıldızında Avrupa’nın yeri ne?

Enerji tedariki açısından Rusya’ya bağımlı, güvenliği açısından ABD’ye bağımlı, iktisadi ve teknolojik olarak — özellikle de dijitalleşme alanında — hem ABD hem de Çin’e bağımlı, Rusya’ya yönelik yaptırımlar nedeniyle iktisadi ve enerji politikaları açısından ciddi biçimde zayıflamış, iç çelişkiler ve merkezkaç kuvvetler nedeniyle kendi yarattığı zorluklarla mücadele eden Avrupa, büyük güçlerin güç aritmetiğinde giderek daha da geriye düştü.

Trump, Avrupa’nın güvenliği açısından oldukça önemli olan Avrupa Stratejik Nükleer Silahlar Antlaşması INF’i 2019’da feshettiğinde, bunu Avrupa açısından yarattığı riskler konusunda sadece Cumhurbaşkanı Macron eleştirmişti. Macron, kelimenin tam anlamıyla Avrupa’nın “Çin’e, Rusya’ya ve hatta ABD’ye karşı” kendini savunabilmesi gerektiğini söylemişti. Macron, Amerika’nın aldığı kararın Avrupa’nın bağımsız bir nükleer caydırıcılığı düşünmesi için fırsat olarak görülmesi gerektiğini de sözlerine eklemişti. Macron’un INF antlaşmasının feshini, Rusya’nın ikinci vuruş nükleer kapasitesi nedeniyle Amerikan kıtalararası nükleer silahlarının artık Avrupa’nın güvenliğini sağlayamayacağı ve antlaşmanın feshi sonucunda Rusya’nın artık Avrupa’da stratejik nükleer bileşeni inşa etme kısıtlamalarına tabi olmadığı şeklinde yorumladığı anlaşılıyor. Hatta ABD’nin Ukrayna savaşının NATO Avrupa’sına yayılması halinde stand-by yükümlülüklerini yerine getirmeye istekli ve muktedir olup olmadığı konusunda şüpheler de artıyor. 1990’lardaki “Şok ve Korku” doktrininin yazarı olan Amerikalı strateji uzmanı Harlan Ullman bu nedenle şimdiden kaygıyla şu soruyu soruyor: “ABD, Çin ve Rusya’ya karşı iki cepheli stratejik bir askeri çatışma başlatarak önlenmesi mümkün olan ya da olmayan bir hata mı yaptı?” Ullman, ABD’nin iki cepheli stratejisini “saatli bomba” olarak nitelendiriyor.

Ukrayna savaşı, Avrupa’yı bir yol ayrımına getirdi. Bu savaş sadece Ukrayna’nın güvenliği ve toprak bütünlüğüyle ilgili değil, aynı zamanda Rusya da dahil Avrupa kıtasındaki tüm ülkelerin yer aldığı Avrupa güvenlik ve barış düzeniyle ilgili. Bununla beraber bu savaşın bir sanayi ve iş merkezi olan Avrupa açısından yarattığı dramatik küresel iktisadi sonuçlar da giderek daha belirgin hale geliyor.

Avrupa Birliği, Rusya ile girdiği ekonomik savaşta kapsamlı yaptırımlar uygulamayı sürdürerek ABD’nin yanında durdu. Her ne kadar bu yaptırımlar Rusya’yı Ukrayna’ya saldırmaktan vazgeçmeye zorlamak amacıyla başlatılmış ve yaptırımların enerji maliyetlerini etkilemeyeceği ya da Avrupa ülkeleri açısından dezavantaj yaratmayacağı gibi naif bir önermeye dayandırılmış olsa da tam tersi oldu. Aynı zamanda Avrupa Birliği, savaşın uzamasıyla giderek daha fazla yıkıma uğrayan Ukrayna’nın siyasi ve iktisadi istikrarı için milyarlarca euro yatırım yapıyor. Daha bugünden yeniden inşa maliyetinin 750 milyar euro olduğu tahmin ediliyor. Savaşın sonunda bu meblağın kaça tekabül edeceğini kimse bilmiyor.

