GÖRÜŞ

Filistinliler topraklarını sattı mı? Modern mandacıların çürük argümanı

Yayınlanma

Uğurcan Yardımoğlu

Filistin direniş güçleri 7 Ekim günü işgalci İsrail’e yönelik güçlü bir saldırı yaptı. Direniş güçlerinin eylemi uluslararası kamuoyunda ciddi bir yankı uyandırırken Türkiye’de de tartışmalara yol açtı.

Genel olarak sol partiler direnişe ilk günden itibaren destek verirken kendisini seküler milliyetçi olarak tanımlayan kesimler, sosyal demokratlar ve liberaller arasında İsrail’e destek verme eğilimi güçlü. Bu kesimin İsrail’e yönelik desteği Batılı kurumlara ve onların siyasetlerine koşulsuz angaje olmaktan kaynaklanıyor. Filistin sorunuyla ilgili bilgisizliğin de beslediği bu tavrın en yaygın argümanı Filistinlilerin Yahudilere toprak sattığı iddiası.

Yahudilere toprak satışı argümanı Türkiye’deki İsrail destekçisi çevreler tarafından ‘toprağını satan bir halkın direnmeye muktedir olamayacağı’, dolayısıyla başına gelenleri ‘hak ettiği’ne dair bir tez üretilmesine yardımcı oluyor. Türkiye’de kıymeti kendinden menkul bir kısım ‘ünlü’nün de ön ayak olmasıyla hızla yayılan bu tezler toplumun İsrail işgaline karşı mücadele eden Filistin direniş güçlerinin eylemini yanlış okumasına yol açtı. Esas olarak ciddi bir tartışmada dile getirilmesi gülünç olan bu argümanlar yaygınlaşarak bir toplumsal histeri yarattı.

Peki Araplar gerçekten de topraklarını sattı mı? Bu noktada hikâyenin başına yani siyonizmin ortaya çıkışına gitmemiz gerekiyor.

SİYONİZMİN DOĞUŞU VE OSMANLI-ARAP DİRENİŞİ

19. yüzyılda Yahudilerin Filistin’e toplu olarak göç ederek bir Yahudi devleti kurma fikri olan “siyonizm” Avrupa’da ortaya çıktı. Siyonist hareketin lideri Theodor Herzl, 1897’de Basel’de düzenlenen Birinci Siyonist Kongre’de bu fikri resmen ortaya koydu.

Siyonistlerin, Yahudilere ‘yurt kurma’ hedefiyle şekillenen çabalara Filistin’i hakimiyetinde bulunduran Osmanlı yönetimi uzun süre direndi. O dönemlerde Filistin topraklarının yüzde sekseni miri arazi statüsünde yani devlet arazisiydi. Özel mülk gibi alım-satıma konu olamazdı. Devlet bu toprakları Yahudilere satmıyordu. Özel mülkiyet statüsündeki toprakların Yahudiler tarafından alınması da devlet kararları ile engellendi.

Ancak Yahudiler bütün engellemelere rağmen çeşitli vesilelerle toprak sahibi oldu. Bu toprakların oranı ise yüzde 1’i bile bulmuyordu. 19. yüzyılın bitiminde Yahudilerin elindeki 219 bin dönümlük toprak, tüm yüzölçümün ancak %0,73’üdür. Üstelik II. Meşrutiyet’in ardından kurulan Meclis-i Mebusan’da yer alan Arap kökenli Osmanlı mebusları Filistin’de toprak satışının engellenmesi için meclis tartışmaları açtılar, konuyu gündemde tuttular. Osmanlı Devleti 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra Filistin’i savaşın son dönemine dek kararlılıkla savundu. Şerif Hüseyin liderliğinde gerçekleştirilen Arap isyanına rağmen Osmanlı Araplarının önemli bir kısmı savaşın sona dek Osmanlıları destekledi.

İŞGAL VE MANDA: İNGİLİZ ELİYLE SİYONİZM

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun İngiliz birliklerine yenilmesi üzerine 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs İngilizler tarafından işgal edildi. Kudüs İngiliz kontrolüne geçti ve işgal edilen Filistin’de İngiliz askerî yönetimi başladı.

İngiltere, henüz Kudüs’ü işgal etmeden önce Filistin sorununun başlangıç noktası olarak kabul edilen Balfour Deklarasyonu’nu ilân etmişti. 2 Kasım 1917’de Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından siyonistlerin lideri Lord Rothschild’e yazılan mektupta Birleşik Krallık hükümetinin, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasına desteği ifade edildi. Arthur Balfour’un bu girişimi Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması fikrini uluslararası alanda meşru hale getirmeye çalıştı ve Yahudi göçünü teşvik etti. İşgalin ardından deklarasyonda ifadesini bulan fikirler uygulama sahasına geçecekti.

