Washington’un dış politikasına etkileriyle öne çıkan ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign Relations-CFR) yayın organı Foreign Affairs, İran’ın bölgesel yumuşama politikasını ele alan bir analiz yayınladı. İran’ın ABD’nin Orta Doğu’da azalan hırsından faydalandığını ve attığı adımların ABD’yi daha fazla yerinden ettiğini savunan analize göre, ABD’nin on yıldır izlediği değişken ve karışık dış politika nedeniyle Arap ülkeleri de tek seçeneklerinin Tahran’la daha yakın iş birliği yapmak olduğunu düşünüyor. ABD’nin Orta Doğu’daki tecrit, ekonomik yaptırım ve askeri kısıtlama gibi diplomatik araçlarının giderek önemsizleştiğine dikkat çeken analiz yine de Arap devletlerinin İran’la diplomatik yakınlaşma arayışında aceleci davrandığı görüşünde. Analiz, İran’ın bölgesel hırslarının değişmediği gerekçesiyle Arap ülkelerine eskiden olduğu gibi Washington’un liderliği altında buluşmalarını öneriyor. Tabii, “ABD’nin kendilerini terk etmediği konusunda güven vermesi” karşılığında…
Analizde, Körfez ülkelerinin bugüne kadar Washington’un liderliğine güvenmekle ne kazandıkları ya da ABD’nin varlığının Orta Doğu’yu nasıl iyileştirdiği ile ilgili “aydınlatıcı” bir bilgi bulunmuyor. Zaten analizin derdi de Orta Doğu’nun gelişimi ve iyileşmesi değil, İran’ın bölge ülkeleriyle normalleşmesinin ABD’nin çıkarlarını tehdit etmesi. Dolayısıyla, başarısızlığı kanıtlanan “güvenlik” penceresinden bakarak ABD’nin güven tazelemesi halinde eski ihtişamlı liderliğine kavuşacağı yanılsaması içinde:
***
İran Kabuğundan Çıkıyor
Washington Tahran’ın Bölgesel Nüfuzuna Karşı Yeni Yollar Bulmalı
Jamsheed K. Choksy, Carol E. B. Choksy
Nisan ayında Pekin’den İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Suudi mevkidaşı Prens Faysal bin Ferhan el-Suud’un Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang ile gülerek el ele tutuştukları şaşırtıcı fotoğraflar geldi. Sünnilerin kontrolündeki Suudi Arabistan ile Şiilerin egemenliğindeki İran arasındaki ilişkiler on yıllardır sert bir şekilde devam ediyordu. Ancak son beş ayda, bu uzun süreli düşmanlık altüst oldu. İran ve Suudi Arabistan bir güvenlik iş birliği anlaşması imzaladı, ticari uçuş bağlantılarını yeniden kurdu ve ikili ticareti çözdü. İran’ın Riyad’daki büyükelçiliği kapatılmasından yedi yıl sonra 6 Haziran’da yeniden açıldı.
Tahran sadece Suudi Arabistan’la yakınlaşmayı hızlandırmakla kalmadı. Bahreyn, Mısır, Kuveyt, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve başka yerlerde diplomatik ilişkilerini ve ekonomik nüfuzunu yeniden tesis etmeye çalışarak Arap dünyası genelinde bir sempati başlattı. İran, ABD’nin Orta Doğu’daki şaşkınlığından ve azalan hırsından faydalanmak için fırsat görüyor ve attığı adımlar ABD’nin Orta Doğu’da daha fazla yerinden edilmesine katkıda bulunuyor.
Tahran bu sıfırlamayı başarmak için daha az ideolojik, daha pragmatik bir bölgesel dış politikaya yöneldi. Ancak Batılı ve Arap ülkeler bu değişime şüpheyle yaklaşmalı. İran’ın politikalarında uzun vadede iyi bir komşu olmaya niyetli olduğunu gösteren hiçbir işaret yok. Ve pek çok kanıt, bölgesel hegemonyayı güvence altına alma niyetinde olan revizyonist, devrimci bir güç olarak rolünü yeniden kazanmayı amaçladığını gösteriyor. Suudi Arabistan ve Orta Doğu’nun geri kalanı için İran’la uzlaşmak büyük bir kumar. Batı içinse bir felaket olabilir.