Özellikle Almanya, Avrupa’nın artık eskisi gibi olmadığından yakınıyor. Bu neyle ilgili?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın savaş sonrası güvenli ve istikrarlı bir düzenin yaratılması için büyük yatırımlar yaptığını, ancak bunun karşılığında yeniden birleşme yoluyla çok şey aldığını bilmek önemli. Almanya çok erken bir tarihte Fransa ve Polonya ile uzlaşma arayışına girdi ve Willy Brandt’ın Ostpolitik’i ile Soğuk Savaş döneminde bile Doğu Avrupa ülkeleriyle yakınlaşarak gerilimin azaltılmasına ve uluslararası durumun istikrara kavuşmasına katkıda bulundu. En önemli katkılardan biri de Almanya’nın kaybettiği topraklardan nihayet vazgeçmeyi kabul etmesiydi. Bu politika, Kuzey Atlantik İttifakı çerçevesinde ve 1967’den bu yana “güvenlik ve yumuşama” kavramı ve ABD’nin korumasıyla güvence altına alındığı içinde başarılı oldu.

Birleşmeden sonra Alman siyaseti nasıldı?

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Avrupa’nın güvenlik politikasındaki hedeflerle her zaman uyumlu olmasa da ABD ile Almanya arasındaki yakın bağlar devam etti.

Almanya, Rusya’nın yeniden birleşme konusundaki tavizini de göz önünde bulundurarak Rusya’ya dönük önceki yumuşama politikasını bir dereceye kadar sürdürdü. Aynı zamanda Alman hükümeti, eski Varşova Paktı ülkelerinin NATO’ya entegrasyonunu diğer hiçbir NATO üyesi ülkede olmadığı kadar destekledi. Bu öncelikle kültürel ve tarihsel sebeplerden ileri geliyordu, fakat aynı zamanda Avrupa’da kalıcı bir barış ve güvenlik düzeni yaratmayı da amaçlıyordu. Aynı zamanda Rusya’nın NATO ile yakınlaşması, Rusya’nın ortaklaşa tanınan kurallara bağlı olması gerektiği inancıyla desteklendi.

Bu ABD’den onay almadı mı?

1989 yılında Başkan Baba Bush, programatik Mainz konuşmasında Sovyetler Birliği’ne meşru güvenlik çıkarlarına saygı gösterileceği konusunda güvence vermişti. Ancak 1997 gibi erken bir tarihte Zbigniew Brzeziński “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında ABD’nin “tek gerçek dünya gücü” olarak yeni bir dünya düzeni için Avrasya’daki “büyük satranç tahtası” üzerindeki hakimiyetini teminat altına alması gerektiğini yazdı. Almanya hem Almanya’nın Avrupa’daki nüfuzu hem de Almanya’nın Rusya ile ilişkileri açısından ABD’nin jeopolitik ve güç dengelerine dayalı siyasi satranç tahtasında kayda değer bir figür. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, ABD’nin Alman sermayesi ve teknolojilerinin Rus hammaddeleri ve üretim potansiyeliyle ilişkilenmesi konusunda uzun süredir var olan çekincelerini belirgin kıldı.

Bu Almanya için ne anlama geliyor?

Almanya, Amerika’nın Alman-Rus ilişkileri konusundaki kaygılarını gidermek için büyük iktisadi dezavantajları kabul etti. Alman hükümeti, Rusya’dan enerji tedarikini kesti ve mali katkılar, silah ve askeri teçhizat tedariki ve Rusya’ya karşı yaptırımlar yoluyla Ukrayna’ya kayda değer bir destek sağlıyor. Mültecilerin cömertçe karşılanması Ukrayna halkıyla empati kurulduğunun bir göstergesi. Sonuç olarak Alman vatandaşlarına mali ve iktisadi yüklerin yanı sıra hayatın pek çok alanında giderek daha fazla kısıtlama dayatılıyor.

