Tüm dünya İsrail’in aşırı sağcı hükümetinin yargıyı denetim altına alma girişimleri ve buna yönelik protestolara odaklanmışken Batı Şeria’nın yasal statüsündeki değişikliği göremedi ya da görmezden geldi. İsrail fiilen işgal ettiği Batı Şeria’yı bugüne kadar ilhak ettiğini ilan etmedi. Bunu da bölgede sivil bir yönetim kurmayarak yaptı. Bu, kısmen uluslararası hukuka aykırı olduğu kısmen de yasal ilhak durumunda Filistinlilerin şu an belirsiz olan statüsünün “vatandaş” olarak getireceği ek yükümlülüklerden kurtulmak içindi. Ancak İsrail hükümet koalisyonu kurulurken Dini Siyonizm Partisi Bezalel Smotrich’e daha önce askerlerin elinde olan Batı Şeria’nın sivil işleri devredildi. Yani İsrail’in bir bakanı artık Batı Şeria’da yetki sahibi. Foreign Affairs, bu durumun resmen duyurulmasa da ilhak olduğu görüşünde. Haaretz’in köşe yazarı ve politika araştırmacısı Dahlia Scheindlin ile İbrani Üniversitesi’nde sosyoloji doçenti olan Yael Berda, fiilen işgalinden bu yana Batı Şeria’nın yasal statüsünün geçirdiği evrimi inceliyor.
Makalenin tamamını dikkatinize sunuyoruz:
***
İsrail’in Batı Şeria’yı İlhakı Çoktan Başladı
Netanyahu İşgali “Sivilleştirmek” İçin Harekete Geçti
Ülke tarihinin en sağcı hükümeti olan İsrail koalisyon hükümeti, yargıyı zayıflatacak ve denge ve denetleme mekanizmalarını ortadan kaldıracak reformlar önerdiği için eleştirilerin hedefi oldu. İsrail’de şimdiye kadar görülen en büyük protestolara yol açan olan bu reformlar, ülke içi ve dışındaki muazzam tepkilerin ardından askıya alındı. Ancak hükümetin neredeyse hiç dikkati çekmeyen bir başka hamlesi aynı derecede önemli.
Kasım 2022’de İsrail’in aşırı sağcı fraksiyonları parlamentoda çoğunluğu kazandı. Kısa bir süre sonra, bazı yönlerden anayasa gibi işleyen devletin Temel Yasasını değiştirerek hükümetin, Savunma Bakanlığı bünyesinde yeni bir özel bakan atamasına izin verdiler. Şubat 2023’te İsrail’in aşırı milliyetçi koalisyon hükümeti yeni bakanın ne yapacağı konusunda anlaştı: Daha önce İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) münhasır yetkisinde olan Batı Şeria’da bazı sivil yetkileri üstlenmek. Bu idari değişiklik, İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenliğini ilan etmesi anlamına geliyor ki bu da BM Şartı’nın toprak ilhakı yasağını ihlal ediyor. İsrail’in önde gelen üç sivil toplum ve insan hakları örgütü, bürokratik değişimin Batı Şeria’nın hukuken ilhakı anlamına geldiği konusunda ısrar etti. Bu devir, İsrail’in Batı Şeria’daki işgalinin geçici olduğu yanılsamasını yıkmakta; İsrailliler ve Filistinliler için eşit olmayan, iki katmanlı bir hukuk sistemini daha da sağlamlaştırmakta ve İsrail’in Batı Şeria üzerindeki kalıcı kontrolünü pekiştirmektedir.
Yetki devri aslında İsrail’in Filistin toprakları üzerindeki hakimiyetini garanti altına alan onlarca yıllık politikaların doruk noktasıdır. Ancak hükümet şimdi İsrail’in uluslararası hukuk karşısındaki konumunda önemli ve muhtemelen dehşet verici bir dönüşümü temsil eden eşiği aştı. İsrail’in artık Batı Şeria’yı ilhak ettiğini resmen ilan etmesine gerek yok. İş tamamlanmıştır.