GERGİNLİĞİN TARİHİ
İran’ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi, iktidarda kaldığı 37 yıl boyunca ülkesini Orta Doğu’da hüküm süren Müslüman bir güce dönüştürdü. Washington tarafından desteklenen ve en iyi Amerikan mühimmatlarıyla silahlandırılan İran, Arap komşularına, hatta Mısır ve Suudi Arabistan gibi ABD korumasından yararlananlara bile hükmetti. Ancak 1978-79 İslam Devrimi’nden sonra İran’ın konumu hızla kötüleşti.
Sünni Müslüman liderler İran’ın kendi hükümetlerini istikrarsızlaştırmak için Şii radikalizmini ihraç etme niyetinde olduğundan endişe etmeye başladılar. 1981 yılında altı Körfez ülkesi İran’ın etkisine karşı Körfez İşbirliği Konseyi’ni kurdu; on yılın geri kalanı boyunca Tahran, Mekke’nin kontrolü konusunda Riyad ile defalarca çatıştı. Bir grup İranlının 1987 Hac ziyareti sırasında Suudi güvenlik güçlerine saldırmasının ardından Suudi Arabistan, İran ile ilişkilerini kesti. İran ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerde 1990’larda başlayan kısa süreli yumuşama 2011’de İran Devrim Muhafızları’nın Suudi Arabistan’ın ABD Büyükelçisi’ne suikast girişiminde bulunmasıyla sona erdi.
Arap Baharı Sünni liderlerin İran’a yönelik kaygılarını daha da artırdı. Suudi Arabistan 2012’de ülkenin önde gelen Şii alimlerinden Ayetullah Şeyh Nimr Bakır el-Nimr’i İran adına Suudi siyasetine karışmakla suçlayarak tutukladı. Nimr’in 2016’da idam edilmesinin ardından protestocular İran’daki Suudi diplomatik temsilciliklerini ateşe verdi ve Riyad tüm İranlı diplomatları sınır dışı etti; Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve hatta Sudan da aynı şeyi yaptı.
EVDE YANGIN BAŞLADIĞINDA
Ancak İran’ın komşu ülkelerle ilişkileri bozuldukça, Tahran’ın liderleri ülke içinde artan bir baskı altına girdi. 1999 yılında, ilk olarak daha fazla istihdam fırsatı için mücadele eden öğrencilerin öncülük ettiği protestolar İran’ın dört bir yanındaki şehirleri sarstı. Yavaş yavaş, bu öğrenci protestoları çok daha geniş bir memnuniyetsiz İranlı tabanından destek aldı. İranlı liderlerin acımasız dini köktenciliği ve yabancı yaptırımlar ile kötü mali yönetimin yol açtığı ekonomik sıkıntılar on yıl boyunca gerilimi tırmandırdı. 2009 yılında hileli bir cumhurbaşkanlığı seçimi, 200.000’den fazla protestocunun rejimin meşruiyetine meydan okuduğu popülist bir ayaklanmayı tetikledi.
İran hükümeti, muhalefetin kamuoyu önünde ifade edilmesini engelledi ancak protestolar devam etti. Su kıtlığı ve enflasyon İran’daki iç çatışmaları körükledi; 2019-20 kışında artan gaz fiyatları nedeniyle yapılan protestolar 20’den fazla şehre yayıldı. Eylül 2022’de İranlı liderler, 22 yaşındaki öğrenci Mahsa Amini’nin başörtüsünü uygunsuz bir şekilde taktığı iddiasıyla tutuklanmasının ardından hayatını kaybetmesiyle İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana en ciddi iç sorunla karşı karşıya kaldı. Kentli ve kırsal kesimdeki İranlılar sokaklara dökülürken, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney liderliğindeki rejim hayatta kalma mücadelesi verdiğini fark etti.
Bu arada 2010’lar boyunca Sünni monarklar, Washington’un dikkatinin Orta Doğu’dan uzaklaşmasını tedirginlikle izlediler. Riyad, Yemen’de Tahran destekli Husilerle kazanılması imkânsız bir savaşa saplandı; bu çatışma boyunca İran yapımı seyir füzeleri ve insansız hava araçları, 2019’da Suudi ulusal petrol şirketi Aramco’ya ait bir tesis de dâhil Suudi Arabistan içindeki hedefleri bile vurdu. Körfez Arap ülkeleri, bırakın Tahran’dan gelebilecek doğrudan saldırıları, İran destekli devam eden terör saldırıyla bile baş edemeyeceklerinden endişe etmeye başladılar. İran ile diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi ihtimali, gerilimi azaltmanın, vatandaşlarını korumanın ve ekonomilerini güvence altına almanın bir yolu olarak cazip hale geldi.