Alman hükümetinin dayanışma temelli tutumunun Amerika’nın Ukrayna savaşına ilişkin korkularını giderip gidermediğini bilmiyoruz ama her halükârda buna dair bir işaret yok. Çin ile yaşanan çatışmada Almanya’nın G7 ve NATO üyesi bir ülke olarak konumu da ABD için büyük önem taşıyor. ABD’nin elinde Çin’in Rusya’ya silah tedarik etmek istediğine dair “istihbarat” olduğu iddia ediliyor. Bu yüzden Çin’e yaptırım uygulanırsa Alman hükümeti, en önemli ticaret ortağına karşı harekete geçmek zorunda kalacak ve bu Alman ekonomisini daha fazla zarara uğratacak.

Almanya, Ukrayna savaşına özellikle siyasi, mali ve Ukrayna’ya silah tedariki yoluyla müdahil oluyor. Bunun siyasi gerekçeleri neler?

Ukrayna’ya karşı yürütülen saldırı savaşı, “kurallara dayalı uluslararası düzen” olarak adlandırılan düzenin ihlali. Bu, özellikle Birleşmiş Milletler Şartı temelinde, halkların barış içinde bir arada yaşamasına yönelik uluslararası anlaşmalar ve hukuki normlar sistemine işaret ediyor. Geçen yüzyılın ikinci yarısında pek çok uluslararası çatışma ve savaş yaşandı ve şu anda bile dünyanın pek çok yerinde bu düzen hunharca ihlal ediliyor. ABD de buna riayet etmekte başarısız oldu. Ayrıca, örneğin Paris Şartı yoluyla Avrupa’da istikrarlı bir barış ve güvenlik düzeni yaratma teşebbüsleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Dahası bu savaş siyasi, iktisadi ve askeri etkileri nedeniyle özel bir öneme sahip. Zira bu savaşın ortaya çıkmasına yol açan nedenler savaşın sonunda — nasıl ve ne zaman biterse bitsin — ortadan kalkmış olmayacak. Bu nedenle ileriye dönük politika, Avrupa’da hem Ukrayna’nın hem de Rusya’nın içinde yer alacağı yeni bir barış ve güvenlik düzenini şimdiden planlamalı. Buna Almanya, Fransa ve Polonya’nın öncülük etmesi iyi olur.

Şu an bu yönde herhangi bir işaret görüyor musunuz?

Hayır, ne yazık ki böyle bir şey söz konusu değil. Modern muharebe tanklarının teslimatına ilişkin tartışmanın da gösterdiği gibi Alman hükümeti, ABD’nin bazı Avrupalı müttefiklerin de destek olduğu ağır baskısına maruz kalıyor. Almanya’nın kendi modern muharebe tanklarını tedarik etme kararının ardından Amerikan hükümetinin gözle görülür isteksizliği, Almanya’yı Ukrayna’ya silah tedarik ederek Rusya karşısında tek başına bırakma gayesi olduğunu akla getiriyor. Dolayısıyla silah sevkiyatı konusunda rasyonel bir askeri amaç-araç ilişkisine dayanan ve ulusal güvenlik çıkarlarımız doğrultusunda gerçekçi hedefler tanımlayan bir stratejinin olmaması son derece riskli. Rasyonel bir genel strateji aşağıdaki sorulara yanıt vermeli:

Alman hükümeti, Ukrayna’nın hangi askeri ve siyasi hedeflerini desteklemek istiyor?

Bu destek yalnızca Ukrayna’nın hedefleri Almanya’nın güvenlik çıkarlarıyla uyumlu olduğu sürece mi yoksa Almanya’nın güvenliğine yönelik tehditleri tetiklemesine göre mi sağlanacak?

Federal hükümet, yaptırımların Alman ekonomisine uzun vadede ve muhtemelen geri dönüşü olmayan zararlar vermesini kabul etmeye en kadar hazır?