Benim için sivil, senin için değil
İşgal otoritesinin değişmesi Batı Şeria’daki Filistinlilerin ve İsrailli yerleşimcilerin günlük yaşamlarını etkileyecek. Filistinliler askeri kontrol altında kalırken, sivil bakan Yahudilerin işlerini yönetecek bir “yetkili kuruma” liderlik edecek. Bu hamle Batı Şeria’daki yerleşimcilerin üstün statüsünü pekiştiriyor. Örneğin, IDF Filistinliler için su ücretlerini belirlemeye devam edecek, ancak yeni sivil otorite Yahudiler için suyu kontrol edecek ve iki grup için eşit olmayan su tahsisini kolaylaştıracak. Sivil otorite, işgal altındaki topraklarda sivil yönetim kurulmasını yasaklayan uluslararası hukukun temel yasalarını ihlal ederek Yahudi yerleşimciler için yerleşme ve altyapıyı teşvik edecek ve bunlara izin verecektir. Temel uluslararası yasağı hiçe sayan bu yeni yetkililer, uluslararası hukukun tüm kısıtlamalarını görmezden gelecektir. Sivil bakan arazi tahsisi ve planlaması, enerji ve iletişim ağlarını kontrol edecektir. Kimlerin ev, okul ve kamu yapıları inşa edebileceğine ve daha önce Yahudi yerleşimlerini genişletme ve Filistinlileri baskılama aracı olarak IDF tarafından uygulanan, hangi toplulukların yıkılacağına karar verme yetkisine sahip olacak.
Bu değişikliğin sonuçları, göreve seçilen bakanın ideolojisiyle daha da kötüleşiyor. Aynı zamanda İsrail’in maliye bakanı olan ve ülkenin en açık şekilde Yahudi üstünlüğünü savunan partisine liderlik eden Bezalel Smotrich bu göreve talip oldu. Siyasi kariyerini Arap karşıtı ırkçılık üzerine inşa etti. 2017’de Filistinlilerin İsrail kontrolüne tamamen boyun eğdirilmesini öngören ve Filistinlilerin ulusal kaderini tayin hakkını sonsuza dek gündemden kaldırmayı hedefleyen bir plan yayınladı. Ürdün Nehri’nin batısındaki tüm toprakları kapsayan Yahudi egemenliğinde bir devlet önerdi ve direnenleri sürgün etme ya da şiddetle bastırma çağrısında bulundu. Smotrich, Batı Şeria’daki bir Filistin kasabası olan Hawara’nın “yok edilmesi” gerektiğini söyledi. Bu yorum, Filistinlilerin düzenlediği bir saldırıda iki İsraillinin ölmesi ve İsrailli yerleşimcilerin kasabaya yönelik bir katliam başlatmasından günler sonra geldi. Smotrich’in sözleri kanunsuz saldırıyı etkili bir şekilde mazur gösterdi ve gelecekteki saldırıları teşvik etti. Smotrich, İsrail’in yaklaşık iki milyon Arap vatandaşının varlığını reddetti; 2021’de yaptığı bir açıklamada İsrail’in ilk başbakanının 1948’de kurulan yeni İsrail devletinden tüm Filistinlileri kovarak “işi bitirmemesinin” bir hata olduğunu söyledi.
Smotrich, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun hükümetine katılmanın şartı olarak bakan olmayı talep etti; birkaç yıldır Batı Şeria üzerindeki IDF kontrolünü zayıfladığı yönündeki suçlamaya öncülük etmişti. Yeni yetkileri tüm bölgedeki Filistinlileri etkileyecek çünkü yerleşim planları ve İsraillilerin araziyi diğer kullanım şekilleri Filistinlilerin yaşamını altüst edecek şekilde tasarlandı. Smotrich, oradaki Filistinlilerin suya, toprağa, altyapıya ve uluslararası ajans ve şirketlerin kalkınma yardımlarına erişimini engellemeyi gerektiren yerleşim planlarını geliştirebilir ve geliştirecektir. Artık Batı Şeria’nın yüzde 60’ını oluşturan ve bölgedeki tüm İsrail yerleşimlerini kapsayan C Bölgesi’nde Filistinlilerin geçim ihtimalini ortadan kaldırabilir. C Bölgesi’nde yaklaşık 200.000-300.000 Filistinli yaşıyor. Birçoğu çiftçilik ya da çobanlıkla geçiniyor. Bugün bile İsrailli yetkililer konut inşaatı izinlerini engelliyor, su kuyularını yıkıyor ve okulları yerle bir ediyor; ancak artık bu kararlar ideolojik aşırılık yanlısı sivil liderler tarafından verilecek. İsrail’in sağ kanadı C Bölgesinin tamamen Yahudi yerleşimcilerin olduğu iddiasına başvuracak.
Yavaş yavaş
Elbette İsrail Batı Şeria’yı ilhak için on yıllardır, daha az belirgin yollarla da olsa, adım adım ilerliyor. Bir yandan İsrail, Filistinlileri (ve teorik olarak işgal altındaki tüm toprakları) askeri yönetim altına alarak bölgede ayrı ve eşit olmayan yasal rejimler kurarak İsrail kontrolünü geçici olarak göstermeye çalıştı. Aynı zamanda İsrail, daha fazla yerleşimci çekmek, “normal” yaşamı teşvik etmek ve İsrail’in işgalindeki topraklarda varlığını sağlamlaştırmak için Yahudi vatandaşlara sivil yasa uygulamasını genişletti. Gerçekte Filistinliler hiçbir zaman sadece IDF tarafından yönetilmedi. İsrail, devletten ayrı geçici işgal rejimi imajını bir hile olarak yarattı. Batı Şeria’da sivil ve askeri kontrol arasındaki çizgi 1967’den beri bulanık.