1920’de kurulan Milletler Cemiyeti kararıyla 1922 yılında Birleşik Krallık Filistin Mandası kuruldu. İşgal yönetimi yerini sivil idareye devrederken İngiltere’nin Filistin mandasına atadığı ilk vali aslen Yahudi olan ve Dünya Siyonist Organizasyonu içerisinde aktif rol alan Herbert Samuel oldu. İngiltere, Balfour Deklarasyonu’yla uluslararası Siyonist harekete verdiği sözü manda yönetimi altında hayata geçirecekti. Filistin’i Yahudi yurdu yapma çabasına hız verildi. İngiltere’nin bu politikası Filistin’de manda yönetimi altında, Yahudi ve Arap toplulukları arasındaki gerilimi giderek artırdı.

İngiliz politikası Filistin’e Yahudi göçünü sürekli destekledi. 1922 yılında 590.000 Arap’a karşı 84.000 kadar olan Filistin’deki Yahudi nüfusu, 1932’de 770.000 Arap’a karşılık 181.000’e yükseldi. 1933-1935 yılları arasında Filistin’e 134.540 Yahudi göç etti.

Yahudi göçünün devam etmesi üzerine Filistinliler 15 Nisan 1936’da 3 yıl süren büyük Arap ayaklanmasını başlattılar.

25 Nisan 1936 tarihinde oluşturulan Yüksek Arap Komitesi, Yahudi göçlerinin durdurulması, Yahudilere toprak satışının durdurulması ve seçilmiş bir halk meclisine karşı sorumlu bir milli hükümetin kurulması talepleri yerine getirilene kadar isyan kararı aldı. Ancak üç yıl süren isyan, İngilizlere görünürde bazı geri adımlar attırmış olsa da başarısızlıkla sona erdi.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Yahudi Soykırımı, siyonizmin popülaritesini daha da artırdı. Ayrıca İngilizlerin Arap İsyanı sonrası siyonizmden geri adım atan politikaları siyonistlerin tepki göstermesine neden oldu. Her şeye rağmen İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin yanında savaşan siyonistler savaştan sonra İngiliz manda yönetimine karşı silahlı terör faaliyetine başladı.

MANDADAN İSRAİL’E

İngiltere, İkinci Dünya Savaşı’ndan pulları dökülmüş bir imparatorluk olarak çıktı. Dahası İngiltere’yi imparatorluk yapan özellikleri son bulmaya başladı. Hindistan’dan çekilen İngiltere, Filistin’den de çekilmeye karar verdi. Yahudilerle Araplar arasındaki gerilimleri yönetemeyecek duruma gelmişti ve idaresine yönelen bir siyonist terör faaliyeti mevcuttu. İngiltere, Filistin meselesini Birleşmiş Milletler’e devretti.

1947 yılında BM bünyesinde kurulan Filistin Özel Komisyonu, Filistin’in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini, Filistin topraklarının %57,7’sinin Yahudilere %42,3’ünün Araplara verilmesini, Kudüs’ün uluslararası denetim altında tarafsız kalmasını içeren Taksim Planı’nı kabul etti.

Ancak bu plan Arap ülkeleri tarafından reddedildi.

İsrail Devleti’nin kuruluşu Birleşmiş Milletlerce belirlenen paylaşım planı uyarınca 14 Mayıs 1948 tarihinde ilan edildi. Söz konusu tarihte İsrail Bağımsızlık Bildirgesi yeni İsrail Devleti’nin ilk başbakanı David Ben-Gurion tarafından okundu. İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinin ardından BM Taksim Planı’nı reddeden Suriye, Mısır ve Ürdün İsrail’e yönelik taarruza geçti. Ancak Arap orduları yenildi ve İsrail bu ülkelerin her biriyle ayrı ayrı ateşkes antlaşması imzaladı.

İSRAİL KURULDUĞUNDA NE KADAR ‘YAHUDİ TOPRAĞI’ VARDI

İsrail’in kuruluşuna kadar geçen süreçte Yahudilerin Filistin’den aldığı toprak ülkenin yüzde 6’sına tekabül etmektedir. Bundan sonra ise Filistin topraklarına İsrail tarafından zorla el konulacaktı. Yani Filistinliler, Yahudilere gönüllü olarak toprak satmamıştı.