Rusya, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini kendi güvenliğine yönelik bir tehdit olarak tanımlamış ve savaştan önce ABD ve NATO’dan güvenlik garantileri talep etmişti. Bu taleplerin gerekçesi ne?

Yeni üyelerin rotası 1997 yılında Madrid’de yapılan NATO zirvesinde belirlenmişti. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan ile yapılan ilk katılım müzakerelerinde Rusya’nın jeostratejik gerekçelerle bazı üye adayları hakkında çekinceleri olduğu ortaya çıkmıştı. Öte yandan Rusya’nın kendisi de üyelik hedefi olmaksızın NATO ile yakınlaşma niyetindeydi. Rus hükümeti, aralarında bulunan eski Varşova Paktı ülkeleri nedeniyle NATO ile gerginlik ve hatta çatışma yaşanabileceğinden endişe ediyordu. Bunu önlemek için ortak düzenlemeler ve karar alma mekanizmaları üzerinde mutabık kalınması gerekiyordu. Bu nedenle Temel Antlaşma müzakerelerinde Rusya, güvenlik çıkarlarını etkileyen konularda ortak karar hakkı talep etti. Sadece üye ülkelere tanınan ortak karar alma hakkı tanınmaksızın bu durumu dikkate alan bir formül bulundu. Rusya hem Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’ne hem de NATO-Rusya Konseyi’ne dahil oldu. Bu temelde, yakın güvenlik politikası koordinasyonu ve askeri işbirliği aşaması başladı. Fakat bu durum Rusya’nın NATO’nun genişlemesine ilişkin temel çekincelerini ortadan kaldırmadı. Bu durum 2008 yılında dönemin ABD Başkanı Bush’un Bükreş’teki NATO zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna’yı NATO’ya katılmaya davet etmesiyle belirginleşti. Bunda başarısız olunca da — bu tür durumlarda alışılageldiği üzere — zevahiri kurtarmak için temel bir katılım perspektifi telaffuz edildi. Ancak Rusya’nın bakış açısına göre bu kırmızı çizgiyi aşıyordu. O dönemde ABD’nin Moskova Büyükelçisi olan şimdiki CIA Direktörü William Burns, Amerikan hükümetini uyarmıştı: “[…] Stratejik sonuçları göz ardı edilemez; bu, Rusya’nın Kırım ve Ukrayna’nın doğusuna müdahalesi için uygun bir zemin yaratacaktır. […] Putin’in buna sert bir şekilde karşılık vereceğine şüphe yok.”

Rusya’nın ABD’nin politikasından ötürü duyduğu kuşkular makul muydu?

İki büyük güç arasındaki ilişkilerde yaşanan diğer dönüm noktaları net olarak Rusya’nın kaygılarını doğruladı; ABD’nin aldığı kararlar, Rusya tarafından stratejik dengeyi kendi aleyhine değiştirme teşebbüsü olarak yorumlandı. Örneğin Anti-Balistik Füze Antlaşması’nın feshi, INF Antlaşması ve Açık Semalar Antlaşmasından çekilme gibi. NATO Balistik Füze Savunma Sistemi’ndeki Amerikan sistemlerinin Polonya ve Romanya’ya konuşlandırılması, bu sistemlerden fırlatılacak seyir füzelerinin Rus kıtalararası balistik füze silolarına ulaşabileceği ve Rusya’nın ikinci vuruş kabiliyetini devre dışı bırakabileceği endişelerini de beraberinde getirdi.

İkinci Minsk Anlaşması’nın Ukrayna-Rusya ilişkilerindeki önemi ne? Merkel ve Hollande, anlaşmayı hiçbir zaman uygulamak istemediklerini itiraf etmediler mi?