KAYNAŞMA DAVETLERİ
2021 ve 2022 yılları boyunca Bağdat’taki yoğun uzlaşma görüşmeleri Riyad ve Tahran arasındaki ikili ilişkilerin yeniden başlamasına zemin hazırladı. Suudi Arabistan, İran’dan Yemen’deki savaşın çözülebileceğine ve İran’ın Suudi Arabistan’ın doğusunda yaşayan Şiileri isyana teşvik etmeyeceğine dair güvence istedi. Çin’in dört gün süren arabuluculuğunun ardından bu yılın mart ayı başında iki ülke diplomatik ilişkilerini yeniden başlatma niyetinde olduklarını açıkladı. Suudi Dışişleri Bakanı 17 Haziran’da Tahran’ı ziyaret ederek normalleşmenin nefes kesici bir hızla ilerlediğini gösterdi.
Sünnilerin çoğunlukta olduğu diğer ülkeler de İran’ın açılımlarına hevesle karşılık verdi. Abu Dabi, 2022 yılının ortalarında telefonla yaptığı görüşmelerin ardından büyükelçisini Tahran’a geri gönderdiğini duyurdu. Bu mart ayında Suudi-İran yakınlaşmasına paralel olarak İran’ın hukuk ve uluslararası işlerden sorumlu dışişleri bakan yardımcısı, uzun süredir tartışmalı olan deniz sınırlarını çözmeye başlamak için Kuveytli bir heyetle bir araya geldi. İran Dışişleri Bakanlığı Bahreyn’le ilişkilerin yeniden kurulmasını istiyor ki bu da Manama’daki Sünni yöneticilerin yerel Şii Müslümanlarla yaşadıkları gerilimi azaltarak yararlarına olacak.
İran Körfez’in ötesindeki ülkelere de göz kırpıyor. Geçten aralık ayında İran Dışişleri Bakanı ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Es-Sisi, Kahire’nin İran’ın son şahına sığınma teklif etmesinin ardından 1980 yılında kesilen diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını görüşmek üzere Ürdün’de bir araya geldi. Kahire, Tahran ile iş birliğinin Gazze’deki Hamas gibi İran destekli silahlı gruplar üzerindeki etkisini artırmak da dâhil kendi stratejik çıkarlarını ilerleteceğini umuyor. Libya ise mart ayında Trablus’taki İran büyükelçiliğinin 2011’den bu yana ilk kez açılacağını duyurdu. Geçen temmuz ayında da Azerbaycan’daki Bağlantısızlar Hareketi forumunda, Sudan Dışişleri Bakanı İranlı mevkidaşıyla bir araya gelerek yedi yıl önce Suudi Arabistan’ın talebi üzerine kesilen ikili ilişkileri yeniden tesis etti.
Tahran’daki liderler ekonomik sıkıntıyı hafifletmenin, kısıtlayıcı dini yönetimlerine yönelik protestoları yatıştırmaya yardımcı olabileceğini hesaplıyor. Diplomatik çabaları daha fazla ticarete ve büyük olasılıkla ABD’nin yaptırımlarından kurtulmak için atılacak adımlara zemin hazırlamayı amaçlıyor. Pekin’deki anlaşmadan sadece bir gün sonra İran Ekonomi Bakanı, ikili ticarette ödemelerin dolar ve avro yerine yerel para birimleriyle yapılmasını görüşmek üzere Cidde’ye bir heyet gönderdi. İran ve Katar merkez bankaları, diğer ülkelerdeki dondurulmamış İran varlıklarının Tahran’a ulaşmasına yardımcı olacak düzenlemeler geliştiriyor.