İsrail 1967 savaşında Batı Şeria’nın kontrolünü ele geçirdi ve bir yıl içinde İsrailliler burada yerleşim birimleri kurmaya başladı. İsrail yasama organı da neredeyse hemen işgale dahil oldu. Temmuz 1967’de Knesset, İsrail ceza kanununu Batı Şeria’daki vatandaşlarına uygulayan ilk yasayı kabul etti; bu, Filistinliler İsrail askeri hukukuna tabiyken bölgedeki İsraillileri normal İsrail sivil hukukunun yargı yetkisi altına sokmaya yönelik ilk adımdı.
1967 ve 1981 yılları arasında İsrail ordusu işgal altındaki toprakların sivil ve askeri işlerini doğrudan yönetti. İsrail hükümeti 1981 yılında Batı Şeria ve Gazze için IDF komutası altında sivil bir yönetim kurdu. Ancak uygulamada, İsrail hükümetinin bakanlıkları, örneğin ekonomi politikasını belirleyerek, sağlık düzenlemelerini yaparak ve yollar inşa ederek Filistinlilerin yaşamını dolaylı olarak yönetti. Zamanla, ordu Filistinliler üzerinde politika yürütürken, özel düzenlemeler sivil makamların Yahudi yerleşimciler için İsrail yasalarını uygulamasını sağladı ve işgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan Yahudiler için ayrı ve farklı uygulamalar yarattı. Yerleşimciler ulusal sigortadan, oy hakkından ve kaynaklara erişimden yararlandılar. Ancak yerleşim yerlerindeki Yahudi yaşamını yöneten yasal otorite teknik olarak ordunun elinde kaldı.
Sivil ve askeri yetkililer birlikte Batı Şeria’da sadece insanları değil toprağı da yönetiyordu. Hem askeri hem de sivil organlar tarafından uygulanan ve İsrail’in sivil Yüksek Mahkemesi tarafından desteklenen yasal prosedürler aracılığıyla İsrail, Batı Şeria’da askeri amaçlar, tarım ya da yerleşimler yani Filistinlilerin kalkınması dışında her şey için kullandığı geniş toprak parçalarının sahibi gibi hareket etti.
Kısacası, 1967 savaşının bitiminden bu yana İsrail hükümetinin üç kanadı da işgalle meşgul. İlk yıllarda İsrail’in işgalinin ne kadar süreceği belli değildi, ancak geriye dönüp bakıldığında, İsrail devletinin tüm kollarının boğazına kadar işgale bulaşmış olması, İsrail’in Batı Şeria’da kalıcı olduğunun habercisiydi.
Başından beri orada
Belki de İsrail’in ilhakçı tasarımları en başından beri açık olmalıydı. Ne de olsa Doğu Kudüs’ü 1980’de (1967’de fiilen ilhak ettikten sonra) ve Golan Tepelerini 1981’de uluslararası hukuku ihlal ederek resmen ilhak etti.
Ancak İsrail hem uluslararası toplumu hem de kendisini Batı Şeria ve Gazze’yi farklı ve geri döndürülebilir bir askeri rejimle yönettiğine ikna etmeyi başardı. İsrail bunu, gerektiğinde yerleşimleri kaldırma geçmişini öne çıkararak yaptı. 1979’da İsrail, Mısır’la, İsrail’in Sina üzerindeki kontrolünden vazgeçtiği ve yarımadadaki yerleşimlerini dağıttığı çığır açıcı bir barış anlaşması imzaladı. Dört yıldan uzun süren Filistin intifadasının ardından 2005 yılında İsrail Gazze’deki yerleşimlerini de geri çekti. Bu hamleler İsrail’in işgalini ve yerleşimlerini geri döndürülebilirmiş gibi gösterdi. Ancak her iki durumda da İsrail Batı Şeria’daki hakimiyetini sağlamlaştırmayı başardı: Mısır’la yapılan barış İsrail’in üzerindeki Filistin topraklarından vazgeçme baskısını azalttı. Yerleşimlerin Gazze’den çekilmesi Filistin yönetimini böldü. Birçok Filistinli İsrail’in Gazze’den çekilmesini militan stratejilerin işe yaradığının kanıtı olarak yorumladı ve bu da Hamas’ın 2006’da seçimleri kazanarak Gazze’yi ele geçirmesine, Batı Şeria’nın ise El Fetih Partisi tarafından yönetilmeye devam etmesine yol açtı. Bu ayrışma ve İsrail’in Gazze’yi neredeyse hava geçirmez bir şekilde dışarıya kapalı hale getirmesi Filistin toplumunu parçaladı ve barış sürecinin dondurulmasına yardımcı oldu.