Anlaşmanın kilit unsurlarından biri, Ukrayna hükümetinin Donbass’taki Rusça konuşan nüfusa 2015 yılı sonuna kadar bir anayasa değişikliği yoluyla özerklik şeklinde daha fazla azınlık hakkı tanıma taahhüdüydü. Ukrayna bu taahhüdü yerine getirmedi ve Rusya da bunu saldırısının bir başka gerekçesi olarak gösterdi. Sayın Merkel ve eski Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Ukrayna’nın anlaşmaya riayet etme niyetinin hiçbir zaman olmadığını açıkça teyit ettiler. Bu, ayrıca Ukrayna’ya askeri yığınak yapması için zaman kazandırmıştı. Bu arada İkinci Minsk Anlaşması, BM Güvenlik Konseyi kararıyla uluslararası hukuk açısından bağlayıcı hale geldi. İmzacı ülkeler ek bir deklarasyonla kararı uygulayacaklarını açıkça taahhüt ettiler. Bunun gerçekleşmemiş olması “kurallara dayalı uluslararası düzenin” ihlali ve BM Güvenlik Konseyi kararına karşı yapıldığı için daha da ciddi.

ABD’de de bu iki hususun —Ukrayna’nın NATO’ya üye olmaması ve Ukrayna federe devleti içerisinde Rusça konuşan nüfusa daha fazla özerklik tanınması— ciddi bir şekilde tartışılmış olması halinde savaşın önlenebileceğine inanan çok sayıda insan var.

Bu savaşla birlikte, insanın gerçekliği, özellikle de savaşla ilişkili riskleri görmesini engelleyen “savaş sisi” ifadesi hatırlatılıyor.

Benim izlenimim de bu yönde. Gelen manada Batılı olarak adlandırılan ülkeler, yani öncelikler NATO üyesi ülkeler, geniş çapta saldırı altındaki Ukrayna’nın safında birleşmiş durumdalar. Ve bunu savaşın her üç boyutunda da yapıyorlar: Silah ve teçhizat tedarikinin yanı sıra Ukraynalı askerlerin eğitimi yoluyla askeri çatışmada, Rusya’ya karşı yaptırımlar ve Ukrayna’ya mali bağışlar yoluyla ekonomik savaşta, ağırlıklı olarak tek taraflı habercilik ve kısmen de hedefli dezenformasyon yoluyla medya savaşında. Savaş uzadıkça uluslararası hukuka ve BM Şartı’nın 51. maddesine uygun destek ile savaş eylemlerine dolaylı ve doğrudan katılım arasındaki sınırı belirlemek giderek zorlaşıyor. Özellikle de bir ülke doğrudan operasyonel amaçlara hizmet eden ve stratejik hedeflerin uygulanmasına kararlı bir şekilde katkıda bulunan keşif ve hedefleme bilgileri sağladığında. Bu durum Ukrayna’daki savaşın Ukrayna adına bir savaşa dönüşmesi ve tüm Avrupa kıtası açısından risklerin giderek daha az yönetilebilir hale gelmesi tehlikesini artırıyor.

Riskleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir savaşın başlangıç noktası belirli bir siyasi gruplaşmadır, siyasi sebepleri olur. Savaş yeni bir siyasi duruma yol açar ve bu durum devam edecekse siyasi olarak kabul edilmelidir. Bu yüzden Clausewitz savaşta siyasetin üstün gelmesini ve savaşa rağmen devam etmesini salık verir. Buradan hareketle savunma kabiliyetinin güvence altına alınması ve eş zamanlı olarak üzerinde müzakere edilmiş bir barışa ulaşılması için çaba sarf edilmesi şeklinde ikili bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Eğer siyaset ve diplomasi aylardır olduğu gibi askıda kalırsa o zaman savaş, Clausewitz’in tanımladığı gibi sadece bir “güç gösterisi olur ve bu gücün kullanımında sınır olmaz; böylece her biri diğerine ültimatom verir ve kavramın tanımı gereği aşırıya götüren bir etkileşim ortaya çıkar”. Ve şu anda şahit olduğumuz gelişme de tam olarak bu. Dolayısıyla can alıcı soru şu: Gitmekte olduğumuz en uç nokta ne?