İran ve Suudi Arabistan’ın Pekin’de imzaladıkları anlaşmadan günler sonra, BAE ilk kez İran’ın ulaştırma ve kentsel gelişim bakanını Abu Dabi’deki yıllık Orta Doğu Demiryolu konferansına davet ederek Rusya’dan Hindistan’a giden ve İran’dan geçen Uluslararası Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru boyunca ulaşım bağlantılarının geliştirilmesini tartıştı. Yine mayıs ayında Umman ve İran maliye bakanları İslam Kalkınma Bankası Grubu’nun yıllık toplantısı sırasında Cidde’de bir araya gelerek İranlı şirketleri Körfez’in güney ticaret merkezlerine yeniden entegre etmek için çalışmaya başladılar. Tahran ve Maskat, denizdeki Hengam petrol ve gaz sahası için ortak bir geliştirme anlaşması imzaladı.
Daha batıda, mart ayında Libya ve İran ortak bir ekonomik iş birliği komitesi kurarak İran ticari gemilerinin on yıl sonra ilk kez Misrata’ya yanaşmasına izin verdi. Nisan ayında Tunus Cumhurbaşkanı, İranlı mevkidaşı ile ikili ziyaretler yapmayı kabul ederek şimdiye kadar büyük ölçüde askeri olan ilişkilerini, İran’ın Sahra altı Afrika’ya yeni ihracatları için Tunus’un geçit olacağı ekonomik bir ilişkiye doğru kaydırdı. İran Maliye Bakanı kısa süre önce Cezayirli mevkidaşıyla bir araya gelerek ikili yatırım ve ticaretin artırılmasını görüştü ve Fas liderlerine yakın kaynaklar, Fas-İran ikili ilişkilerinin yakında onarılacağını ve Tahran’a Kuzey Afrika’da yeni ticaret yolları açılacağını belirtiyor.
İran’ın çabaları meyvelerini vermeye başladı. Bahreyn, Irak, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve BAE ile ticaret 2022’den bu yana yaklaşık yüzde on arttı. İleriye dönük olarak, Orta Doğu genelinde ilişkilerin yeniden kurulması, İran’ın para akışını dolar ve avrodan ayırarak İran mallarının Amerikan ve Avrupa yaptırımlarını atlamasına olanak sağlayabilir. Arap ülkeleri, genellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin ileriye dönük satışlarını yasakladığı Batı teknolojilerini içeren ürünlerini kârlı İran pazarlarına ihraç etmekten fayda sağlayacaktır. İran’ın iyi eğitimli nüfusu, bu ülkeyi Körfez’deki yüksek teknoloji girişimlerinin genişleyebileceği cazip bir ortam haline getiriyor.
TEHLİKELİ İLİŞKİLER
ABD’nin Ortadoğu’da on yıldır izlediği değişken ve karışık dış politika nedeniyle Arap ülkeleri de Tahran’la daha yakın iş birliği yapmaktan başka seçenekleri olmadığını düşünüyor. ABD bir zamanlar Sünni uluslar için İran’ın saldırganlığına karşı bir kalkan işlevi görüyordu. Ancak bu ülkeler ABD’nin kendilerini koruma taahhüdünün azaldığına dair işaretler alıyor. ABD tarafından kontrol edilmeyen İran, Rusya ve Çin ile ittifaklarını genişletiyor. Geçen yıl Tahran küstahça, Suudi ve BAE petrokimya ürünlerini Körfez boyunca taşıyan tankerlere el koymaya çalıştı ve zaman zaman da başarılı oldu.
Suudi yetkililer İranlı mevkidaşlarıyla Pekin’de bir araya geldiklerinde Suudi Arabistan İran’ın Lübnan, Suriye ve Yemen’deki nüfuzunu ve Körfez diplomatik çevrelerindeki varlığını zımnen kabul etti. BAE, ABD Donanması’nın Beşinci Filosu’nun Bahreyn yakınlarındaki varlığına rağmen ABD ile etkili güvenlik iş birliğinin başarısız olduğu sonucuna vardı. Mart ayında Abu Dabi, açık denizlerdeki devlet dışı aktörlere karşı çok uluslu bir ortaklık olan Birleşik Deniz Kuvvetleri’nden çekildi.