Barış sürecinin kendisi de İsrail’in Batı Şeria’daki işgalini geçici olarak göstermesine izin verdi. İsrail, 1990’larda askeri yönetime son verme niyetinin sinyallerini vermeye başladı, ancak bunun ne anlama geldiği konusundaki muğlaklığa sarıldı: 1990’ların Oslo anlaşmaları hiçbir zaman bir Filistin devleti ya da İsrail’in nihai sınırlarını çizecek, yerleşimlerin genişlemesini sona erdirecek, 1948’den kalma Filistinli mültecilerin kaderini belirleyecek ya da Filistinlilerin Doğu Kudüs üzerindeki iddialarını ele alacak bir nihai statü düzenlemesi vaat etmedi. Anlaşmalar sadece bu endişeleri eninde sonunda giderecek bir sürecin ana hatlarını çiziyordu. İsrail hükümeti 2000 yılındaki müzakerelerde bir Filistin devleti olasılığını resmen kabul ettiğinde, Oslo süreci çöküşün eşiğindeydi ve taraflar savaştan bir adım uzaktaydı. Yine de İsrailliler ve Batılı müttefikleri, İsrail’in nihayetinde Batı Şeria’daki işgalini sona erdirmeyi umduğunu söyleyebiliyorlardı. Şimdi yeni hükümet bölgeye ilişkin niyetlerini açıkça ortaya koydu ve İsrail’in iki devletli çözüme olan sözde bağlılığını bile sona erdirdi.
Tanrı’nın planı mı?
Hükümet Batı Şeria’nın kontrolünü neden şimdi sivil bir otoriteye devretti? Muğlaklık onlarca yıldır İsrail’e iyi yaradı. Ancak mevcut koalisyon hükümetindeki aşırı sağcı politikacılar, Kasım 2022’de mecliste kesin bir çoğunluk elde ettikten sonra, yakın zamanda bir daha gelmeyeceğini bildikleri bir fırsatla başarıya ulaşmanın heyecanını yaşıyorlar. Teokratik ilkelerle hareket ediyorlar ve Yahudi egemenliğine kafayı takmış durumdalar. Yargının içini boşaltma planlarının gerçek amacı, Filistin halkı üzerinde kalıcı Yahudi üstünlüğünün önündeki son engeli de ortadan kaldırmaktır. Aslında İsrail’de genel olarak daha teokratik ve otokratik bir yönetim biçimi tesis etmek istiyorlar. İsrail demokrasisinin itibarı onları ilgilendirmiyor; liberal demokrasinin erozyona uğramasını memnuniyetle karşılıyorlar. Dahası, Smotrich ve müttefikleri yerleşimcileri görünürde IDF kontrolü altındaki yaşamın sıkıntılarından kurtarmayı arzuluyor. Bu değişimin sembolik bir boyutu da var: Bazı yerleşimciler için Yeşil Hat içinde İsrail vatandaşlarından farklı olarak ordu tarafından yönetilmek bir aşağılanma, Tanrı’nın Yahudilerle ilgili planlarıyla alay etmek anlamına geliyor.
Şimdiye kadar hükümetin hamlesi işe yaradı. Dünya İsrail yargısına yönelik saldırıya ve İsrail ile Gazze’deki Filistinli militanlar arasındaki şiddete odaklanmış durumda. Ancak bölge ve yurtdışındaki siyasi liderler, bizim ve diğer meslektaşlarımızın Foreign Affairs’de tartıştığı gibi, İsrail’in Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki topraklarda tüm İsrailliler ve Filistinliler üzerinde kalıcı, iki katmanlı bir kontrol sistemi inşa ettiği gerçeğinden artık kaçamazlar. İsrail’in müttefikleri, Netanyahu koalisyonunun uluslararası hukuka uyması konusunda ısrarcı olmalı. İsrailliler de baskı uygulamalı. Birçoğu, İsrail demokrasisini Netanyahu’nun önerdiği reformlardan korumak için şimdiden toplandı. Ancak İsrailliler, Batı Şeria üzerindeki yetki devrinin yani bölgenin hukuken ilhakının demokrasinin önünde bu koalisyonun şu ana kadar yaptığı her şeyden daha büyük bir engel teşkil ettiğini de kabul etmeli.