Bunlardan biri, savaşı sona erdirecek gerçekçi bir strateji olmaksızın devam eden silah ve mühimmat sevkiyatıyla beslenen ve yıllarca sürebilecek bir yıpratma savaşı. Bir diğer risk ise çatışmaların diğer ülkelere yayılması ve bunun neticesinde Rusya ile NATO’nun doğrudan karşı karşıya gelmesi. Son olarak nükleer savaş riski de göz ardı edilemez.

Nükleer savaş riskinin gerçekçi olduğunu düşünüyor musunuz?

Gerçekleşme ihtimali düşük ama sonuçları hesaplanamayacak kadar büyük ve muhtemelen yönetilemez olan riskler; bu, gerçekleşme ihtimali yüksek ama sonuçları daha az ciddi ve yönetilebilir olan risklerden daha fazla ilgi gösterilmeyi hak ediyor. Ukrayna adına verilen savaşın varoluşsal bir boyutu var; Rusya için de Ukrayna’nın, kullanılması Rusya için varoluşsal bir tehdit oluşturan geniş kapsamlı silah sistemleri elde etmesi durumunda benzer etkileri olabilir. Bu durum Kırım’a yönelik saldırılar için de geçerli.

Rusya’nın tehditlerinden kaçınmak gerektiği argümanı, bana göre “taktik” veya nükleer “savaş alanı” silahlarının kullanımının kontrol edilebilir olduğu iddiası kadar sorumsuzca. Bir nükleer silahın her ilk kullanımı savaşın tabiatını temelden değiştirir.

Neden taktik nükleer silahlardan söz ediyoruz?

Öncelikle nükleer savaş riskini bir perspektife oturtmak için. Taktik silah sistemleri menzillerine göre atılan araçlar. Nükleer savaş başlığı, Hiroşima’ya atılan bombanın on katı bir patlayıcı güce ulaşabilir. İlk nükleer saldırıda bile öncelikle amaç, mümkünse rakibin askeri potansiyeline karşı belirleyici bir darbe ile birlikte siyasi bir etki elde etmek olur. Savaş alanıyla ve düşmanın münferit birliklerine karşı sınırlı bir nükleer konuşlandırma olası değil zira etkisi, tetikleyeceği nükleer savaşın riskleriyle orantısız olur.

Ukrayna’nın savaşı kazanmasından başka alternatif olmadığı tekrar tekrar dile getiriliyor. Bu gerçekçi bir alternatif mi?

Bir savaşı, düşmanınıza karşı uğruna savaştığınız siyasi hedeflerinize ulaşırsanız kazanırsınız. Bu savaşın ne Rusya ne de ABD ve ne de kesinlikle Ukrayna, kazananı var. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi bile tek başına ciddi bir gerileme olur. ABD de aynı şekilde jeopolitik rakibi olan Rusya’yı ortadan kaldırmayı başaramayacak. Ukrayna’nın en büyük nükleer güce askeri bir yenilgi tattıramayacağı da anlaşılmalı. Fakat çok daha yüksek bir olasılıkla Batı’dan silah ve mühimmat akışının devam etmesine rağmen Ukrayna kuvvetleri, en azından şimdiye kadar başarıya ulaşan fetihlerin pekiştirilmesi söz konusu olduğu takdirde Rusya’nın askeri başarısını önleyemeyecek. Rus kuvvetlerini konvansiyonel yenilginin eşiğine ancak NATO’nun tamamının katılacağı geniş çaplı bir askerî harekât getirebilir. Böyle bir durumda Rus liderliği, varoluşsal krizi önlemek için nükleer bir ilk saldırı sorunuyla karşı karşıya kalacak.

ABD, Çin’in böyle bir gelişmeye izin vermeyeceğinin ve Rusya’yı teskin edeceği, nükleer savaşı engelleyeceği ve en önemlisi Tayvan’a karşı kendi çıkarlarını savunmak için harekete geçeceğinin farkında. Fakat aynı zamanda ABD de iki cepheli bir savaş yürütemeyeceğinin farkında.

Çin’den tekrar tekrar bahsettiniz. Çin esasında ne kadar güçlü?