Üstelik ülkenin yüzde 6 oranındaki toprağı da büyük çoğunlukla Filistinli olmayan büyük toprak sahiplerinden satın alınmıştır. Yahudilerin satın aldığı toprakların %52,6’sı Filistinli olmayan toprak sahiplerinden, %24,6’sı Filistinli toprak sahiplerinden, %13,4’ü İngiliz hükümetinden, kiliselerden ve yabancı şirketlerden ve yalnızca %9,4’ü ‘fellah’ denilen Filistinli Arap köylülerden satın alındı. Ayrıca Filistinlileri Yahudilere toprak satmaya zorlayanın da ülkeye göçü teşvik eden İngiliz hükümeti olduğu unutulmamalıdır. Dönemin süper gücü İngiltere tarafından yönetilen Filistin’de halkın Yahudilere topraklarını satması yönündeki baskının Arapları ayaklanma çıkarmaya yöneltecek düzeyde olduğu da akıllardan çıkarılmamalıdır.

Filistin topraklarının Yahudilere satışının da ağırlıklı olarak Yahudi Ulusal Fonu (Jewish National Fund), Filistin Arazi Geliştirme Şirketi (Palestine Land Development Company) ve Filistin Yahudi Sömürgeleştirme Derneği (Palestine Jewish Colonization Association) gibi kurumlar üzerinden gerçekleştiği biliniyor.

1946 yılında Yahudilerin Filistin topraklarının yalnızca %5,7’sine sahipken Filistinli Araplar %80’ini yani toprakların çoğunu elinde tutuyordu. Yahudi nüfusun Filistin’deki toprak sahiplik oranını 1947 yılında % 6,6’ya ulaşmıştı.

Keza sonraki yıllarda Filistinli direnişçiler, Yahudilere toprak satışı yapan az sayıdaki Filistinlinin isimlerini de kamuoyuna ilan ederek onları ifşa etmeyi de görev bilmişti.

Peki, Filistinliler Yahudilere toprak satmadığı halde İsrail hangi topraklar üzerinde kuruldu?

BÜYÜK FELAKET: TOPRAKLAR SATILMADI… İŞGAL EDİLDİ

1948 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail ordusunun Arap ordularını yenmesinin ardından Filistin topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirdi Filistinliler evlerinden ve topraklarından zorla sürüldü.

1948 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, İsrail, Filistin topraklarının yaklaşık %78’ini ele geçirdi. İşgalci İsrail, 1.300 köy, kasaba ve şehirde yaşayan 1,4 milyon Arap’ın 800.000’i evlerinden ve topraklarından zorla sürdü, yerleşim yerlerinin 531’ini tamamen yerle bir etti.

Araplar 1948 yılına kadar bölgede çoğunluğu oluştururken, İsrail’in kuruluşu ile evlerinden ve topraklarından zorla sürülen Filistinliler azınlık durumuna düştü. Buna Batı Şeria ve Gazze’ye iltica edenler de eklendiğinde Arapların %85’inin topraklarından çıkarılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Filistinliler için 14 Mayıs 1948’de İsrail’in bağımsızlık ilanının ardından yaşanan zorunlu göç, katliam ve yıkım sürecini ifade eden Büyük Felaket anlamına gelen “Nekbe Günü” her yıl 15 Mayıs günü anılmaktadır.

1914’te 85.000, 1943’te 539.000, 1946’da 608.000, 1947’de 650.000 olan Filistin’deki Yahudi nüfusu, 1949’da 758.000’e ulaştı. İsrail 1950 yılında “Meçhul Mülk Kanunu” çıkararak Yahudilere 1948 yılından sonra yerlerinden edilen Filistinlilerin mülklerine el koyma hakkını tanıdı.

Yani Araplar topraklarını satmadı, ırkçı ve işgalci İsrail rejimi Arap toprakları üzerinde bütün Batı dünyasını arkasına alarak yaptığı saldırı ve katliamlar sonucunda kuruldu.

Filistin’in ulusal kurtuluş mücadelesi, silahla kaybettiğini silahla geri almaya odaklanarak yetmiş yılı aşkın bir süredir sürüyor. Altı Gün Savaşı’ndan Yom Kippur Savaşı’na Oslo Anlaşmalarından, Birinci ve İkinci İntifada gibi kilometre taşları olan bu mücadele şimdi de Aksa Tufanı Operasyonu’yla yeni bir aşamaya girdi. Modern tarihin en baskıcı ırkçı ve sömürgeci rejimine karşı savaşanları ‘topraklarını Yahudilere sattığı’ yalanıyla karalamak tarihin yanlış tarafında durmak anlamına geliyor. Bu yalan, Filistin halkının karşısında İsrail’in yanında olmak isteyenlere argüman sağlıyor. Ancak durdukları yer gibi argümanları da yanlış bir temel üzerine bina edilmiş, tıpkı savundukları İsrail gibi…

Çok Okunanlar

Exit mobile version