Sünni liderler, özellikle Çin üzerinden İran’la uzlaşmayı tercih ederek Washington’la şimdiye kadar kurdukları özel ilişkilerden geri adım atıyorlar. Hem BAE hem de Suudi Arabistan, Washington’a haber bile vermeden İran’la diplomatik ilişkilerini yeniden kurma kararlarını kamuoyuna duyurmayı tercih etti. ABD için daha da kaygı verici olan ise mayıs ayında Çin’in İran, Umman, Suudi Arabistan ve BAE arasında Basra Körfezi’nde güvenlik operasyonları yürütmek üzere ortak bir deniz filosu kurulmasını görüşmek üzere bir diyalog toplantısına ev sahipliği yapması oldu.
ABD YANIT VERMELİ
Arap liderler Tahran’la uzlaşmak için acele ederken, ABD’nin diplomatik araçları -tecrit, ekonomik yaptırımlar ve askeri kısıtlamalar- giderek önemsizleşiyor. Biden yönetimi bu gelişmeleri önemsiz göstermenin en akıllıca strateji olduğuna karar vermiş görünüyor. Haziran ayında, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü John Kirby, “daha fazla entegrasyon, daha fazla diyalog ve bölge genelinde daha fazla şeffaflık… gerilimi azaltabilirse” bunun “olumlu” olacağını söyledi.
Bu yaklaşım yanlış. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi Tahran’ın sadece “diğer ülkelerle ekonomik entegrasyon arayışında” olduğunu söylüyor. Ancak İran’ın uzun yayılmacı tarihi ve mevcut liderlerinin eylemlerinin büyük kısmı bunun aksini gösteriyor. Daha birkaç hafta önce Devrim Muhafızları’nın deniz kuvvetleri komutanı, bölgeden geçen her geminin Farsça konuşarak rotası için izin almak zorunda olduğunu ya da saldırıya uğrayacaklarını ısrarla belirtti.
İran’ın son diplomatik açılımlarının Dini Lider Hamaney’in 2010 yılında ortaya koyduğu temel dış politika doktrininde herhangi bir değişikliği yansıttığına dair hiçbir kanıt yok. “Basra Körfezi kıyıları ve Umman Körfezi’nin büyük bölümü [İran’a] aittir” demekle kalmayan Hamaney, İran’ın tüm bölgede “gücünü göstermesi” gerektiğini söyledi, çünkü “bu bizim tarihi, coğrafi ve bölgesel görevimiz.”
Washington, İran’ın hegemonik kimliğini ve hırslarını, rejim değişikliklerini aşarak onlarca yıldır sürdürdüğünü ve bölgede barışçıl, komşuluk rolü oynamak istediğine dair iddialarının sadece birkaç ay öncesine dayandığını unutmamalı. Hatta şu anda bile, İran, 1971 yılında ilhak ettiği tartışmalı Abu Musa, Büyük Tumb ve Küçük Tumb adaları üzerindeki hakimiyetini koruyarak bölgeyi domine etme konusundaki kararlı hırsını ifade etmeye devam ediyor. Bu durum, ABD’nin daha da geri çekilmesi halinde enerji akışını kesmesine olanak sağlayacak.
Bu nedenle Arap devletleri de İran’la diplomatik yakınlaşma arayışında aceleci davranarak bir kumar oynuyorlar. Diğer Arap ülkeleri Tahran’ı diplomatik anlaşmalarla yatıştırmak için acele etmek yerine öncelikle İran’dan güvenilir bir bölgesel ortak olma taahhüdünü kanıtlamasını talep etmeli. Tahran, Arap ülkelerinden petrol ve gaz taşıyan tankerlere yönelik tehditlerini ve Yemenli gruplara Suudi Arabistan’a saldırmak için kullandıkları silahları sağlamayı durdurarak işe başlayabilir.
Böyle bir kanıtın yokluğunda Körfez Arap ülkeleri ve diğer Ortadoğulu mevkidaşları ABD’ye yaslanmaya devam etmeli. Ancak ABD de buna karşılık vermeli. Washington, Orta Doğu’daki güvenlik taahhütlerini somut bir şekilde destekleyerek ve İran’ın Basra Körfezi ve Umman Körfezi’ndeki tehditlerine tutarlı bir şekilde karşı koyarak Sünni Müslüman müttefikleriyle askeri, diplomatik ve ekonomik ilişkilerini güçlendirebilir ve onlara ABD’nin kendilerini terk etmediği konusunda güven verebilir.