Nükleer strateji açısından Çin, iki nükleer süper güç olan ABD ve Rusya’yı yakaladı. Konvansiyonel silahlı kuvvetlerinin büyük ölçüde silahlandırılması da ilerleme kaydediyor. Bugün Çin, halihazırda en güçlü ikinci askeri güç konumunda. Çin ordusunun 2035 yılına kadar tümüyle modernize edilmesi ve 2049 yılına kadar dünya standartlarına ulaşması hedefleniyor. Bununla kastedilen, Çin’in ABD’yi yakalayacağı ve önemli alt başlıklarda üstün olacağı. İktisadi açıdan Çin, ABD’nin ardından ikinci sıraya yerleşti ve birkaç yıl içinde bir numara olacak. Bu nedenle ABD Savunma Bakanı Austin, ülkesinin yeni askeri stratejisinde Çin’i açıkça “önümüzdeki on yıllar boyunca en önemli stratejik rakip” olarak nitelendiriyor. Hatta ABD Stratejik Komutanlığının eski komutanı Amiral Charles Richard, 2022’de şunları söylemişti: “Şu anda içinde bulunduğumuz Ukrayna krizi sadece bir ısınma turu. Asıl büyük kriz henüz gelmedi. Uzun zamandır sınanmadığımız bir şekilde sınanacağız. […] Çin’e karşı caydırıcılığımızın seviyesini değerlendirecek olursam, gemimiz ağır ağır batmakta.”

Burada Avrupa’nın konumu ne?

Yalnızca Amerikan yönetimi değil, Avrupalılar da Ukrayna angajmanlarının jeostratejik dinamiklerini net biçimde hafife aldılar. Ukrayna savaşı, Avrupa’nın siyasi, iktisadi, teknolojik ve en önemlisi askerî açıdan jeopolitik olarak kendini kanıtlama yolunda kararlılıkla ilerlemesinin bir işareti.

Başkan Biden savaşın müzakerelerle sona ereceğini söylüyor. Bu müzakereleri beraberinde getirecek bir strateji var mı?

Başkan Biden, geçen yılın mayıs ayında New York Times’ta yayımlanan makalesinde savaşın “ancak diplomasi yoluyla sona ereceğini” ilan etmişti. Muhtemel toprak kayıpları konusunda ise diplomatik bir dille şunları ifade etmişti: “Ukrayna hükümetine toprak tavizi vermesi için baskı yapmayacağım”. Şubat sonunda New York Times, Moskova ve Kiev’in savaşın başlamasından çok kısa bir süre sonra önce Belarus’ta sonra da Türkiye’de doğrudan müzakerelerde bulunduğuna dikkat çekti. Anlaşma, Rusya’nın askerlerini savaş başlamadan önce bulundukları yere çekmesi ve karşılığında Ukrayna’nın da NATO üyeliğinden feragat etmesiydi.

Fakat müzakerelerin başarısızlığa uğramasının ardından her iki taraf da yeni bir başlangıç için ön koşulları o kadar yüksek tuttu ki müzakerelere yeniden başlamak zor olacak. Yine de aralık ayının sonlarında Putin, “İlgili herkesle makul çözümleri müzakere etmeye hazırız” açıklamasında bulundu. ABD de Zelenskiy’i müzakereler konusunda daha diplomatik olmaya çağırdı.

ABD’nin gerçekten başarmak istediği şey ne?

ABD, barış müzakereleri için konumunu güçlendirmek amacıyla Ukrayna’yı gerektiği kadar destekleme niyetinde ama zaman sınırı koymuyor. Alman hükümeti de benzer bir tutuma sahip. BM Genel Kurulu kararı ve Çin yönetiminin Şubat 2023 tarihli pozisyon belgesi, savaşın sona erdirilmesi yönündeki uluslararası baskının arttığı izlenimini veriyor. Her iki belge de üzerinde müzakere edilmiş bir barış için diplomatik çaba gösterilmesi çağrısında bulunuyor, fakat Çin açıkça müzakerelerin yeniden başlatılmasını talep ediyor.

Peki burada Almanya nasıl bir rol oynayabilir?

Savaşın sona erdirilmesi konusunda müzakere edilip edilmeyeceği ve ne zaman sona erdirileceği kararının Ukrayna hükümetine bırakılması gerektiği görüşü, bu savaşın halihazırda Avrupa’ya ve bazı durumlarda küresel yansımaları olduğu ve tüm Avrupa’nın bir Rusya-NATO savaşına ve hatta muhtemelen nükleer bir savaşa evrilme riskiyle karşı karşıya olduğu hakikatini göz ardı ediyor.

Alman hükümeti, 2 Mart 2022 tarihinde Ukrayna tarafından hazırlanan ve diğer hususların yanı sıra BM’nin, “Genel Kurul, Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasındaki ihtilafın siyasi diyalog, müzakereler, arabuluculuk ve diğer barışçıl yollarla derhal barışçıl bir çözüme kavuşturulması çağrısında bulunur” ifadelerini içeren karar taslağını imzalamıştı.

Şubat ayında BM Genel Kurulu’nda Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısını kınayan ve Rus kuvvetlerinin ülkeden koşulsuz olarak geri çekilmesi çağrısında bulunan bir başka karar kabul edildi. Fakat aynı zamanda üye ülkelere ve uluslararası kurumlara “Ukrayna’da kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışın sağlanmasına yönelik diplomatik çabalara olan desteklerini iki katına çıkarmaları” çağrısında bulunuldu.

Almanya, özellikle de anayasanın barış yükümlülüğü gereği, çatışmaların sona ermesi için çalışmakla yükümlü. Savaşı yalnızca siyasi yollarla sınırlandırmak ve en kısa diplomatik yolla sona erdirmek mantıklı bir dış ve güvenlik politikasına karşılık gelir ve bizim kadar Ukrayna’nın da çıkarlarına hizmet eder. Bu nedenle Şansölye, savaşı sona erdirecek bir strateji için Başkan Biden’a dönük lobi faaliyetlerinde Cumhurbaşkanı Macron’un yanında yer almalı. Şansölye, Başkan Biden ile olan yakın ilişkisini vurguluyordu, dolayısıyla en iyi ön koşullara sahip. Cumhurbaşkanı Macron, Çin ziyareti sırasında Şi Cinping’in desteği için Putin’e yönelik lobi yapabilir.

Umulur ki kısa süre içerisinde savaşı kontrol altına almak ve tüm Avrupa’ya yayılmasını önlemek mümkün olur. Tarihçiler, Avrupalı güçlerin nasıl olup da 20. yüzyılın ilk felaketi olan Birinci Dünya Savaşı’na sendeleyerek girdiklerini defalarca kez sormuşlardı. Umarım gelecekte tarihçiler Ukrayna savaşının nasıl olup da 21. yüzyılın ilk felaketi haline gelebildiğini sormak zorunda kalmazlar.

Sayın General Kujat, söyleşi için teşekkür ederim.


*1 Mart 1942 doğumlu emekli General Harald Kujat, Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi ve NATO Askeri Komitesi Başkanı olarak NATO’daki en yüksek rütbeli subay. Aynı zamanda NATO-Rusya Konseyi ve Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi başkanlığı görevlerinde bulundu. Harald Kujat, hizmetlerinden dolayı Fransa Cumhuriyeti Onur Lejyonu Komutan Haçı, Letonya, Estonya ve Polonya’dan Komutan Haçı Liyakat Nişanı, Liyakat Lejyonu dahil olmak üzere çok sayıda ödülle onurlandırıldı. ABD ve Belçika Krallığından Büyük Leopold Nişanı Kurdelesi, Federal Almanya Cumhuriyeti Büyük Liyakat Madalyası ve Malta, Macaristan ve NATO’dan da dahil olmak üzere diğer yüksek ödüller aldı.

Çok Okunanlar

Exit mobile version